Din küçültülüyor
1- Çamlıca camisi: İstanbul’un her yerinden gözüksün diyen Başbakan’ın deyimine göre (debdebe), yani gösterişe girmez mi? Debdebe dinen mekruhtur. Aşırı ziynetten kaçınınız, hadis-i şeriftir...
Ayrıca: İşyeri ve iskândan uzak oluşundan ötürü cemaat pek gitmez. Yapılan masraf israfa girmez mi? Dolayısıyla (la yusrifu) emri kuraniye inkâr edilmiş olmaz mı?
2- ‘Hapiste ne için yattığımı bilmiyorum’ diyen insanların feryatları kul hakkına girmez mi? ‘Allah, kul affetmeyince affedemem’ diyor. Yani affı olmayan bir günah değil midir?
3- Gülen cemaati: (La teferreku vela teferredu) emri kuraniye inkâr ve reddolmuş olmaz mı? Çünkü cemaat tefrikadır. (Farklılıktır.)
Başta Diyanet İşleri Başkanlığı, müfti ve muadili eşhas neden açıklama yapmıyorlar?
Bu şahısların aldıkları maaş helal midir? Evladı yale haram yedirmiyorlar mı?
Daha önce Diyanet İşleri Başkanı Prof. M. Görmez’e daha teferruatlı yazdığım e-postaya cevap alamadığım için aracılığınız ile cevap beklemekteyim. Vecaibi diniye kaale alınmamakta; din küçültülülüyor, değersizleştiriliyor.
Gayem dini mübini savunmaktır.
Ahmet GAMSIZOĞLU
Biliyor musunuz
Çelebi’nin eşi Türk vatandaşı olmuş!...
-FAS’ın İstanbul Başkonsolosu Mohammed Sbihi’nin, ‘palalı’ Sabri Çelebi’nin Faslı eşinin Türk vatandaşı olmasından ötürü bu kişinin aranması ya da sorulmasının önce Türkiye’de makamlarca yapılması gerektiğini, “Eşi Türk vatandaşı olduğu için bizimle bir ilgisi yok. Ancak Türkiye isterse, Fas Büyükelçiliği vasıtasıyla bilgi talep edebilir” dediğini...
- CHP Edirne’den seçilip daha sonra AKP’ye geçen Prof. Dr. Necdet Budak’ın, TRT3-GAP kanalında cumartesi günleri ‘Tarım Hayattır’ adlı bir program sunmaya başladığını...
Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı: ‘Doğru değil...’
FATİH Kız Lisesi’nin imam hatip lisesine dönüştürülmesi kararından sonra buraya Hayrünnisa Gül adının konulacağının okul çevrelerinde konuşulduğunu anlatan okur mektubu üzerine Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanı Ahmet Sever aradı ve “Bunun doğru olmadığını ifade ediyorum” dedi. “Nasıl yani, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü veya Din Öğretimi Genel Müdürlüğü böyle bir karar almış olamaz mı?” deyince de Sever şöyle dedi: “Hayır, kesinlikle bu olamaz. Sayın Cumhurbaşkanımız ve eşiyle konuşmadan böyle bir adım atılması söz konusu olamaz.”
Her sandıktan çıkan sandıkla gitmiyor
CUMHURİYET tarihimizin yeni sayfası, olağanüstü uyarıcı, ders verici, ama şiddetten uzak #DİREN GEZİ ve #DİREN DURAN ADAM eylemlerinin, dinci faşizm heveslileri tarafında yarattığı büyük deprem ve artçılarının sürmesinin verdiği büyük korku nedeniyle, AKP iktidarı, özellikle laik, demokratik sivil toplum kuruluşlarını işlevsiz ve etkisiz bir konuma geriletmek, sindirmek ve yıldırmak için, yeni yasal önlemlere başvurmaktadır.
AKP’nin, kulağa hoş gelen ama yutturmaca olan ‘ileri demokrasi’ kılıfına sardığı dinci faşizmin yöntemleriyle, muhalefeti susturmak üzere başvurduğu önlemler, çağdaş demokrasiyi yerle bir etmek için son darbelerdir...
Bu gidişat çok korkunç bir gidişattır... Dolayısıyla ‘Dur!’ denilmesi zorunludur...
