Çok uzun bir mücadelenin başlangıcında olduğunu karıncalar da bilir. Ama yuvasına yiyecek taşımaktan ve zamanı geldiğinde bu yiyecekleri afiyetle yemenin hayalini kurmaktan asla vazgeçmez. Tıpkı özgürlük hayalinden vazgeçmeyen insanlar gibi…
Belki yukarıdan, Başbakanın baktığı yerden küçük karıncalar gibi görünüyoruz hepimiz. Kimimiz meydanlarda, kimimiz caddelerde yürüyüşlerde; kimimiz balkonlarda, camlarda, evlerinin önünde tencere tava hep aynı hava şarkısına yepyeni bir nakarat üretme heyecanı ile gürültü yapmakta; kimimiz ışıkları açıp kapatmakta; kimimiz televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde, sokaklardan haberler iletmekte; kimimiz bilgisayar başında sosyal medyanın sunduğu nimetleri kullanarak polis şiddetine uğramış vatandaşları bilgilendirmeye çalışırken bir yandan da yepyeni eylem hazırlıklarını duyurabildiği kadar çok insana duyurmaya çalışmakta.
Ama hepimiz hüküm edenlere oy vermeyen yüzde 50’lik karıncalar gibi harıl harıl çalışmakta…
Karıncaların azimli çalışmalarını gören herkesin aynı tepkiyi vermesini beklememek lazım elbette. Birileri çalışkanlığı desteklerken birileri bu irade karşısında korkuya hatta paniğe kapılabilir. Çünkü irade ile birleşen elleri koparmak güçtür, irade ile bir yumruk haline gelen gücün darbesi bir çağı kapatıp yepyeni bir çağı başlatabilecek kadar sert ve şiddetli olabilir.
Tüm baskıcı rejimlerin bir sonu olduğunu unutmamak lazım. Diktatörler nemalandırdıkları kişiler tarafından sonuna kadar savunulurlar ve üzerinde zıpladıkları halkın patlama noktasına geldiğini anlamakta güçlük çekerler ya da anlamazlıktan gelirler. Ve bir diktatörün en kötü hamlesi de bu anlamazlıktan gelmek olur. Diktatörün görmezden geldiği zamanlarda halk bilinçlenir, kitaplar yaygınlaşır, kültür seviyesi yükselir, baskılanan basın kuruluşlarının yerini bağımsız yayıncıların çıkarttıkları gazeteler, sosyal medya gibi tarafsız zaman zaman da taraf olan mecralar alır. Anlaşılmayan insanlar kalabalıktır, sıkılmıştır, fazlasıyla baskılandıkları için canları burunlarına gelmiştir.
Bundan uzun yıllar önce Fransa’da başlayan, bir çağın geride kalmasına, insanların yepyeni ufuklara yelken açmasına neden olan devrimde de işleyen süreç şimdikinden çok farklı değildi.
Kilisenin baskıları karşısında yıllarca suskunluğunu koruyan halkın, sessiz bekleyiş sürecinde yaşadığı bilinçlenme sonrasında vatandaşların Fransız devrimi ile ayaklanması yeniçağın kapanmasına, yakın çağın başlamasına neden olmuştur. Hüküm edenlerin unutmaması gereken, altı kalın kalemlerle çizilmesi gereken gerçeklerden biri belki de en önemlisi budur. Bunu çağın nimetlerinden sonuna kadar yararlanan, küpünü ağzına kadar dolduran, gücün, kudretin, astığım astık kestiğim kestik tavırların tadına varan yani hüküm edenler ve hüküm edenlerin palazlandırdığı herkes bilir. Tek sorun bildiklerini dilendirememeleridir.
Ancak gerçekler gün yüzüne çıktığında kaçılacak yer kalmamış demektir. Devrimci düşünce, ülkede köklü yapısal değişikliklere gitmek gerektiğine inanan katmanlar arasında hızla yayılmaya daha doğrusu dillendirilmeye başlandı. Buna karşılık merkezi otorite ülkenin içinde bulunduğu evrimsel süreci kavramaktan uzak, eski yöntemlerle sorunları halletme yoluna yöneldi ancak bu kez beklenen gerçekleşmedi.
Bu kez olmadı işte. Bu kez eski yöntemler tutmadı, bu kez baskı ile korku ile yönetmeye çalışılan bir toplumun nasıl ayağa kalkabildiğini, nasıl savaşabildiğini, özgürlükleri uğruna, gelecekleri uğruna, var olabilmek uğruna neler yapabildiklerini gördük, görüyoruz, göreceğiz.
Bizler küçük karıncalar gibi görünüyoruz diktatörlerin, hüküm edenleri, kendinden daha güçlü bir iradeyi kabul etmeyenlerin durduğu yerden bakılınca ama asla vazgeçmeyen, direnen, direnmeye devam edecek olan karıncalarız. Tıpkı Mısır’da olduğu gibi, tıpkı özgürlüğe koşan diğer ülkelerde olduğu gibi, tıpkı baskıya dayanamayan diğer halklar gibi…
Gezi Parkı’ndan çıkan karıncalar yurdun dört bir tarafını sardı ve hüküm merciine bir korku ulaştı. Korkunun insana neler yaptırabileceğini izledik Gezi Parkı’nın boşaltılması için yapılan insanlık dışı müdahalelerde. Önce “hafta sonu müdahale yok” diyen çok mutlu İstanbul valisi alaşağı edildi hemen ardından kartların ne kadar sert oynanabileceğine dair fikrimiz olsun diye belki de çoluk çocuk demeden, evrim sürecinin en gerilerine dönerek, şiddetin en yalın biçimini ortaya koyarak başlatılan olaylar gerilimi tırmanabileceği doruk noktasına ulaştırdı.
Kaybolan çocuklar, baygınlık geçiren eylemciler, yaralı ve ağır yaralılar, tomanın altında eylemciye atılan tekmeler, dövülerek, yerlerde sürüklenerek göz altına alınan gençler, revirlerdeki yaralılara plastik mermi saydıran polisler, avukatların adliye koridorlarından yaka paça dışarı atılması, yaralılara müdahale eden hekimlerin ettikleri yeminin hakkını verdikleri için göz altına alınmaları, sonra da her olayda olduğu gibi günah keçisi ilan edilen basın emekçilerinin –dikkat ediniz lütfen basın patronlarının demiyorum, onların verdikleri üç otuz paralarla evlerine ekmek götürmek için hiçbir can güvenliği önlemi almadan, en tehlikeli görevlere koşturmak zorunda kalan, kendisini basın mensubu olarak tanımlayacak sarı basın kartından bile mahrum basın emekçilerinden bahsediyorum- göz altıları…
Dehşetin, vahşetin, korkunun, kaybedişin, düşüşün, düşerken aşağı çekmeye çalışmanın örnekleri olarak kare kare belgelendi. Son olarak ellerinde bıçaklar, sopalarla sivil saldırılar düzenlendi ama onlar da kar etmedi. Özgürlük çığlıklarının susmasına.
Artık korku eşiği aşıldı. Halk tıpkı karıncalar gibi çok uzun bir mücadelenin başında olduğunu ve bu mücadelede nelerle karşılaşabileceğini bilerek ayaklandı. Hüküm edenlerin de o pek yüce başlarını biraz aşağılara indirerek kendilerini seçmeyen yüzde 50’lik küçük karıncaların ayaklandığını görme vakti gelmiştir.
|