Başbakan, Mısır ve Gezi olayları olmasa ne yapardı acaba? Ekonomideki tatsız işaretleri ve asıl önemlisi “Kürdistan inşaatını” nasıl gözlerden saklayabilirdi
Kameraların karşısına son çıkışlarından birinde tekrarladı; “Eylül’de huzursuzluk çıkaran bedelini ağır öder” dedi. Başbakan, haftalardır servis edilen komplo teorisini tekrarlıyor: Üniversiteler açılacak.. Gençler memleketlerinden dönüp gelecek.. Gezi eylemleri yeniden başlayacak.. Huzursuzluk çıkarılıp kaos yaratılacak.. Vs. Vs.
Bu nasıl bir korkuysa.. Yüzlerce insan gözaltında.. Berkin hâlâ derin uykuda.. Ne onu vuranlar ne de ölenlerin katilleri yargı önüne çıkartılabildi. Ama Gezi’deki çadırları yakarak eylemi “patlama” noktasına getiren zabıta memurları işinin başına döndü.
Başbakan hâlâ muhtemel ve müstakbel korkuları pompalayıp duruyor. Yetmiyor.. Gezi’den girip Adeviye Meydanı’ndan çıkıyor. Herkesin, hepimizin de Gezi’ye ve Adeviye’ye kilitlenmesini bekliyor. Çünkü eylül, asıl başka büyük sıkıntılarla geliyor. Onları görmeyelim istiyor.
FLAŞ.. FLAŞ.. TARİH BELİRLENDİ!
Dün, yazı için masa başına otururken “son dakika” notu olarak düştü: “Kürdistan Ulusal Kongresi 15 Eylül’de Erbil’de toplanacak.”
İlginç. Ve çok önemli.
Öncelikle, tarihi açısından ilginç. Bundan üç gün önce, 15 Ağustos’ta kongrenin Hazırlık Komitesi “erteleme” kararı almıştı. Birkaç günde bir şeyler değişmiş olmalı ki, 15 Eylül tarihi açıklandı. Üstelik, bu haber PKK’nın sesi “Ajansa Nûçeyan a Firate” (ANF) tarafından duyuruldu.
Kongre’yi öne almanın iki nedeni olabilir.
ÖCALAN SIKIŞTIRIYOR:
Son günlerde iyice netleşti. Öcalan AKP iktidarının bir an önce “vaatlerini” yerine getirmesini istiyor. Eylül’e kadar yasal düzenlemenin yapılmasını şart koşuyor. Dolaylı ve muğlak biçimde de olsa Kürdistan’ın ilan edileceği tarihi öne alarak çemberi biraz daha sıkıyor. “Hadi” diyor. İktidar istediği kadar “demokratikleşme paketi” desin, Öcalan’ın sadece iki şartı var aslında: Özgürlüğü ve seçim barajının indirilmesi. “Derin bir yerlerden” haber alan Baransu’ya göre, iktidar bu iki konuda söz verdi. Hatta, bizzat bakan Binali Yıldırım İmralı’ya giderek Öcalan’la konuştu, anlaştı. Şimdilik, Öcalan’ın özgürlüğü “denetimli ev hapsi” gibi görünüyor. Seçim barajı için de BDP’nin oy oranının karşılığı olan yüzde 7 için anlaşıldığı söyleniyor. Olur mu olmaz mı, sonraya bırakıp ikinci ihtimale geçelim.
SURİYE SÜRECİ SIKIŞTIRIYOR:
Kongre tarihinin öne alınmasının bir nedeni de Suriye’deki gelişmeler olabilir. Çünkü PYD, yani Suriye Kürtlerinin en güçlü hareketi, sıcak savaşın içinde. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bile “terörist” olduğunu kabullenmek zorunda kaldığı El Nusra / El Kaide’ye karşı çatışıyor. Bu yüzden Irak ve Türkiye’deki Kürtlerin desteğine ihtiyacı var. Diğer yandan, bu sıcak savaşın sonrasında Esad’la “özerk yönetim” müzakeresi için masaya (Kongre ile çatısı kurulacak olan) “Kürdistan” kartıyla oturmak istiyor.
İKTİDARIN ŞANSI DÖNDÜ
Erdoğan, müzakere sürecinde yola çıkarken masanın karşı tarafında Öcalan vardı. Gerçi, Kürdistan Kongresi ihtimali uzun süredir konuşuluyor, bekleniyordu. Yani, Ankara’nın o ihtimali göz ardı ettiğini düşünmüyorum. Ancak bu arada iki kritik gelişme oldu. İran’da, Kürt meselesinde daha ılımlı bir politika izleyen Ruhani iktidara geldi. Suriye’de, AKP iktidarının büyük katkısıyla patlayan savaşta, PYD ciddiye alınması gereken bir aktör olarak sahneye çıktı.
Bu tabloda, Erdoğan’ın Öcalan’ı oyalamak veya kandırmak gibi bir şansı yok. Zaten Güneydoğu’da bir inşaat hali devam ediyor! Öz Savunma Gücü kuruldu, adım adım her ilde, ilçede ortaya çıkmaya başladı. Hatta, Kürdistan tabelaları asılmaya başlandı.
