90'larda özel timin soluğunu ensesinde hissederek Newroz'u kutlayanlar, geçen yıl pek çok soru işaretleriyle toplanmıştı meydanda.
Bu yıl ise artık sadece neşe, umut ve coşku vardı.
Taksim'e selam olsun!
Geçen yıl da izledim, bu sene de gittim. İşte size Newroz ve Diyarbakır notlarım:
Bol müzikle kutlandı. Daha az konuşma vardı. Hatta Selahattin Demirtaş konuşmalar yapılmasın istemiş. Konuşma olmadan olmaz , bu topraklara uymaz.
Topluluğu coşturmak gerek ama bu yıl kıvamında bırakıldı.
Çok kalabalıktı. Herkes farklı tahmin yaptı. Diyarbakırlılara göre 2 milyon kişi. Daha insaflı olanlara göre 1 milyon hadi diyelim yüz binler.
Törenin en duygulu, coşturan anı ise Karadeniz’den kopup gelen Karmate’nin sahneye çıkmasıydı.
Kemençe başladı. Hep birlikte horon tepildi. “Kazım Koyuncu’nun izindeyiz” dediler ve Newroz alanını dolduran yüz binlerce insana seslendiler: “Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam olsun” Newroz alanını dolduran gençler Karadeniz’den gelen selama ,
coşkuya aynı coşkuyla cevap verdi. O anda birleşti kuzeyle güney. Peki ya batı?
Newroz’lar 3’e ayrılıyor
İlki 90’lı yılların Nevruz’ları. Cizre’ye, Şırnak’a, Diyarbakır’a gittin mi ensende özel timin soğuk nefesini yakinen hissettiğin, halkın merhaba bile demekten korktuğu, geceleri sokağa çıkılamayan, arka sokaklarda izinsiz yakılan lastikler ve ölüm listelerinin açıklandığı Kanlı Nevruz’lar dönemi. Hani şu, kısa süre önce elini kolunu sallaya sallaya hapisten çıkıp, geride bıraktıkları faili meçhullere rağmen milli kahramanmış edası takınanların Nevruz dönemi. Kardeşi kardeşe düşman eden, ölümler üzerinden iktidar arayanların, kimliği yok saydıkça yok olacağını sananların dönemi.
İkinci dönem geçen sene başladı. Nevruz Newroz’a dönüştü. Ülke bölündü mü? Hayır. Geçen yıla ‘ürkek Newroz’ diyebiliriz. Öcalan’ın mektubu okunacak sonra ne olacak? Törene gidenler acaba tutuklanacak mı? Gerçekten barış olabilecek mi? Gerçekten silahlar susacak mı? Bu bir kandırmaca mı? PKK gerçekten çekilecek mi? Hükümet demokratikleşme adımı atacak mı? İki tarafta sorularla dolu, ürkek, çekingen , yoğurdun üflenerek yendiği bir bayram yaşandı. Kandil’e gittik, hatta canlı yayın yaptık. Barış gelebilir bu topraklara dedik. Sorunu uzun uzun tartıştığımız programlar hazırladık.
Bu yıl kutlanan Newroz ise 3. dönem Newroz’u. Rahatlamış Diyarbakır. Herkes rahatlamış aslında.
Etrafta ne polis ne asker ne özel Tim ne de TOMA. Gerçi TOMA’ların olmaması yadırganmamalı.
Diyarbakır’da canları sıkılıyor, şu sıralar İstanbul’dalar. Onca kalabalığın arasından sıyrılıp gelip biz gazetecilere sarılan, teyzeler, amcalar, pırıl pırıl gençler sadece bir tek şey söylüyorlar: “Barış istiyoruz. Eşitlik istiyoruz”.
1 gün boyunca konuştuğum hiç kimse “savaş istiyoruz, dağa çıkmak istiyoruz, bölünmek istiyoruz” demedi. İnanılmaz bir gençlik var Diyarbakır’da. İşlenmemiş bir cevher gibi. Eline şans geçse neler yapacak. Hep gülümsüyorlar. Umutlular. İşsizlik en büyük dertleri. Rahatça Kürtçe konuşuyorlar kendi aralarında. Kızlı, erkekli eğleniyorlar. Şerafettin Elçi’nin sözü geldi aklıma ”Barış için son şansımız. Bizden sonra gelen nesille işler daha zor olacak” demişti. Doğru. Bu sözü akıldan çıkarmamak lazım. O yüzlerce Kürt gencine bakınca hâlâ çok geç değil diye düşünüyor insan, ama vakit de çok yok.