Bu bağlamda, çağdaş ve uygar ulusların olağanüstü önem verdikleri değer dizgesi vardır.
Bir de bu yaşananlardan aldığımız örnekler vardır.
Hitler de sandıktan çıkmıştı ama sandıkla gönderilemedi. Her sandıktan çıkan, sandıkla gitmiyor!...
Bulgar medyası ve Ramazan
MÜSLÜMAN dünyasının ‘11 ayın sultanı’ olarak nitelediği Ramazan ayı başladı. Dünyanın her yerinde Müslümanlar Ramazan ayının başlangıcı nedeniyle camileri doldurdu. Avrupa’da halihazırda 44 milyon 138 bin Müslüman yaşıyor. Avrupa Birliği’nde ise en çok Müslüman nüfusa sahip ülke Bulgaristan. Ancak Bulgaristan’daki ulusal medya kuruluşları, Müslümanlar için olağanüstü bir öneme sahip Ramazan ayıyla ilgili en küçük bir haber bile yayınlamayarak ülkedeki Müslümanlara önyargıyla yaklaştıklarını göstermiş mi oldu?
Avrupa Konseyi Dış İlişkiler Sofya Müdürü Dimitır Beçev’e, Bulgar medyasının ülkedeki Müslümanlar için son derece öneme sahip Ramazan ayıyla ilgili neden haber yapmadığı sorduk. Beçev, nedeninini açıklarken kültürel ve dini çeşitlilik fikrinin benimsenmesi ve Bulgaristan’ın etnik kökenine, dinine ve diline bakmaksızın tüm vatandaşlarına ait olduğu anlayışının kabul görmemesine bağladı.
7 milyon 500 bin nüfuslu Bulgaristan’da yaklaşık 1 milyon 500 bin Müslüman, o ülkenin ulusal medya kuruluşları tarafından görmezlikten geliniyor.
Orta Doğu ve Arap Dünyası Uzmanı Prof. Vladimir Çukov’a göre ise konu sadece medyaların haber anlayışına bağlı. Çukov, Pazarcık şehrinde antidemokratik ideoloji yayma suçundan yargılanan imamların davasıyla kıyaslama yapıyor.
Çukov’a göre, ”Ramazan ayı her yıl tekrarlanıyor ve basın için sadece ‘haber’ niteliği taşıyor. Pazarcık’taki Müslümanlara karşı yürütülen dava ise ‘son dakika haberi’ olarak görülüyor. Pazarcık’taki davanın Ramazan’dan daha güncel görülmesi doğaldır ve medya buna yöneliyor. Tabi Ramazan ayı Müslümanlar için kutsal bir ay ve Bulgar medyasında gerektiği gibi yer almalı.”
Ancak Bulgar medyasını yakından tanıyan gazeteci Nahit Doğu, medya kuruluşlarının ülkedeki Müslümanlara Çukov’un ‘haber’ ve ‘son dakika haberi’ penceresinden baktıkları yönündeki savını desteklemiyor.
Doğu, ‘kötü haber, iyi haberdir’ (bad news is good news) anlayışının genelde dünya çapında medya kuruluşları için geçerli olduğunu ancak Bulgaristan’daki bu durumun bununla açıklanamayacağını söylüyor.
”Bulgaristan’daki ulusal medya kuruluşlarının yöneticileri Ramazan ayına ‘bizden olmayan’ bir olgu olarak bakıyor ve haber yapma ihtiyacı duymuyor. Dolayısıyla azımsanmayacak bir rakama sahip Müslüman nüfusa ‘ötekiler’ olarak bakarsanız o toplumun haberleri de sizin için pek bir öneme sahip olmaz ve yayınlamazsnız. Tabi Bulgaristan’da ulusal medyada kaç tane Müslüman gazetecinin çalıştığını da incelemek gerekiyor.”
