Gezi Parkı’nda başlayıp tüm Türkiye’yi saran eylemler, aynı zamanda medyanın topu taca attığının teyidi oldu. Penguenler artık ‘susan, karartan’ medyanın sembolü
Gezi Parkı’nda 3-5 ağacı korumak için başlayan eylemler, medyada da ciddi bölünmelere yol açtı. Gerçi bazı gazete ve gazeteciler, konuyu bildik formüllerle çözdü: Her şey, AKP’yi yıkmak isteyen dış mihrakların bir komplosu!
Oysa daha birkaç hafta evvel Beyaz Saray’da paşalar gibi ağırlanırken aynı ‘dış mihraklar’ pek makbuldü, haberlerin birinci sırasındaydı! Yıllardır yurt dışında Erdoğan’ın ‘karizmasına’ edilen iltifatlar, göğüsleri kabartmıştı.
Kul dediğin, hatasız olmaz.
Ama hatayı kabullenmek bir erdemdir. Bunu hiçbir zaman yapamadı bizi yönetenler.
Nedense şimdi, dış mihraklar harekete geçti ve bu ‘başarı’yı kıskandı.
Kim, neyi kıskanıyor? “Bu gençler deli mi ki rahatını bozuyor ve sokaklara dökülüyor?” sorusunu sormak yerine... Eylemcilerin derdinin ne olduğunu göstermek yerine...
Çiğ hareketler
Ana akım medya kameralarını, laptop’larını, iktidarın ürettiği
mekanizmalara bir kez daha teslim etti. O andan itibaren de geri
dönülmez düşüş başladı.
İki hafta önce pazar günü, Fatih Altaylı’nın Erdoğan’la yaptığı ‘röportaj’ sonrasında kalabalık, Habertürk’ün Taksim’deki binasının önünde toplanıp protesto etti.
Başka kurumlarda olduğu gibi HT’de de çalışan pek çok arkadaşım var. Neler yaşadıklarını, mesleklerini icra etmeye çalışırken nasıl zorlandıklarını çok iyi biliyorum.
Hangi kurumda çalışırsa çalışsın, ismi ve görüşü ne olursa olsun, birbirini hedef göstermenin son derecede ayıp ve çiğ hareketler olduğuna inanıyorum. Böyle örnekleri çok gördük ama daha çok göreceğimiz aşikâr.
Benzer gösteriler NTV’nin önünde de yapıldı. Protestolar Doğuş Grubu’nun sahibi olduğu restoranlardan bankaya kadar uzandı. Ancak Erdoğan, Garanti’nin CEO’sunu konuşmasında hedef gösterdikten sonra ipler koptu. Yıllardır NTV’nin CEO’luğunu yürüten Cem Aydın, dört gün önce artık tükendiği için istifasını açıkladı.
TRT Genel müdür yardımcısı Zeynel Koç’un neden istifa ettiğiyse bilinmiyor.
Bu kopmalar, münferit kararlar olabilir. Fakat televizyonlardaki büyük karartmalara verilen tepkilerle bir bağlantısı olduğu ortada. Medyanın aşırı sansürcü, kraldan çok kralcı düzeni artık her yerden patlak veriyor. Fıçının delikleri açıldı, her yerden sızıntı yapıyor.
Roboski dönüm noktası
Benzer şeyler 90’larda yaşandı... En korkunç ihmali ve medya karartmasını Kürtler yaşadı. Kaç faili meçhul oldu, kaç kez anneler oturma eylemi yaptı, hangi çocuklar taş atıyor diye hapislere tıkıldı? Kaç Kürt gazeteci, ‘örgüte yardım’ suçlamasıyla hapse kondu?
Bugünün parlak ılımlı İslamcı
gazetecileriyse, 28 Şubat şarkısından başka bir şey söyleyemiyor. Ne var ki kendi başlarına gelenleri, kurbanı
oldukları araçları -bir dönemin gücü ordu tarafından dışlanmaları, hedef gösterilmeleri, andıçlanmalarını- şimdi kendileri uyguluyor.
Bu durum, Gezi eylemlerinden önce de biliniyordu. Pek çok liberal yazar ve gazeteci, bir zamanlar destekledikleri AKP’nin ve emrindeki medyanın, eleştirdikleri şeye dönüştüğünü söyledi. Söyledikçe de
çemberin dışına çıkarıldı.
Roboski (Uludere) faciası, medyanın kendi ipini çektiği andır... 1.5 yıl sonra bambaşka bir coğrafyada, İstanbul’da halkı sokaklara döken Gezi Parkı olaylarıysa bugünkü medyanın sonunu tescilledi.
CNN, BBC, El Cezire’den kendi ülkemizde olanları seyretmek zorunda kaldık. Erdoğan, tıpkı kendi pençesindeki medyaya yaptığı gibi davranıp ‘yalan haber yapmak’la suçladı bu kurumları. Oysa tatlı, öven haberlere bayılıp her daim alıntılıyordu hükümet.
Çift taraflı baskı
Bundan sonra medyanın, bildiği yöntemlerle hayata devam etmesi zor görünüyor. Sahibinin sesi olduğu aşikâr yayınları, aboneliklerini ‘satış’ diye sunanlar, gemi batana kadar aynı şarkıyı söyleyecekler.
Ama habercilik yaptığını iddia eden yayınların üzerinde, artık çift taraflı bir baskı var: İktidar ve toplum.
Yeni medyanın (sosyal ve dijital) hızına ve çeşitliliğine yetişmek zaten imkansızken, güvenilirliği yerlebir olan çoğu yayın, artık ayakta kalmakta zorlanacak.
|