Sıkıştıkça hangi yalana sarılacağını şaşıran hükümet, Gezi Parkı olaylarında diline “faiz lobisini” doladı, aklımızla alay edercesine.
Oysa ülkemizin 80 yıllık birikimini, iktisadi bağımsızlığın kalelerini, kârlı, büyük, stratejik öneme sahip, istihdam yaratan, vergi rekortmeni olan, teknolojide öncülük eden KİT’leri “babalar gibi satacağız”, “adlarını tarihten sileceğiz” diyen bir bakanı vardı hükümetin. O KİT’ler bazen 2 yıllık kârları karşılığında, bazen arsa bedellerinin altında, haraç- mezat satıldılar. Satılanların yerine yenisi yapılmadı. Elde edilen gelir borçları kapatmak için kullanıldı. Ama borç yükü yine de arttı.
Geçtiğimiz haftalarda Türk hükümetinin İngiliz vatandaşı olan maliye bakanı, “Özelleştirilecek bir şey kalmadı, Özelleştirme İdaresi’ni kapatmak lazım” deyiverdi. Başbakan ise “IMF’ye borcumuzu ödedik” diyerek kelime oyunu yaptı. IMF’ye olan borcu kapatmanın, ülkenin tüm borçlarını kapatmak anlamına gelmediğini saklamaya çalıştı. 1958’den bu yana IMF’yle yaptığı her anlaşmada borçlarını ödeyen Türkiye’de, IMF ile yapılan en son borç anlaşmasını, 2005’te kendi hükümetinin yaptığını perdelemek istedi.
Bu gerçeklerden hareketle faiz lobilerinin, finans kapitalin dev tekellerinin, çokuluslu şirketlerin ve onların içimizdeki uzantılarının kimler olduğunu bilmekte yarar var.
Öncelikle şunu soru soralım: Büyük bir aceleyle gündeme getirilen varlık barışı ile ne amaçlanıyor? Kimler aklanıyor, affediliyor? Ve birlikte hatırlayalım. Son 10 yılda TÜPRAŞ, PETKİM, şeker fabrikaları ve daha yüzlerce kamu kuruluşu satıldı. Sektör bazında sadece inşaat ve ticaretin payı arttı. Yatırımlar ya tamamen yabancı sermayeye ya da dış borçlanmaya bırakıldı. Yalnızca devletin değil özel sektörün de yatırım gücü azaldı. Buna karşın devletin de, özel sektörün de, hane halkının da borcu katlandı. Özel sektörün ve hane halkının borç toplamı, devletinkini geçti. Cari açık rekor kırdı. Türkiye dışarıya kanamaya devam etti.
2002’de özel sektörün dış borç içindeki payı yüzde 38’di. 2013 Haziran ayında yüzde 69’u buldu. 2002’de 129.6 milyar dolar olan toplam borç, 2012 sonunda 336.9 milyar dolara çıktı. 2007’de Türkiye’nin kısa- orta- uzun vadede ödemesi gereken dış borç yükü 71 milyar dolardı. 2013’te 157.5 milyar dolara yükseldi. Yani 5 yıl içinde dış borç yükü yüzde 121 oranında arttı. Türkiye’nin dış borcunu ödeyebilmek için kısa- orta- uzun vadeli 176.1 milyar dolar kaynak bulmak gerekiyor bu yıl içinde. Toplam dış borç yükünün yüzde 80’i kısa vadeli ödenmesi gereken borçlar ve bunlar da ağırlıklı olarak bankaların, özel sektörün borçları. 2013’te kısa vadeli borç geri ödemelerinin toplamı, 2012’ye oranla yüzde 46 artışla, 125 milyar oldu. 2013’te toplam dış kaynak ihtiyacı 221 milyar dolar ve bunun yüzde 57’si kısa vadeli dış borçların geri ödenmesi için. Türkiye’nin sürekli büyüyen kısa vadeli dış borç yükü, rekor kıran cari açığın iki katına ulaşıyor.
Kısa adı BDDK olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre; tüketicinin bankalara olan kredi ve kredi kartı borcu toplamı sürekli artıyor. Bankacılık sektöründe ağırlığın büyük ölçüde yabancılarda olduğunu bizzat Başbakan Yardımcısı Ali Babacan söylüyor. “Türkiye’de faaliyette bulunan 49 banka var. Yabancı hissesi bulunan banka sayısı 35” diyor.
Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre; ülke ihracatının yarısından fazlasını 3 il (İstanbul, Kocaeli, Bursa) yapıyor. Bu 3 ilimize İzmir, Ankara, Gaziantep, Manisa ve Denizli de eklenince toplamda 8 il, Türkiye’nin toplam ihracatının yaklaşık yüzde 80’ini yapıyor. Eğer 81 ilden sadece 8’i, ihracatın yüzde 80’ini yapıyorsa, toplumsal kalkınmadan, dengeli büyümeden, refahın adil dağılımından, gelir dağılımı adaletinden, refahın tabana yayılmasından, sanayiye dayalı üretimden söz edilemez. O nedenledir ki Türkiye, bölgeler ve sınıflar arası gelir adaletsizliğinde her zaman dünyada ilk sıralarda yer alıyor.
Yukarıdaki veriler, Türkiye’nin temel yapısal sorunlarından olan dış ticaret açığını ve cari açığı karşılayacak gücünün olmadığını gösteriyor. Şişirilmiş, hormonlu büyüme rakamlarının foyası da meydana çıktı. Büyüme hızı düşen, büyürken bile istihdam yaratamayan, tasarruf gücü azalan, yatırım kabiliyetini yitiren Türkiye’nin ihracat yaptığı bölgeler de sorunlu. Geleneksel pazarlarımızdan olan Avrupa, küresel ekonomik bunalım nedeniyle, bir diğer önemli pazarımız olan Ortadoğu ise bölge ülkeleriyle yaşadığımız gerginlik nedeniyle daralmış durumdalar.
Bu ekonomik gerçekler ortadayken, “faiz lobisi” yalanını söylemek için beyzbol sopasını görünce ayağa kalkan, danışmanının ifadesiyle “deliğe süpürülmeyip kullanılan bir adam” olmak gerekir. Peki, bu yalana inanmak için?
Ona da siz karar verin…
|