Doğu, Bulgar medyasının ‘ötekilere’ yaklaşımını sadece dini bağlamda ele alınmaması gerektiğini savunuyor. ”Bugün Bulgaristan’ın neresine giderseniz gidin Türklerin en yoğun yaşadığı Kırcaali şehrinin adını telefuz ettiğinizde karşınızdaki Bulgarın zihninde belirecek ilk fotoğraf Türkiye’den oy kullanmak için gelen Bulgaristan vatandaşı Türklerdir” diyen Doğu, nedeninin ise her seçim öncesi ulusal medyanın attığı ‘Türkler geliyor’ şeklindeki başlıkları olduğunu kaydediyor ve bu şehirde gerçekleştirilen Türklerin folklor festivallerine ise Bulgar ulusal medyasının yer vermediğini hatırlatıyor.
Bulgar devlet televizyonunun 10 dakikalık Türkçe haber bülteninde çalışan gazeteci İzzet İsmailov, ülkedeki ulusal medya kuruluşlarında Ramazan ayı ile ilgili haber olmadığının farkına bile varmadığını belirterek, bu duruma alıştıklarını söylüyor: ”Devlet televizyonundaki bir program dışında, medyada Müslümanlara karşı olumlu tavır görmek zor. Ancak bayram öncesi ‘komşuluk’, ‘hoşgörü’, ‘etnik model’ ve başka kalıplar çerçevesinde röportajlar bekliyorum. 90’lı yıllardan kalan bu kalıpların içinden çıkamayan Bulgar medyası bunu da haber açısından yeterli görüyor.”
Medya toplumu şekillendiriyor; toplum da medyayı... Bulgaristan’da dini ve etnik azınlıklara medyanın bakışını kuşkusuz haberleri hazırlayanların ve yön verenlerin dünya görüşü biçimlendiriyor. Bu döngüde azınlıklara ‘ötekilerin haberi’ olarak bakmaya devam edildikçe yine o azınlıklar Bulgar medyasında kendi haberlerini görmekten mahrum olmaya devam edecekler.
Nahit DOĞU / SOFYA
Devlet Tiyatroları yeni sezona hazırlanıyor.
BİRKAÇ ay önce Kültür ve Turizm Bakanlığı kulislerinde, devlet bünyesinndeki sanat kurumlarının yeniden yapılandırılacağı, belki de kapanmanın eşiğine gelebileceği yönündeki söylentiler kulağa geldi. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ömer Çelik’in bir Tv programında “hazırlanan yasa taslağında son düzenlemelerin yapıldığına” ilişkin demeci ile genelde sanat kurumları, özelde tiyatro ve opera-bale çalışanlarını bir karmaşaya sürükledi. Bu dezenformasyon ortamına, gazetelerde hemen her gün yenisi eklenen nirengi meçhul haberler, sanat kurumlarının iç işleyişini, çalışanların motivasyonunu olumsuz yönde etkilemekten geri kalmadı. Diğer yandan olası tasarı, akademisyenler, kompetanlar, siyasiler tarafından enine boyuna tartışıldı. Sivil toplum kuruluşları ve dernekler toplantılar düzenledi, pek çok düşünce ortaya konuldu. Katıldığım toplantılarda sanat disiplinlerinin ortak çözüm üzerine kafa yorduğuna tanık oldum; ancak sarfınazar edilen önemli bir nokta vardı. Öyle ki, görev yaptığım Devlet Tiyatrosu’nun ve diğer sanat kurumlarının ülkemiz için neden gerekli olduğunu, fiziki şartların çetinliğine rağmen neler üretildiği, ne sürede, kaç sayıda emektarla ne denli büyük prodüksiyonlara imza atıldığını öncelikle halka, ikincil olarak da devletin üst organlarına aktarmayı, az sayıda kişinin dile getirdiğini gözledim. Kuşkusuz sözüne ettiğim; muktedir olan kişilerden randevu alıp, ‘sanata dokunmayın’ sloganının ötesinde, zamana yayılmış barışçıl ve tamamen uzlaşmacı bir üslupla, kendini sayfalarca anlatmaktan ziyade, etüt ederek diyalog kurmak. Ancak kast ettiğim teamülün defaten başarılamayacağı da bir gerçek.
