Hikaye şöyle başlar...
Kabeyi yıkmaya giden Ebrehe ve fillere bindirilmiş ordusunu, Ebabil kuşları ayak ve gagalarından attıkları taşlarla bozguna uğratırlar.
Taksim Gezi’de de önce böyle üç beş ebabil kuşu vardı. Onlar, orası tarümar edilmesin ve ağaç kesilmesin diye oradaydılar. Sonra ahir zaman Ebrehe hükümetinin başkomutanı, polis ordularına, parktakilere saldırı emri verdi ve bir şafak vakti gaz ve tazyikli suyla ebabil kuşları güne böyle göz açtılar...
Ebabil kuşları çoğaldılar, çoğaldılar. Taksim semalarında bulut oldular; Anadolu göklerine yayıldılar.
Ebabiller, Sağan kuşları diye de anılırlar. Biraz kırlangıçlara benzerler; oysa gece gündüz hava da kalır, uçarken uyurlar. Tiz çığlıkları ve sürüler halinde hep uçmalarıyla tanınırlar. Sadece aşk yaptıkları, üremeye durdukları zamanlarda kayaya, yuvaya konarlar.
Taksim çığlık olur. Sonra ebabil kuşlarının kanadına tutunur ve bir hamlede kentten kente çoğalarak yayılır. Anadolu’nun dört bir yanı Taksim, her yer Ebabil direnişi olup çıkar...
Ebrehe’nin polis ordusu, elinde gaz tüfekleri; “T”oplumsal “O”laylara “M”üdahele için icat olunmuş zırhlı “A”raçları, yani TOMA filleriyle saldırır da saldırır. Ebabil kuşları, her saldırıda daha da çığlıklarla önce dağılır ve sonra yeniden toplanır.
Sonra, Ebrehe çün buyurur...
Ebabillere üç-beş marjinal der; halkın bildiği dilden, “çapulçu” diye de sıfat uydurur...
İnadım inat; bal tutan parmak yalayacak ya... Yeşili bozmak, parkı ranta açıp, halka parkı kapatmanın ısrarını Ebrehe haykırır. Eskinin kışlasını baştan inşaa ve betonu, yeşilin ortasına rezidans ve AVM yapma kararlılığından geri adım atmayacağını ve bunun için savaşacağını ilan eder...
Ve böylece talanda, dolanda, dökende, “fırsatçılık, vurgunculuk” anlamına gelirken “çapulçuluk”; evrim geçirir, kabuk değiştirir ve “hak arayıcılığının, rantçılığa karşı çıkıcılığın ve özgürlükçülüğün” güzel adı olur...
Ondan böyle de ebabil kuşları artık “çapulcu” olur...
Çapulcu lafı yerinde durmaz; Taksim’in çınarlarından kök salıp, dünya dili İngilizceye’de fiil olur; sıfat olur. Chapuller’ların (çapulcu) işi, chapulling (çapulculuk) yapmak; yani hak arayıp, firavunluğa karşı durmak ve özgürlük için direnmeye tebdil olur...
Sonra bir kız eline bir kalem alır; pankartına yazı düşer ve bu evrimi, muhtemelen Ebrehe’nin de okuduğu ve özünü kavrayamadığı kitaplardaki gibi özetler...
“Önce herşey gaz bulutuydu; sonra hayat başladı...”
***
Vakit şimdilik erken..,
Daha içinde yaşarken..,
Olup biten hakkında köklü teoriler üretimini, teorisyenelerine bırakıp..,
Olan bitenden, kendi gözlemlerim ve çıkarsamalarımı aşağıda ki kadar özetlersem, kimse eksikliğine kızmasın...
***
1. Yapılan ve bugüne değin kendiliğindenci karakterini halen içinde muhafaza eden bu iş, tam da “bir halk harekedir”...
2. Öyle eveleyip, gevelemeye ve önüne ardına sınıfsal karakteri üzerine fazlaca ahkâm kesmeye, “an itibariyle” ihtiyaç yoktur...
