Dün Hürriyet’te Ahmet Hakan, uzun süredir aklımda olan bir konuyu yazmış; Gezi’den Mısır’daki darbeye karşı güçlü bir itiraz çıkmalı!
Sahi, aylardır Gezi’nin aslında ulusalcı, ötekileştirici bir hareket olmadığını, özünde farklı kesimlerden insanları bir araya getirenin devletin tepeden inmeci tavrı ve muktedirlerin nobranlığına duyulan tepki olduğunu yazmıyor muyuz?
O zaman, Mısır’da hak aramak için sokağa çıkan insanlara yapılan zulme, tam da bizim Gezicilerin karşı çıkması lazım değil mi?
Bir kaç gündür Twitter’da bu konuda çağrı yapıyorum; şu zamana kadar sadece IHH’dan Osman Atalay’dan ortak bir platform kurulmasına sıcak bakan bir mesaj aldım.
Kuşkusuz Mısır’daki kanlı darbe, Türkiye’de yaşananlarla kıyaslanamaz. Burada, güç tekelini elinde tutmak amacıyla toplumun faklı kesimlerinden gelen hak ve özgürlük taleplerini, otoriter reflekslerle bastırmaya çalışan bir yönetim anlayışı var. Bunu eleştiriyoruz; ancak eleştirirken Türkiye’nin hala iyi kötü bir demokrasi olduğunu ve seçilmiş hükümetin arkasında hala güçlü bir toplumsal irade olduğunu da yadsımıyoruz.
Mısır’da ise, kaba saba, arkaik, kanlı bir darbe süreci yaşanıyor. İnsanlar, darbeye direndikleri için sokaklarda infaz ediliyor. Durum, Türkiye’yle kıyaslanamaz.
Tamam da, farklı olsa dahi Mısır halkının bizim desteğimize ihtiyacı yok mu? Geçenlerde BDP lideri Selahattin Demirtaş, “Herkes kendi ölüsüne ağlıyor” diye Türkiye’deki kutuplaşmanın, yasta bile devam ettiğini hatırlattı.
Bu yüzden memlekette Adeviyye Meydanı’na, sadece İslamcılar ağlıyor.
Oysa, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu halkları olarak hepimiz, aynı demokrasi talebinin farklı yerel versiyonlarıyız. Mısır’a en fazla sahip çıkanlar, Gezi’de otoriteye karşı hak talep etmek için barışçıl gösteri yapanlar olmalı. İslamcısına, Sünnisine, Alevisine, bakmadan, otoriteye karşı hak talep edenlerle ortak kaderimize, ısrarla demokrasinin tek çıkış yolu olduğuna inanmamız lazım.
Bilemiyorum CHP ya da diğer muhalefet partileri, Mısır meselesini neden sadece Ak Parti’nin tekeline bırakıyor.
Ama gönül ister ki, en azından sivil toplum bazında Taksim Dayanışma Platformu, antikapitalist Müslümanlar, liberaller, HDK, Çarşı ya da Gezi’nin diğer bileşenleri, Mısır’daki vahşete karşı tek yumruk olsun, bir ses versin....
‘Değerli yalnızlık’ doktrini
Türkiye’nin şu anda, İsrail, Mısır ve Suriye’de büyükelçisi yok. Bu üç ülke de son dönemlerde ‘stratejik’ ortaklarımızdandı.
Irak ve İran’la da aramız limoni. ‘Komşularla sıfır sorun’ demeyin bile. AB süreci malum; ABD’ye de Suriye ve Mısır meselelerindeki ikircikli tutumu nedeniyle fena bozuğuz.
Anlayacağınız, benden duymuş olmayın ama, bugünlerde fena halde terkedilmiş, aldatılmış, yapayalnız hissediyor Ankara.
Buraya kadar tablo net. Asıl tartışma, bundan sonra başlıyor. Geçenlerde Başbakan’ın dış politika danışmanı İbrahim Kalın, Twitter üzerinden şöyle yazdı: “Türkiye Ortadoğu’da yalnız kaldı” iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir:
Bu, değerli bir yalnızlıktır.”
Dün ise Cengiz Çandar, Kalın’ı eleştiren yazarlar kervanına katıldı:
”’Değerli Yalnızlık’ diye dış politika olmaz. Olursa, Ortadoğu’da ‘Türk Modeli’ diye bir şey kalmaz; Türkiye, bölgede etkisiz kalır.”
Bu yalnızlık, değerli mi, yoksa Çandar’ın dediği gibi ‘etkisiz’ dış politikanın mazereti mi? Kendi bölgesinde yalnızlaşan Türkiye, paniklemeli mi, yoksa tarihin doğru cephesinde olmanın verdiği özsaygıyla, yalnızlığını kucaklamalı mı?
Cevabı, önümüzdeki yazıya...
|