Yasa taslağı tartışmalarının hemen ardından Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevine, daha önce Başrejisörlük görevini üstlenen sanatçılarımızdan Sayın Mustafa Kurt atandı. Kurt göreve geldiği ilk günlerde “ayrım yapmaksızın herkese, her kademedeki çalışanlara kapısının açık olduğunu” belirten bir mesaj yayınladı. Bu insancıl mesaj Devlet Tiyatrosu’nda solunan karamsar havayı dağıtabilecek bir pencere, alışagelmiş yönetici üslubunun ötesinde, birçoğumuzun özlediği mutedil bir “merhaba” oldu. Devlet Tiyatroları’nda dramaturg olarak görev yapan şahsım adına bu kucaklayıcı yaklaşımın, repertuar politikasına da yansıyabileceği, dahası ışıyacağı beklentisine kapıldım. Hedeflenenin ‘kapalı gişe’ oynamaktan öte, Devlet Tiyatroları’nın kuruluş yasasının da öngördüğü, daha çok kişiyle tiyatroyu buluşturmak gibi ufki bir hedef yolunda gitmesi gerektiğine hep inanmışımdır. Toplumun her sınıfına eşit mesafede dokunarak, kolektif bilinci de içine alan, salt müdavimleri değil, tiyatroya ilk kez gelen seyirciyi de dikkate alarak, toplum mühendisliğine soyunmadan, estetik dayatmacı zihniyetten sıyrılmış bir repertuar anlayışına ulaşabileceğimizi düşünürüm. Bu perspektif ile Devlet Tiyatroları’na bağlı her yerleşik bölgenin repertuarını oluştururken, yalnız biçimsel olarak ‘komedi, tragedya’ darlığında değil, içeriğe ilişkin hususlarda da o bölgede yaşayan halkın da görüşleri göz önünde bulundurularak işin mutfağına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu sayede gerçek anlamda ‘geniş yelpazeli’ repertuar anlayışına kavuşup, 25 yüzyıldır yaşayan, özgürlüğü her daim yücelten tiyatro sanatını, kelimenin tam anlamıyla özgürleştirmiş, özgürleştirirken de çoğulculaşmasını sağlamış olacağız.
Kısa süre önce Genel Müdürlükçe düzenlenen toplantıda Devlet Tiyatrosu’nda, bahsettiğim barışçıl, umutlu havanın pek çok bölgedeki meslektaşımı olumlu yönde etkilediğini, yeni sezona her zamankinden farklı bir coşkuyla hazırlandığına tanık oldum. Hazırlıklar son şeklini alır almaz kamuoyuna ilan edilecek projelerin başında Sayın Mustafa Kurt’un göreve gelir gelmez üzerine çalıştığı 2014 Mart ayında Bursa’da yapılması planlanan Uluslararası Balkan Ülkeleri Festivali ve Ankara’da gerçekleşmesi planlanan Shakespeare Günleri var. Sonuç olarak, hem halkla ilişkiler, hem de devlet erkanıyla koordinasyon sağlayarak kurumsal tanıtımın yeniden yapılandırılması gereken bu günlerde Devlet Tiyatrosu’na her zamankinden farklı bir sorumluluk düşmektedir. Görünen o ki, yeni sezonda karşısındakini dinlerken yöneticiliği değil, insani diplomasiyi ön planda tutmaya özen gösteren Genel Müdür Mustafa Kurt’un önderliğinde üstümüze düşen görevi, Türk Tiyatrosu’na yön veren tiyatromuzun misyonu adına ve ramp ışıkları altında alın teri dökmüş, rahmetle andığımız ustalardan emanet alınan bayrağı, gelecek kuşaklara miras bırakmak için yerine getireceğiz.
Pınar MERTERKEK-İzmir Devlet Tiyatrosu Dramaturg
Aslan’ı kim Meclis’e seçti
İNTERNET sitenizde gördüğüm bu haber ve başlık beni şoke etti.
AKP’li Zeyid Aslan adlı milletvekili kadın gazetecilere “Ben de sizin bacak aranızı çeksem...”
Bu nasıl bir terbiyesizliktir.
Biz yurtdışında yaşaşanlara bazen soruyorlar:
“Bu insanları nasıl Meclis’e gönderip oy verirsiniz?”
Ben sahsen cevap veremiyorum, aranızda buna cevap verebilecek biri varsa lütfen bana yardım edin.
T. KARSLI-KANADA
|