3. Halk sosyolojik olarak hayli karmaşık bir motiftir. Halkın kendini anladığı mânada, sokakta yürüyen ahali ya da vatandaş olarak, “kendine” bir emek-emekçilik algısını çağrıştırır. Bu bakımdan bu hareketin halkçı karakteri de tam buradan kendine ayna tutmaktadır... Yani biraz püriten olmakla beraber, bu halk hareketinin pekalâ sınıfsal bir karakteri vardır...
4. Kuşkusuz işçisi, proleteri kendi hâkim karakterini sınıfsal olarak buraya vursa, işin rengini değiştirir ve kuşkusuz “emekçi” sadece kent varoşundan şehrin orta pazarına inen de değildir. Ayrıca sınıfların ortasına neye göre oturduğu ve oturacağı sosyolojik olarak incelenmesi gerekenler, eğer kendilerini emekçi ve emekten yana görüyorlarsa; sahip oldukları yaşam algısı ve değerleri içinde kendilerine bir “ilericilik” falan yakıştırıyorlarsa öyle keskin sınıf ayrımlarına şu an ne ihtiyaç vardır, ne de uzun söze gerek. Sonuç olarak, şimdilik bu “boyun eğmeyenler” ordusu, tümünün tonlarını ve hatta toplamını içinde barındırmaktadır.
5. Çığlık çığlığa meydanları dolduran “çapulcu ebabil kuşları”nın yaş kütüklerine bakacak olursak, bunların büyücek kısmı genç insanlardır. Bunlar, daha öğrenci ve üretim ilişkilerine henüz çengel atmamış ve baba harçlıklı kesim diye düşünülebilir. Oysa söyledikleri şarkılara, attıkları kimi sloganlara bakılırsa, şimdiden işsizler ordusunun üyeleri olduklarının pekalâ farkındadırlar. Bu algıları bile, onlara sınıfsal bir kimlikle buluşma ortamını şimdiden hazırlamıştır.
6. Yaşlıca kesimden olan hayli çok ebabil kuşu, gençler kadar olmasa da, ortada dolanmaktadır. “Dur kızım”, “bak oğlum”, “evde otur” diyen analar, babalar, şimdi el ele ve güle oynaya yürüyüşe gitmektedir. Beraber slogan atmak, gaz yiyip, keyif almak neredeyse gündelik faaliyet haline gelmiştir. Hepsinden önemlisi korkularını unutmuşlar ve kendilerinin bir güç olduklarının farkına varmışlardır.
7. Taksim ve Gezi Parkı, bundan böyle, piyasa jargonu ile bir markadır... Ancak mesele, park işgalcilerinin çadırlarına ilk gaz bombası atıldığından bu yana, üç, beş ağaç meselesi olmaktan çıkmıştır...
8. Çiçek, böcek ve üç beş çalı, çırpı ve dal meselesinin koca bir memleket ahalisini böyle ayağa kaldırabileceğini tahmin eden ortada yokken; memleket ahalisi de kendine bir hayli şaşarak ve korkularını yenip, dayanışma ile direnişin nasıl örüleceğini öğrenmeye başlayarak, gerçek bir yurttaş olmanın tadına ve sihrine varmaya başlamıştır...
9. An itibariyle, bu güne değin babasından, anasından ve etrafında çevrili amca, dayı, teyze ve halasından “kuşak” hikayesi dinleyen; kimi kez gözleri buğulanıp, imrenen ve dünyaya neden daha önce gelmediğim diye dalıp giden yeni bir kuşağın şimdi bir hikayesi, çocuklarına anlatacağı bir tarihi olmuştur. Yani şimdi, yep yeni bir kuşak doğmuştur ve artık bu çok önemlidir! Zira her kuşağın kendi hikayesi ve tarihi, hayat boyu, hayatta ki duruşu bakımından baş belirleyendir... Ne güzel; hem direnişi öğreniyorlar ve hem de özgürlük için eşsiz bir mizah kültürü yaratıyorlar...
10. Ortada bir “barış” hikayesi gırla gitmektedir. Türk’ün, Kürt’le; Alevi’nin, Sünni ile ve veya şunun bunla kavgalı ve küs olmadığını çapulcular ordusu birbirine çoktan kanıtlamıştır. Ancak sermaye ve AKP ile hemhal olma çabalarında olan kimi çevrelerin de bu haklı, halk direnişinden çok da mutlu olmadıkları gözlerden kaçmamaktadır. Öyle ya, hem halk indinde, hem de siyaseten muktedirlikten al aşağa olan bir AKP iktidarı görüntüsü, kimi süreçler bakımından farklı bir mecraya sapabilir...
