Köşe yazarıyım, kapı dışarıyım
MEDYA GÖZCÜSÜ
Esra ArsanGün geçmiyor ki merkez medyada taşlar yerinden oynamasın, anlı şanlı yayın yönetmenleri, köşe yazarları işlerinden edilmesin. Hürriyet’ten, Milliyet’ten, Sabah’tan, Akşam’dan, Habertürk’ten, Yeni Şafak’tan ve büyük TV kanallarından meşrebine göre müzmin muhalif, eski yandaş yeni muhalif, aslında yandaş ama arada “gak guk” etme cesareti göstermiş gazeteciler temizleniyor. Öyle bir temizlik ki bu, at at bitmiyor; hız keseceğe de benzemiyor. İktidarın “tek ses, tek Türkiye” takıntısı, nesiller boyu anlatılacak bir basın sansürü tarihini yazıyor.
Büyük medyada muhalif gazeteci temizliği AKP’nin ikinci seçim zaferinden sonra, 2007’de başladı ve günümüzde sistematik hale geldi. Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’un Hürriyet’le bağının şoke edici biçimde koparılmasıyla açılan kapıdan bugüne kadar çok sular aktı. İktidarın basına saldığı korku, merkez medyada isim yapmış pek çok gazetecinin işinden olmasına neden oldu. AKP, muhaliflerini susturmakta mahirleşti; medya patronları kadir kıymet bilmezlikte sınırları aştı. Hürriyet, Sabah, Akşam, Radikal, Habertürk, Milliyet, Yeni Şafak gibi gazetelerden sayısız yazar kovuldu. Benzer şekilde, NTV, CNNTürk, Kanal D, ATV, Show TV, Star gibi televizyon kanallarından da artık isimleri saymakla bitmeyecek kadar uzun bir liste oluşturacak sayıda gazeteci ya istifaya zorlandı, ya da iş akitleri sonlandırıldı. Son zamanlarda bu listeye bir de “süresiz izne çıkartılanlar” eklendi.
Başbakan Erdoğan eskiden gazete patronlarına “maaşını ödediğiniz yazara laf geçiremiyor musunuz?” diye açıkça diklenirdi. Patronlar da mesajı alır, gerekeni yapardı. Artık Başbakanın açıkça mesaj vermesine bile gerek kalmadan patronlar “gerekeni” yapıyor gibi. Duyduğumuza göre, Ankara’dan gelen telefonlarla hallediliyor her şey. Zaten otosansür almış başını yürümüş. Piyasada satılan Evrensel, Birgün, Özgür Gündem, Sözcü, Cumhuriyet, Yurt, Sol gibi niş yayınlar hariç, merkez medyada iktidarı doğrudan eleştirebilen tek bir gazete kalmadı.
AKP’NİN BASINDA BAHAR TEMİZLİĞİ
Köşe yazarlığı Türkiye’de çok önemsenen bir kurum. Halkımız kendisine olguları ve rakamları aktarması beklenen muhabirlerden çok, ona akıl veren, düşünce sistematiği dikte eden, olayları kendince yorumlayan köşe yazarlarına güveniyor. MediaCat ve Nielsen tarafından her yıl yapılan “en popüler ve sevilen köşe yazarı” anketinde ezelden beri liste başı yazar (beğenin veya beğenmeyin) Emin Çölaşan. Çölaşan, Hürriyet’ten kovuldu. Çok sevilen yazarlar listesinde yine tepelerde yer alan Ahmet Altan da Başbakanla ters düşünce Taraf gazetesi yöneticiliğini ve yazarlığını bıraktı. Bekir Coşkun, listenin bir diğer değişmez ismi. O da, önce Hürriyet’ten istifa etti, sonra Habertürk’ten kovuldu. Benim düşünceme göre, Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun gibi çok okunan ve sevilen iki yazarın yıllardır çalıştıkları çok satan gazeteleriyle ilişkilerinin kesilmesi, basında AKP temizlik baharının tescillendiği noktaydı. Bundan sonra gelen işten çıkarmaların hem provası, hem de öncüsü niteliğindeydi. 2007 yılı ve onu izleyen birkaç yıl içinde Türk basınının amiral gemisinde yaşanan işten çıkarmalar ve yeni yerleştirmeler (İslami basından Doğan grubuna kadar) hem liberal hem de İslami kesim yazarları tarafından “makul” bulundu; eleştirilmedi. Kazın ayağının bununla sınırlı olmayacağını, bir gün sıranın kendilerine de geleceğini tahmin edemediler; beklemediler. Sevdikleri yazarların tek tek işten çıkarılması okur kitlesinde de büyük infial yaratmamıştı doğrusu. Gazete okuru nankör. Emin Çölaşan’sız Hürriyet çok mu tiraj kaybetti? Bekir Coşkun’suz Hürriyet’te ne değişti? Yeni Şafak’tan Ali Akel kovulunca mütedeyyinler ne tepki verdi? Ahmet Altan ve ekibi Taraf’tan ayrılınca nasıl olup da o gazetenin tirajı arttı? Bu sorular böyle uzar gider. İşten atılan, ayrılmaya zorlanan veya meslek haysiyetinin ayaklar altına alınmasına dayanamayıp istifa eden gazetecileri toplum ayakta mı alkışladı? Tam tersi; onları unutmaya, başlarına gelen felaketi görmezden gelmeye meyletti. Toplumun gazetecilik üzerine oynanan bu kirli oyuna karşı duyarsızlığı, basın özgürlüğünün önünde en büyük engel haline geldi. Özgürlüğün toplum tarafından talep edilen bir şey olması gerekir her şeyden evvel.