15 Eylül’de Erbil’de toplanacak ve üç gün sürecek Kongre, bu inşaatın çatısını kuracak. Türkiye / Irak / İran / Suriye’deki Kürtler fiili olarak bir araya gelecek.
Milliyet’in yeni Hasan Cemal’i yapılmaya çalışılan Mithat Sancar geçenlerde Kuzey Irak’a gitti. İzlenimlerinde bunu net biçimde aktardı. Kongre’nin “bir çatı görevi göreceğini” yazdı.
EYLÜL ÇOK ZOR GEÇECEK!
“Gerçek sıkıntı” derken, bunu kastediyorum. Siyaset ve ev / kahvehane sohbetlerinde “bölünür müyüz” soruları çok eskidi. Yanıt artık şu: Hayır, bölünmeyeceğiz. Ama Kürtler Misak-ı Milli sınırları içinde varlıkların sürdürürken, bölgedeki diğer Kürtlerle birlikte “aynı çatı altında ortak hareket” edecekler. Elbette, bulundukları ülkelerde de özerk oluşumlarını sağlayacaklar.
Buna şiddetle karşı çıkabilirsiniz. Herhangi bir siyasi gelişme gibi yorumlayıp geçebilirsiniz. Kimi siyasi çizgiler gibi “çatışma nedeni ve alanı” haline getirebilirsiniz. Veya savunup “bölünmekten, çatışmaktansa bu daha iyi” diyebilirsiniz.
Ancak, bunun için öncelikle “bilmek” zorundasınız. Zorundayız. Oysa AKP iktidarı bütün sıkışmışlığı içinde bunu önlemeye çalışıyor. Başbakanı, kadroları ve medyası ile meselenin üstünü örtüyor. Bir yandan günü kurtarıp, diğer yandan yavaş yavaş / çaktırmadan bir şeyler yapmanın yollarını arıyor.
Bir yandan İmralı – Kandil hattı.. Diğer yanda Şam – Rojava hattı..
Evet, eylül Erdoğan için çok sıkıntılı geçecek. Bu yüzden de dikkatleri Gezi-Adeviye meydanlarından ayırmamak için elinden geleni yapacak..
* * *
KENDİSİNİ İNSANDAN SAYMAYANLAR
Genç meslektaşım Yasemin Güneri’nin HaberTürk’teki haberini gördünüz mü? Görmeyenler için özetleyeyim. Çünkü haber, Türkiye’nin geldiği noktayı anlatıyor. Alarm zilleri çalıyor.
Bursa Adliyesi’nde HÂKİM olan Önder Kanyılmaz bir kitap yazmış: “Erkeğin İtibarsızlaştırılması Feminist Düzen”.
Biliyorum, feministlerden pek çok aklı başında erkek bile rahatsız. Dolayısıyla ilk bakışta “alarm zilleri çaldıracak kadar vahim” bir şey yokmuş gibi duruyor.
Ama kitabın ana fikri ve bir alıntı, her şeyi anlatıyor. Yasemin Güneri’nin haberinden aktaralım:
“Kanyılmaz kitabında, kadınların sırf şiddete uğradı diye boşanma davasında haklı duruma geldiğini, erkeğin şiddet uygulamasının nedenleri olabileceğini belirtti. Şiddete uğrayan kadınlarla ilgili hâkimlere ‘mahalle baskısı’ uygulandığını da öne süren Kanyılmaz, “Erkeği eşine şiddet uygulamaya iten öyle sebepler olabilir ki; bu sebepler boşanmanın haklı tarafı olma noktasında şiddetin önüne dahi geçebilir” dedi. Kanyılmaz’a göre kadınların, tahrik edici kıyafet giymesi ya da davranışları, erkekleri cinsel yönden istismar anlamına geliyor ve “Bu haliyle onlar, vücudunu geçim kaynağı olarak kullanan (genelev) kadınlarından daha kötü pozisyonda” diyor.”
BAKIŞTAKİ “TAHRİK UNSURU”!
Bunu yazan bir hâkim. Kadın / erkek / zengin / yoksul herkese adil davranmak ve adalet dağıtmak zorunda olan bir HÂKİM.
Erkeğin “bazı durumlarda şiddet uygulayabileceğini” söylüyor. Dikkat edin, bunun ölçüsü olmaz ama beyefendi tokat atmaktan falan değil, düpedüz şiddetten söz ediyor.
Tahrik edici kıyafet giyen kadınları da genelev kadınlarından beter pozisyonda ilan ediyor.
“Hangi kıyafet tahrik eder” diye sormayın lütfen. Kaç örneğini gördük, okuduk. Kolsuz giyinmek, başının açık olması yeterli. Hele hele pantolon! Lafı bile olmaz! Zaten muhtemelen, bunlar şiddet için yeter de artar bile.
Gelelim başlığa. Hep merak ederim. Bir erkek, üstelik eğitimli diplomalı bir erkek, nasıl olur da kendisini bir hayvan yerine koyar? Bir çift çıplak kol veya bacak gördüğü zaman tahrik olur ve kendisini tutamadığı / tutamayacağı için kadını kapatmaya kalkar? İnsan için “eşref-i mahlukat”, yani yaratılanların en şereflisi derken, nasıl olur da birden “hayvani içgüdüler” ağır basıverir ve bedelini de kadınlar öder?
|