Bu hafta en ilgiyle okuduğum haberde T24 sitesinden Volkan Koç Tophane’nin ağır abilerini konuşturmuştu. O abiler ki “Biz Allah’a inandığımız gibi Ak Parti’ye inanıyoruz. Burada kendimizi zor tutuyoruz. Gençleri zor tutuyoruz. Tayyip ‘çıkın’ desin, Taksim’i dağıtırız” diyordu.
Ve yine o abiler ki, bugün zor tuttukları o gençleri üç sene önce salıvermiş, sergi bastırıp galeri dağıttırmışlardı.
Abilerin iyi tarafı şu... Onlarınki körü körüne bir hükümet, Başbakan sevdası değil. Rasyonel sebepleri var. Diyorlar ki;
“Tayyip, IMF’ye borcu sıfırladı, para rezervini arttırdı. İşin içinde oyun var. Memleketin kalkınmasını istemiyorlar. Bunlar tekrardan Osmanlı olmasın, faiz lobileri devam etsin diyor. Bütün dava ekonomik...”
Demek ki abilerin ellerinde sopa, dillerinde şiddet var ama gerektiğinde “büyük resmi” de görebiliyorlar.
Şimdi onlara başka bir büyük resim tarif etmeye çalışacağım. Oturdukları kahve Boğazkesen filan tarafındaysa şöyle bir zahmet üst katlara doğru çıkıp Karaköy’e doğru baksınlar. Sonra kendi etraflarında 360 derece dönüp o manzarayı akılda tutmaya çalışsınlar. O gördükleri manzara yakın zamanda limanlarla, alışveriş merkezleriyle, otellerle, restorasyon diye yıkılıp eskisinin replikası olarak yeniden yapılan mahallelerle tamamen değişecek çünkü. Tıpkı Sulukule ve Tarlabaşı gibi Tophane de “nezihleştirildiğinde” mahallelisi orada tutunamaz hale gelecek. Birkaç galeride içki içildi diye terör estirenler, semtlerinin ayaklarının altından nasıl kaydığının farkına bile varamayacaklar.
İşte o zaman şehrin epey dışındaki başka bir mahallenin “Yeni Tophaneliler” adlı kahvesinde oturup Taksim’i dağıttıkları, gazetecilere ahkam kestikleri günleri anlatacaklar birbirlerine. O Karaköy manzarasını akıllarında tutmalarında o yüzden fayda var.
Sevincinden utanmak
“Bakın” dedi doktor, “burada güzel bir burun kemiği görüyorum. Bu da kafasından bir kesit. Kulağını görüyor musunuz? Beynin gelişimine bakacağız şimdi. Kaburgaları da sayalım... Böbrekler ve idrar kesesi... Makul miktarda idrar var. Ellerine bakın, yumrukları sıkılı. Bu da ayakları. İnce uzun parmakları var. Uzun boylu bir çocuk olacak bu... İsmi ne olacak?”
Karımla ultrason muayenesinde doktoru dinlerken uzun uzun bilgisayar ekranına, hızla kıpırdayan karartılara baktık.
Gerçekten de bir insan yüzü, balık kılçığından hallice kaburgalar, kibrit çöpü gibi parmaklar, ayaklar gördük. Ekran renkliye döndüğünde kanın kırmızı-mavi akışını izledik, fındık kadar bir kalbin telaşlı telaşlı atışını dinledik.
Oğlumuz kıpır kıpırdı, dünyaya doğru yolculuğunda yarı yolu geçmişti.
Çarşamba akşamüstüydü. Biz doğmamış oğlumuz sağlıklı mı, eli ayağı tam mı diye muayene raporunu beklerken, aynı anda Eskişehir’de başka bir ana-baba, doğurup büyütüp 19 yaşına getirdikleri oğullarının otopsi raporunu bekliyordu.
Bir doktor bize muayenenin video kaydını hazırlarken, birileri Ali İsmail Korkmaz’ın dövülme görüntülerini ortadan kaldırmaya çalışıyordu.
Bir doktor, bir saat boyunca anne karnındaki bir bebeği evirip çevirip her organını ölçmeye çalışırken, milyonlarca kişinin sorumluluğunu taşıdığını varsaydıklarımız, dövülerek öldürülmüş bir gencin hesabını sormamak, adını ağızlarına almamak için her yolu deniyordu. İnsan sevinmekten, böyle zamanlarda utanıyordu.
Anayasa, çok önemli!
* Üzerinde uzlaşılmış 48 Anayasa maddesini değiştirmek için üç parti anlaşacak gibi duruyor. (Belki de anlaşmazlar. Bu işler ilkelere değil, egolara ve taktiklere bağlı olduğu için belli olmaz.) Hepimiz daha demokratik, güvenli, insan haklarına saygılı bir ülkede yaşamayı hak ediyoruz. O yüzden “Polisin gaz kapsülüyle kafaya göze nişan alması, saç çekip insanları yerlerde çuval gibi sürüklemesi, sivil polislerin kuytu sokaklarda gösterici kıstırıp dayaktan öldürmesi, meslek örgütlerinin temsilcilerinin gözdağı için gözaltına alınması, çırılçıplak soyulup aranması filan serbesttir” diyen anayasanın hangi maddesiyse, o maddeden başlasınlar değişikliğe.
* PKK yönetimindeki değişiklik, süreç için ne anlama geliyor diye soruyor herkes. (Herkes dediğime bakmayın. Meraklısı...) Cengiz Çandar, Kongra-Gel’in Başkanı Remzi Kartal’ın bu konuyu Türkiye kamuoyuna açıklamaya çalışan sözlerini köşesine taşımış. Kartal, Kongra-Gel’in yasama organı olarak anlaşılması gerektiğini, KCK Yürütme Konseyi’nin, hükümet gibi algılanabileceğini söylüyor. Remzi Kartal Genel Başkanlık Konseyi’ni açıklamaya çalışırken de “Bunu devlet sistemiyle açıklamaya çalışırsak eğer cumhurbaşkanlığına tekabül ediyor” diyor. Evet Remzi Kartal, her şeyi böyle devlet sistemi üzerinden açıklamaya devam edin, “PKK’nın niyeti ayrılmak değil” diye kendini paralayanları da açığa düşürün, olur mu...
* Çapulcu’nun birçok sektörde marka olarak tescil edildiğini okumuştum, Gezi kitaplarının rafları doldurmaya başladığını da dün gözümle gördüm ama Y kuşağı pazarlamasıyla yüzleşmeye hiç hazır değildim. Şöyle bir mail aldım (spam demek daha doğru): “Y kuşağının tercihi home office. Daha özgürlükçü yaklaşımlar sergileyen Y kuşağı iş yaşamına evden başlamayı tercih ediyor.” Ne var ki bütün enerjiyi çarpıcı başlık bulmak için harcadıklarından olsa gerek, bir sayfalık bültendeki laf salatasından ne sattıkları anlaşılmıyordu. (Ofis mobilyası da olabilir, ofis inşaatı projesi de.)
|