Başbakanın basın danışmanları istedikleri kadar “yok öyle şey” desinler. İktidar partisinin talimatlarıyla, muhalif yazıları nedeniyle işten atıldıkları tescillenen yazarların/TV starlarının listesi uzun. İçinde isimlerini atladıklarım varsa, şimdiden özür dilerim:
Hürriyet: Emin Çölaşan, Özdemir İnce, Cüneyt Ülsever, Soner Yalçın, Rahmi Turan,
Tufan Türenç, Tuna Kiremitçi, (Tufan Türenç’in yazılarına son verildi, Uluslararası
Basın Enstitüsü temsilcisi Ferai Tınç istifa etti)
Milliyet: Nuray Mert, Metin Münir, Hasan Cemal, (Derya Sazak yayın yönetmenliğinden alındı; Can Dündar’ın işine son verildi)
Sabah: Tuluhan Tekelioğlu, Yavuz Baydar
Radikal: Haluk Şahin, Türker Alkan, Hakkı Devrim, Yıldırım Türker, Ertuğrul Mavioğlu, Joost Lagendijk
NTV: Banu Güven, Ruşen Çakır, Mirgün Cabas, Can Dündar, Çiğdem Anad
Star TV: Uğur Dündar
Habertürk: Bekir Coşkun, Ece Temelkuran, Amberin Zaman
Star gazetesi: Mehmet Altan
Today’s Zaman: Andrew Finkel
CNNTürk: Ayşenur Arslan
Akşam: Serdar Akinan, Burhan Ayeri, Ali Saydam, Cemalettin Taşçı, Tuğçe Tatari, Hüsnü Mahalli, Turgay Şeren, Sevim Gözay, Ahmet Çavuşoğlu ve Barış Bardakçı
Yeni Şafak: Ali Akel, Teodora Doni, Kürşat Bumin
Sabah: Tuluhan Tekelioğlu, Yavuz Baydar
+1 TV: Tuncay Mollaveisoğlu
Bu listede onuruyla istifa eden sayısız muhabir, editör ve haber merkezi çalışanı yer almıyor. Ama inanın onların sayısı son dönemde işinden olan, çokça tanınmış yazardan daha fazla. Şimdi burada hepsinin adını yazmaya kalksam, maalesef sayfalar yetmez. (Gazetemizi İnternet’ten okuyanlar listeye şu linkten ulaşabilirler: http://www.muhalefet.org/haber-gazeteci-isten-atilir-dovulur-hapsedilir-12-6903.aspx)
Bu gazetecileri saygıyla anıyorum buradan. Onlar sadece çalıştıkları kuruma veya onun yöneticilerine değil, ayı zamanda iktidara ve tüm topluma “bu iş böyle olmaz” demeyi öğreten, onurlu gazeteciler. Sadece Gezi eylemleri sırasında (27 Mayıs’tan bu yana) Türkiye Gazeteciler Sendikasının tespit edebildiği kadarıyla en az 60 basın emekçisi işinden oldu. Zorunlu izne gönderilen az 14 basın emekçisinin ise durumu ise belirsizliğini koruyor. Bu 60 basın emekçisinin 23’ü işten atılırken, 37’si ise istifa etmek durumunda kaldı. Her ne kadar uluslararası çapta etikçi geçinen gazeteciler şimdi kaybettikleri köşelerinde bir zamanlar bu gazetecilerin adını bir kere dahi anmasa da, bu isimler uluslararası basın örgütlerinin listelerinde yer alıyor.
