Vedat İlbeyoğlu Rojava’yı nasıl yazmalı? Öylesine bir sükûnetle, sadece ‘jeo-stratejik’ bir “Suriye sahası” fotoğrafı çekmekle yetinip, “duygusallık tuzağına” düşmeden mi?.. Selefi alçakların malûm marifetlerine bakıp, “masum siviller katlediliyor” parantezine sıkıştırarak mı yoksa?.. Evet, masum çocuk ve kadınlar öldürülüyor; elbette bunun acısını hissetmek de değerlidir. Ama Rojava’yı çok konuşulan bir konu haline getiren ve 17 Temmuz’dan beri süren saldırılara, o asıl bağlamıyla ilişkisini öteleyerek, karartarak gösterilecek her tepki, bütünlüklü olmaz, eksiktir. Gerici bir ateşle kuşatılmaya çalışılan Rojava devriminden bahsediyoruz. Rojavalılara üzülmek, kaygı duymak, Rojava devrimini sahiplenmekle ancak politik ve gerçekten insani anlamına kavuşabilir. Duygusallık değil belki ama duygusuz olmaz; aşkla sahiplenmek, “Rojava devrimi bizimdir” diyebilmek! Ayısı, dayısı, destekçisi, çöpü pisliğiyle, sırtlan sürüsüne, kahpe katillere devrimimizi yedirtmemeliyiz diyebilmek… *** Kaç yıldır Suriye’den yansıyan görüntüler… Yıkılmış, viran edilmiş şehirler, cellatların kol gezdiği, tekbir sesleri eşliğinde ateşlenen namlulara kalmış ıssız sokaklar… Dikkat çekici bir “ayrıntı”; tv’lerden, ajanslardan akan bu görüntülerde sokaktaki insan adeta buharlaşmıştı! Can korkusuyla içe gömülüp sonucu beklemek ya da yerini yurdunu terk etmekti halka biçilen rol. Toplama lejyoner halk düşmanlarının halka ne ihtiyaçları olabilirdi ki zaten! Tam da bu soluk alınmaz kaos ve ateş ikliminde bir vaha olarak yeşerdi Rojava. O “görünmez” olan halkı da Rojava Kürdistanı’nda görür olduk çok şükür ki. Burası farklıydı. Genci yaşlısı, kadını çocuğuyla bütün bir halk, hem de silahlanıp kendi kaderine el koyarak girdi Suriye denklemine. Halklardan yalıtık Suriye savaşının tarafı olmayı reddeden Rojava’nın bu ‘üçüncü yolu’, emperyal senaryolarda da öngörülmemişti. Rojava, “yeter, beni bana bırakın” diyen Kürtlerin demokratik mevzisiydi artık! *** Kürde dair geleneksel ezberlere sığdırılamayacak boyutlarda bir gerçektir, Rojava mevzisi. Anlamak için, “ne de olsa ulusaldır, sınırları bellidir, abartmaya gerek yok” vb. argümanlarla ‘dogmatik-sol’da da alıcısı olan fikri-zikri sefaletin ötesinde bir akıl, duygu ve yaklaşım gerekir. Rojava, silahlanmış halkın kendini yönetme girişimidir. Buna devrim denir! Evet, ulusaldır ama silahlanmış halkın iktidar organları başka bir boyuta da işaret eder. Tepeden tırnağa demokratiktir. Ortadoğu’nun o ağır dinci-muhafazakar ikliminde kadınların öne çıkması, silahlanması; hem kadın ordusu olarak ve hem de halk meclislerinde, komitelerde örgütlenmesi bile başlı başına bir standarttır. Nitekim, çetecilerin önce kadınlara saldırması ve Selefi imamların “Kürtlerin malları, kadınları helaldir” fetvaları, binbir zorluğa rağmen demokratik, aydınlanmış, seküler bir hayatın inşasına girişmiş Kürtlere tahammülsüzlüğün sadece ‘etnik’ temelli olmadığını göstermiyor mu zaten? Rojava vahasında yeşeren, salt bir Kürt ulusalcılığı değil yani. Ya, “anti emperyalist olmadıktan sonra neye yarar?” deyip küçümseyen ve ‘sol-akıllı’ olmakla övünenlere ne demeli? Hayat bu, ‘solakıllılığın’ böyle düpedüz salaklık olarak tecelli etmesi de mümkün olabiliyor demek ki. Rojava’da anti emperyalist sloganlar atılmıyor belki ama Rojava barikatının ‘kendiliğinden’ bir anti emperyalistlik de içerdiği nasıl görülmez? Saldırıların (Rusya dışında) sessizlik ve suskunlukla karşılanması, saldıranların besleme ve güdümlü kimlikleri yeterince açıkken hem de… *** Evet, nasıl yazılmalı Rojava? Devrimi sahiplenmeyi esas alırken, duygularımızı da esirgemeden ama… Rojava’ya saldıran gerici gürûha, onların iliştirildiği merkez ve politikalara ağız dolusu küfrederek mesela! Vicdansızlığın en sınırsız, en dizginsiz haliyle, insan türünün nasıl bu kadar soysuzlaşıp alçaklaşabileceğinin örneklerini sergileyen çetelerin bütün “marifetlerinin” üzerinde, bu batakçı politikanın sureti de vardır. Rojava’da tanık olduğumuz Nusracı vahşetin vesayet ortağı, lamı cimi yok, AKP Hükümetidir. Devlet himayesinde semirtilip salındılar Rojava üzerine. Davutoğlu, hâlâ “bize Nusracılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” modunda, ‘stratejik derinliklerde’(!) gezinirken; Beşir Atalay, “PYD ile Nusra arasında tercih yapmayız!” derken, lanetli bir ortaklığın ikrarı ve itirafıdır, ortalığı kokutan. Bir yandan Salih Müslim’le görüşürken, aynı anda çetelerle katliam toplantısı yapanların; Nusracı cellatlara açık sınırları, Rojava’nın hasta bebeklerine toplanmış ilaç ve mamalara tam 8 gün boyunca duvar edenlerin iğrenç kokusu... Çürüksünüz çürük!
|