11. Direnişin, dayanışmayla nasıl örüldüğü, kin ve nefret söyleminin sevgi ve anlayışla nasıl söndürüldüğünü çapulcular birbirine çoktan ispat etmiştir...
12. Halkın ve direnişin kendisi öyle önemli ve büyüktür ki, ufak tefek yontucuları saymazsak hiç bir siyasal özne de işin sahipliğine soyunmamıştır...
13. Bu demek değildir ki, işin içinde işe renk katan da yoktur. Elbette ki solcusuyla, öncüsüyle, çapulcu ordusunun içinde “hareketler” de direnmektedir. Hem kendini ve hem de gidişatı örgütleyip, öğrenmektedir...
14. Bunların tümüne bakıldığında şimdilik gidişat “kendiliğindenci” bir kimlikle yol almaktadır. Yani ne düğmeye basanı olmuştur. Ne de kaşıyanı...
15. Ayrıca yok bayrak yaktı, yok cama taş attığı; yani bunlar “vandal”dı yakıştırmalarını hak eden bulgu esasen yoktur. Ortalığı devletin terörize ettiği, halkına acımasızca saldırıp, reviri basan ve yaralıya gözaltı yapan kolluk güçlerinin varlığında, kaldırım taşından barikat, can havliyle kendini korumaktan başka ne olabilir ki...
16. Bu konuda ele güne mahçubiyet değil, dünyaya yüz akı bir ders verme de vardır. Polis çekildiğinde, sabah şafaklarken elinde torba süpürge, cadde yol ve bütün eylem alanını temizleyen çapulcular dünya medyasının yazılı ve görsel kaynaklarında durmaktadır.
17. Hatta, kendine gazla saldıran ve kimi kez kendi gazından fenalaşıp, yaralanan polisi omuzda, kucakta basacağı revire taşıyan çapulcuların görüntülerine kim ne demelidir.
18. Hani yani, böyle olaylarda provakötörü de çıkmaz değildir. Bu nedenle birbirini uyaran, inanılmaz bir biçimde uyarıları birbiriyle paylaşan ve örnek olsun, İ. Melih Gökçek’in olayların en civcivli zamanında, “Kuğulu Parkın” kenarına yaya yolu döşemesi diye bıraktırdığı provakatörlük malzemesi kaldırım taşlarına “yemezler” mesajını yazanlara nasıl sağ duyusuz denir...
19. Ortada sadece direnişçilerle, polis ve ardında ki hükümet yoktur. Ortada başta iktidar partisi, sermaye siyaseti ve bizzat sermayenin top yekûn kendi diktatoryası durmaktadır. Örnek olsun, ufak tefek muhalif basını saymazsak, medyanın tamamı olayların bu ilk on günlük sürecinde neredeyse ortada hiç yoktur. İngiliz gazeteleri, medyası yazdı. Dediler ki, örneğin “Londra’da Times Meydanında büyük direniş ve buna polis müdahalesi oluyor ve bu haber yapılmıyor. İşte Türkiye’de olan bu”.
20. Bu, sermayenin satın alma, alınma gücüdür. Siyasi şantajı yiyen, kendini yeniden büyütecek rantiye politikasına teslim ve itaatın elzem olduğunu gören basın patronları, olayları halen görmemezlikten gelmekte ve yemek pişirme, evlendirme programlarına kanallarında devam etmektedir.
21. Bu patronlar öyle tekil işlerle de uğraşmazlar. Örneğin aynı zamanda bankacılardır da. Halk biraz yüklenip, mevduat çekince, kendi kanallarına çıkıp tövbe istiğfar da etmekte ve taşeronları CEO’larına kendilerinin de “çapulcu” olduğunu söyletmektedirler. Yani utanmayacak kadar ahlaksızdırlar...