Peki bu manzara paylaşılamaz mıydı? Gezi eylemlerinde geleceğini arayan gençlik, Taksim’in ortasında çadırlarda gece gündüz yatan gençlik ağacına, şehrine, yaşam biçimine sahip çıkan gençlik, o mizahı yaratan, kenetlenen, yeryüzü sofraları kuran, uzun yıllar Diyarbakır’daki kardeşlerinin tattığı TOMA dehşetini tadan gençlik, bu yıl kalkıp Diyarbakır’a gelip, o meydandaki coşkuyu yerinde görüp Diyarbakırlı kardeşiyle sarılamaz mıydı?
O zaman gencecik yaşında, sebebinin kendisi olmadığı bir savaşta yitip giden Türk ve Kürt gençleri ebedi uykularında daha rahat etmez miydi? Herkesin ezbere ya da önyargılarla konuştuğu ama kalkıp gelip görmeye ve paylaşmaya zahmet etmediği bu topraklara gerçek barış bu sayede gelirdi belki .
O zaman işte kuzeyle güney, doğu ile batı gerçekten kenetlenmiş olurdu.
Ve bu duygusal kenetlenmeye hangi siyasi hareket direnebilir ki?
“Ne bekliyorsun bu süreçten” diye sorduğumda bana “Barış, siyasi partilere bırakılmadan bizim barışımız olmalı” diyen Diyarbakırlı Mesut haklı değil mi? Belki önümdeki yıl 4. Newroz dönemi böyle olur?
Mardin’in ilk kadın ve Süryani başkan adayı
Süryani adı Fabronia Benno. Türkçe adı Februniye Akyol. Göç etmemekte direnmiş, Midyat’ta kalmış sekiz çocuklu bir ailenin kızı. 25 yaşında. Artuklu Üniversitesi’nde Süryani kültürü üzerine mastır yapıyor
Türkçeyi 4,5 yaşında öğrenmiş. Ama okulda bütün arkadaşları Kürt olduğu için Kürtçeyi de konuşuyor yazıyor. Türkçesi mükemmel. Evde hâlâ Süryanice konuşuyor. 4 dilli, ruhu, kültürü zengin , pırıl pırıl genç bir siyasetçi.
Siyasete ilgisi büyük. Kendi cemaati için çok şey yapmak istiyor ama bugüne kadar siyasete girmemiş çünkü bugüne kadar hiçbir partiden teklif gelmemiş. BDP onu Mardin Belediye Başkanlığı’na, Ahmet Türk’le birlikte eşbaşkan adayı olarak gösterene kadar.
“Biz Süryaniler için bir ilk. Uzun yıllar devletle Kürtlerin savaşı arasında sıkıştık. Yok sayıldık. Kültürümüz yok olmaya yüz tuttu. Çoğu Süryani bu yüzden gitti. Şimdi benim amacım burada kalanlar için çalışmak” diyor.
“Bölücü diye bakılmasından korkmuyor musunuz” diye sordum. “Ben siyasete girersem ve kendi halkım için bir şey yaparsam bu topraklarda yaşayan herkes için bir şey yapmış olacağım. Bizi tanımıyorlar. Bunun neresi bölücülük. Süryani kimliğimle gurur duyuyorum. Herkes kendi kimliği ile gurur duymalı. esas bu sayede birleşeceğiz. Aynı çatı altında” diye cevap verdi. Herkesin derdinin özgürlük arayışı olduğunu söylüyor “Bakın kimse durup dururken ölmeyi göze almaz. Buralarda kimsenin derdi toprak değil. Ama dilini konuşabilmek. Rahatça kiliseye gidebilmek. Kültürünü koruyabilmek. İkinci sınıf vatandaş olarak görülmemek. Meclis’te, siyasette olabilmek”.
Februniye Akyol, batıdan buraya bakışın yanlış olduğu görüşünde “Gezi olayları burada çok ses getirdi. Yerimde duramadım. Kalksam gitsem ben de Taksim’de olsam dedim. Geziden sonra burada bir toplantı yaptık. Orada bir pankart asılmıştı. “TOMA’lar evinize hoş geldiniz” diye. Bizi yıllarca süründüren TOMA’ları İstanbul da öğrendi sonunda. Çünkü o TOMA’lar Diyarbakır’dan gitti İstanbul’a. Şimdi buradaki mücadelenin, barış arayışının, özgürlük talebinin oralarda daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.”
Seçilirse ne yapacak? Hayali nedir “Ben yol, su, bina gibi projelerden bahsetmeyi sevmiyorum. Onlar zaten bizim yapmamız gerekenler. Ben yaşadığım Mardin’e Midyat’a bir kadın dokunuşu getirmek istiyorum. Kültürleri yaşatmak. Renkleri, farklılıkları korumak, bunlar için projeler üretmek istiyorum. Bu toprakların ruhunu yeniden canlandırmak, Mardin’e Midyat’a ruh katmak istiyorum.”
Şimdiden yerleşik ve erkeklerin kuralları belirlediği siyasete ruh kattığı kesin Februniye Akyol’un.
|