Ramazan ayı ile birlikte, Başbakan her akşam bir başka iftar yemeğinde adeta seçim meydanlarını aratmayacak bir performans gösteriyor. Gündem tek; Gezi Direnişi !
Direnenler “haysiyet direnişi” diyorlar, hükümet tarafı sokak olayları.
Başbakan, Gezi Direnişi'ne karşı açtığı cepheyi üç temel argüman üzerine oturtmaya çalışıyor.
Komplo, vandalizm, ideoloji.
Komploya gereksinim duyuyor çünkü gerçekler acıtır. Oysa komplo mantığı hem yüreğine su serper hem de kendi kitlesi için bulunmaz merhemdir.
Komplo tasarımı çerçevesinde, hak etmediği halde haksızlığa uğrayan bir kurban, komplo kurulması ihtiyacı duyulan, ancak böyle yıkılabileceği düşünülen bir lider ve nihayetinde tüm bunları boşa çıkaran ve dimdik ayakta kalan bir kahraman olarak karşımıza çıkıyor.
Komplo konsorsiyumunda kimler var bir bakalım; CHP, faiz lobisi, Yahudi lobisi, Amerika (ama Obama’nın dışındaki bir Amerikan odağı bu) ve bunların taşeronu olan pizzacı Meksikalılar, Hırvatlar vs.
Dikkat edilirse muhafazakar seçmen için ideal bir düşman örgüsü.
Öte yandan geçmişte yaşanan travmatik olaylar hatırlatılarak, Menderes’in idamı, Özal’ın şüpheli ölümü üzerinden özdeşleşme yaratılır ve kitleye mesaj verilir “bu sefer yedirtmeyin” .
Elde hiçbir belge, kayıt vs. olmadan, yalan üzerine kurgulanan bir prodüksiyonla, yandaşlar seferber edilir, onların korku ve öfkelerini kabartan bir hitabetten geri durulmaz ve onlar da “sizi yedirtmeyeceklerini” haykırırlar.
Komplo tasarımı derinlemesine analiz gerektiren bir içerikle sunulmaz elbette, manşetler, aforizmalar, genellemeler ve retorik yüklenmeler halinde hedef kitleye takdim edilir. Zaten yazılı ve görsel basın emre amadedir.
Ana akım medya denilen Pravda türevi basın anlayışının tüm enstrümanları bu tertibin güdümündeyken, halkın gerçeklik değeri taşıyan hiçbir görüntü ile etkileşmesine fırsat verilmemişken, tek yanlı, cıvık cıvık sağcı demagojinin bütün mottolarını fütursuzca kullanan diğer medya zaten evvel emirden itibaren eldeyken, süreç nakış gibi işlenir.
Sonuç olarak, kallavi bir düşman bizim hizmet aşkıyla dolu delikanlımızı elimizden almak üzeredir, aman safları sıklaştırın, uyanık olun, desteklerinizi esirgemeyin mesajı gönderilir.
İkinci argüman vandalizmdir.
Devletin malına zarar verme, yetimin hakkını tahrip etme, halkın vergileriyle alınmış, yapılmış kamu mallarını ortadan kaldırma üzerine tekrarlayan bir propaganda tesis edilir ve buna müsaade edilmeyeceği yönünde, devlet adamlığı basireti gösteren bir profil çizilmeye çalışılır.
Oysa Gezi Parkı’nı bir beton yığınına çevirerek ortak kamusal malımızı, özel sektöre devreden bu proje bizatihi kamu malını ortadan kaldırmaya tekabül etmez mi ?
Eğer direnişçilerin gerçekten yakma yıkma gibi bir motivasyonları olsaydı İstiklal Caddesi gibi yoğun işyerinin ve küresel sermaye ile özdeşlemiş çok sayıda dünya markasının bulunduğu dükkan bu vandalizmden payını alırdı.
Eğer çok ünlü bir Jean markasının camına yazılan “çok pahalısınız alamıyoruz” sloganı vandalizm ise, bırak o kadar olsun Sayın Başbakanım.
Evet polisleri taşıyan birkaç belediye otobüsü, birkaç polis aracı tahrip edilmiştir. Buna iktidarla sıkı fıkı ilişkileri olan bir TV kanalının canlı yayın arabasını da ekleyebiliriz belki ama bu kadar büyük kitlesel bir eylem sonunda ortaya çıkan bu bilançoyu vandalizm olarak tanımlamak demagojiyi aşan bir yaklaşımdır.
Oysa vandalizmse konumuz, ölümlerimiz, körlerimiz, yaralılarımız var. Bu travmayı yaratan vandallar kim o halde ?
Sayın Başbakan, polise şiddet uygularken ölen bir kaç kişiden söz etti.
Ethem, Ali İsmail, Abdullah yani...
Biraz insaf, çokca vicdan !
Bu “alevi” çocuklar için iyi bir şeyler söylemeye diliniz varmıyor, anladık. Şaşırmadık ama, hiç değilse biraz susmayı yeğleseniz. Mütekamil bir müslüman gibi, sakin, dingin birisi olmayı deneseydiniz hiç değilse.
Hiç değilse bu mübarek Ramazan ayında, herşeyin son tahlilde fani olduğunu idrak edebilseydiniz.
Üçüncü argüman ideoloji.
Başbakan bireyin idelojik bir formasyonda olmasını adeta hastalıklı bir hal olarak ele alıyor.
Kendisi hizmet aşkıyla yanıyor ve fakat karşısında ideolojik “anarşikler” var.
“Olayın parkla ilgisi yok, olay tamamıyla ideolojik” diyor.
Yani malum komplo konsorsiyumu, olaya ideolojik bir kılıf bularak masum çevrecileri ketenpereye getiriyor.
Kendisini ısrarla ideolojilerden arınmış bir lider pozisyonunda tutmak istiyor ve bunun için de “hizmet” retoriğine sarılıyor.
Sanıyorum tarihe iz bırakmak istiyor. Bunun için de tıpkı kendinden önceki otoriteryan liderler gibi yapılardan, inşaatlardan medet umuyor.
Bakın Stalin de öyleymiş.
Tutmuş Beyaz Deniz'i, Baltık Denizi’ne bağlayan bir kanal projesi hazırlatmış.
Yıl 1931 ! Hızlı ve düşük maliyetli bir proje olmalıymış.
125 bin rejim aleyhtarı mahkum çalışmış, 25 bin kişi hayatını kaybetmiş. 225 kilometrelik kanal iki yılda bitirilmiş. Ama bugün dünyanın en gereksiz kanalı olarak anılıyormuş.
Tarihte buna benzer çok sayıda örnek olduğu söyleniyor.
Eğer yaşadığınız döneme damga vurmak istiyorsanız farklı kanallar var, onları deneseniz nasıl olur ?
Biliyorum, “peygamberimiz yaşasaydı en lüks cipe binerdi” diye kelam eyleyen müftülerin olduğu bir camiadan, ticareti, inşaatı kutsayan siyasilerin çıkması kadar doğal bir şey olamaz.
Demokratik yaşam tarzını benimsemiş liderlere baktığınızda genellikle herkes gibi alışveriş yapmaları, ya da bisiklete binmeleri kalır akıllarda.
Sahi bir dener misiniz ?
Aman dikkat “attan düşme” hikayesi gibi olmasın.
|