Gezi Parkı eylemlerine karşı kendi taraftarlarını Kazlıçeşme’ye toplayarak yanıt veren, yandaşlarına “Tencere tava çalan komşularınızı ihbar edin!” diyen zihniyet giderek genelleşiyor.
Bunun ilk işareti Süper Kupa maçı öncesi yaşananlar. Galatasaray-Fenerbahçe maçını “Statta hükümeti protesto eden sloganlar atılacak!” kaygısıyla, il il gezdirdikten sonra “AKP’nin başkenti” sayılan Kayseri’ye (Erdoğan’ın Gezi parkı eylemlerine karşı yaptığı son Kayseri mitingine ancak 30 bin kişiyi toplayabildiği dikkate alındığında Kayseri’nin de çok tekin olduğu söylenemez artık) taşıyan zihniyetin uygulamalarına bakıldığında bunun, geçici bir tedbir olmaktan çıkıp devlet politikasına dönüştüğü görülüyor.
Polisiye önlemlerle vatandaşın her davranışını kontrol altına alma girişiminin ilk ciddi adımının da Ankara Emniyet Müdürlüğünün devreye soktuğu “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” olduğu anlaşılıyor.
Bu projeye göre, vatandaş adını bildirmeden ve en yakın yerdeki belirlenmiş noktalardan polisi arayarak komşularını ihbar edebilecek! Böylece “muhbir vatandaş”, söylediğinin doğru olduğu kaygısını taşımayacağı gibi, kimliğinin bir biçimde açığa çıkması endişesini de taşımadan ihbarını yapabilecek! Dahası “ihbar hizmeti” için de çok uzağa gitmeden hemen köşe başından “kutsal muhbirlik” görevini yerine getirebilecek.
12 Eylül’ün cuntası bile “sayın muhbir vatandaşlar”ı için böylesi kolaylıklar geliştirmeyi akıl edememişti.
Ama daha bu projenin nasıl vatandaşı, vatandaşın polisi haline getireceği, bunun komşular arasında güven sorununa yol açacağı, muhbirliğin ahlaki bakımdan kabul edilemez olduğu tartışılmaya başlanmıştı ki, Başbakan Yardımcısı Arınç bu girişimin devamının olduğunu açıkladı.
Arınç, TRT’de çıktığı bir programda, “Üniversitelerin açılması bahane edilebilir, spor gösterileri bahane edilebilir, kendi amaçları bakımından önemli gördükleri günler bahane edilerek geçmişte yaşadığımız (Gezi Parkı eylemleri kastediliyor) olaylara benzer birtakım davranışlarda bulunabilirler. Bunlara kesinlikle müsaade edilemez... Bu konuda istihbaratımız var...” diyerek, aslında bundan böyle üniversite açılışlarından özel günlere, spor karşılaşmalarından çeşitli kitlesel etkinliklere her alanı polis denetimine alacaklarını ilan etti.
Önlemlerin böyle sözcüğün doğrudan anlamıyla polisiye önlemlerle sınırlı olmadığı da anlaşılıyor. Nitekim dün de Krediler ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü (YURT KUR), “Duvara yazı yazan ve resim yapan, direnişe, boykota, işgale katılan, slogan atan öğrencilere öğrenim kredisi verilmeyeceğini” açıkladı.
Bu uygulama ve açıklamalardan da açıkça anlaşılmaktadır ki AKP Hükümeti, öz güvenini yitirmiş, kendisine karşı her köşede, her protestoda bir komplo görme psikolojisine girmiştir. Dahası Hükümet Gezi Parkı’nda polis şiddetini mazur göstermek için uydurduğu “komplo”, “darbe girişimi”, “arkasında karanlık güçler var” yalanlarına kendisi de inanmaya başlamıştır ki; bu bir hükümet için hiç de hayra alamet bir ruh hali değildir.
Ama bir hükümet, bu bahanelere dayanarak vatandaşlarını, maçlarda, okullarda, kutlama ve çeşitli türden etkinliklerde polis denetimine almak istiyorsa, her türlü ifade özgürlüğünü kullanmayı, protestoyu komplolara, karanlık güçlere bağlayarak yasa dışı ilan ediyorsa, “burs vermek” gibi bir hizmeti bile “slogan atan öğrenciye” yasaklayacak boyutta çığırdan çıkmış bir baskı uygulamaya yöneliyorsa, “diktatoryal uygulamalar” eleştirilerine nasıl karşı çıkılabilir?
Öyle görünmektedir ki Hükümet, bir yandan öğrencileri, burs ve öteki hizmetlerden yasaklayarak öte yandan polis baskısı ile de hizaya getirmek için 12 Eylül döneminde örneklerine tanık olduğumuz baskı yöntemlerini devreye sokmaya hazırlanmaktadır. Ki, şimdi 12 Eylülcülerin farklı olarak AKP Hükümeti, statları da üniversiteler gibi sakıncalı, zapturapt altına alınması gereken alanlar olarak görmektedir.
Hükümetin uygulamalarına tepki verenleri komşusuna ihbar ettir, statları okulları, polis işgaline al, bayramları festivalleri, kutlamaları zapturapt altına almaya kalk, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünün kullanımını Hükümete karşı komplo niyetine bağla; sonra da halkın karşısına çıkıp,”Biz diktatör değiliz. Seçimle geldik, seçimle gideriz” de!
Kim inanır ki buna!
|