ÖRGÜTSÜZLÜK İKTİDARIN MEDYA TEMİZLİKLERİNE ZEMİN HAZIRLIYOR
Türkiye’de zaten can çekişen basın ve ifade özgürlüğünün ruhuna fatiha okunurken, kendilerini en yakın hissettikleri yazarın işinden edilmesine okurlar tepki vermiyor dedik. Peki, hala aynı kurumlarda çalışan gazeteciler, yani meslektaşları ne yapıyor? Kanımca, henüz pozisyonlarını koruyan aktif gazeteciler işten çıkarmalar arasında “seçkinci” bir hiyerarşi kuruyor. Bazı gazetecilerin çalıştıkları kurumla “yollarını ayırması” “skandal”, bazılarının “kovulması” ise “makul karar.” Ayrıca, merkez medyadaki çoğu gazetecinin basın özgürlüğü anlayışı şu: “Kötülük kendi kapıma veya yakın arkadaşıma dokunana kadar kimsenin başına gelenle ilgilenmem.” Bu kafayla değil basın özgürlüğü, bir cacık olmaz. Nitekim, böyle yıllarca işini kaybeden, hapse atılan gazetecilerin durumunu “makul” görmüş bir yazarın, bugün kendisi işini kaybedince meslektaşlarından sempati ve destek beklemesi gerçekten abes oluyor. Bu tür benmerkezci yaklaşımlar, mesleki dayanışma ve basın özgürlüğü talebinin samimiyetine gölge düşürüyor. Bu ülkenin basını ya hep beraber özgürleşecek, ya da hep beraber zincirli köle gibi yaşayacak. Kötülüğün dile gelmesi için namlunun ucunun illa Hasan Cemal, Yavuz Baydar veya Can Dündar’a çevrilmesini beklemek gerekmiyor. Bu seçkincilik, duyarsızlık ve örgütsüzlük iktidarın yeni medya temizliklerine ve korku iklimine zemin hazırlıyor.
KÖŞE YAZARLIĞI DEĞERSİZLEŞTİRİLDİ
İşin bir de matrak boyutu var: Bizde okunan, sevilen, halkın kendisine yakın hissettiği bazı köşe yazarları da halka genellikle masal anlatıyor. Misal, 2010’un bitmesine yakın, Ertuğrul Özkök, Dünya Editörler Forumu’nda “Köşe yazarlarının önemi artacak” demiş ve bu söylem üzerinden ateşli bir tartışma başlamıştı. Murat Bardakçı ise, bunun doğru olabileceğini, ancak arkadaşının lokantasına gidip sarımsaklı baklavanın ne kadar güzel olduğunu anlatan yazarın değil, konusuna hakim köşe yazarının öneminin artacağını söylemişti. İkisi de yanıldı. Sarımsaklı baklavanın nimetlerini yazanlar hariç, köşe yazarlığı değersizleştirildi.
Ancak, sanırım bir başka yayın yönetmeninin öngörüsü doğru çıktı. Zaman’dan ayrılıp Doğan grubuna transfer edilen Eyüp Can, Radikal’in başına geçtiğinde “sokak yazarı” diye bir kavramı ortaya atmıştı. Eyüp Can, okurların masa başında değil, hayatın içinden yazarları tercih ettiğini ifade ediyordu. Bu kavram, pek çok köşe yazarı tarafından eleştirilmişti. Bugün gelinen noktada ise, “sokak yazarı” kavramı az çok yerli yerine oturmuş görünüyor. AKP’ye muhalefet eden yazarlara birer birer kapı gösterilirken, insanın acaba “sokak yazarı”ndan kasıt bu muydu, diyesi geliyor? Eh, merkez medyanın elit yazarı sokağa çıkınca, eli maşalı Kasımpaşalı’dan kaçamıyor.
AĞLAMAYAN OKURA YAZAR VERMEZLER
Uzun lafın kısası: Medya patronları her daim hegemonyadan gelen taleplere açık ve tek amaçları şöyle ya da böyle gemilerini yüzdürmek. Eğer medya tüketicisi aklını başına toplayıp baskıcı hükümetlere ve onların dümen suyundaki medya patronlarına “dur” demezse, daha çok sokak yazarımız olur. Bu arada, sansür ve işten çıkarmaların ayyuka çıktığı bir medya düzeninde, henüz işlerini koruyan gazeteciler de meslektaşlarına sahip çıkıp, örgütlü protestoya girişmezlerse, eli maşalılarla palalılar arasında telef olacaklar. Ağlamayan okura yazar, mesleğine sahip çıkmayan gazeteciye özgürlük vermezler. Basında yaprak dökümü sürüyor. Bu öyle oturup seyredilecek TV dizisi değil, tepki vermek gerek.
|