22. Yani sermaye, RTE önünde el pençe divana ve yedeklenmeye durmuş vaziyettedir...
23. Ebabil kuşları, tivit atıp, şakıyarak ve sosyal medya denen internet üstünden habercilikle dünyaya bu anlamda yeni bir örnek de vermiştir.
24. Birkaç yurtsever kanal ve gazete işini dürüstlükle yapmakta ve halka bilgi ulaştırmaya çabalamaktadır.
25. İktidar kanadının çıkar ve pazarlığa göre kimi sağ yanı, bazen de liberal soldan vuran tarafı; yani cemaatler arası iktidar bloğu iç mücadelesi de daha berraklıkla açığa çıkmaktadır. Burada, çok önemli bir arıza bulunduğundan artık şüphe yoktur. Ve fakat buna bel bağlıyarak işlerin çözümlenebileceğine inanma manâsızlığının da hiç gereği yoktur. Çıkardır bu işin adı; sıkıştıklarında birleşirler.
26. Ancak olan, biten ve olacak biteceklerden başka ve hatta RTE’nin memelekete avdetleri ve teşrifleri sırasında koyacağı tavırla, işin nereye gideceğine henüz anlık uzaklıkta, şunu saptamak gerekir ki, bu iktidar şimdilik yerinde oturur. Ancak ortada şimdiden bir başkanlık rüyası ve hatta anayasa işi falan kalmamıştır. Her iki başlık da çok darbe almıştır.
27. AKP tüzüğüne göre, başta RTE ve partinin en ileri gelen 73 vekil ve yöneticisi veya omurgası, tekrar milletvekili falan olamayacaktır. Başkanlığın buharlaşması ve bunu kurgulayacak anayasa yapıcılığının Gezi direnişiyle ertenlenme olasılığı, hesapların bozulduğu göstergesidir. Fiyakası ve façası bozulmuş bir AKP’nin, ABD ve AB’ce doğrudan çok hevesli desteklenmesi de güçleşmiş görünmektedir. Kısacası işin iç boyutu ile dış destek boyutları aradında bazı fay kırıkları oluşmuş durumdadır. Kuşkusuz kafa kafaya verip bir çözüm arayacaklardır. Ne var ki, bu noktada da Türkiye eski Türkiye olmaktan çıkmıştır...
28. E... pekiyi, bu işten RTE bir ders alır mı diye düşünülebilir. Kuşkusuz ilişkili olduğu her çevre ile istişarelerine devam edecektir. Ancak tamamen ve mucize kabilinden ruhani bir mutedillik değişimi içine girmezse, bildik RTE yine zamanı kollayıp yandaşına, muhalifine kendi bildiği tondan yüklenecektir...
29. Afrika gezisi sonrası, “inşallah balkona çıkarsa” beklentisi sarmış çevreler, bugünden işe, yol döşemesine girmişler ve bu bakımdan da işin sönümlenmesini dört gözle beklemektedirler...
30. Ufuk turunu özetlersek, Sola ve Kürt siyasetine yansıyanlar da önemlidir.
31. Kendini, değerleriyle solda kabul eden ve ancak memleketin damarında bulunan Kemalist tavrını da sözünde ve eyleminde açığa çıkaran herkese, Ergenekon yaftası yapıştırmak doğru değildir.
32. Diğer yandan, tarif etmeye çalıştığı işçi sınıfını resmedemeden; yürüyenleri orta sınıf liberal konumuna koyup, solcularla sosyalist sloganları atma kapasitelerinin altında yatanları düşünmemek, bu işten hiç bir sonuç çıkaramamak anlamına gelecektir.
33. Bu göstergeler iyi değerlendirilirse, örgütlü sosyalist sol için “toplumsallaşma” başlığında, kendiliğinden bazı imkanları değerlendirme şansı ortaya çıkmış görünmektedir.
34. “Taksim Gezi”, Kürt siyasetine ilişkin özne ve yapılar ile ve “barış” başlığı açısından, siyasetlerini yeniden sol değerler üzerinden inşaa etmeye bir kapı açma fırsatını ve kapasitesini yaratmıştır. Zira direnişteki toplum ve toplamın, Kürt kimliğine yönelik bir tavrının bulunmadığı, kitlenin içinde Türk ve Kürt ortak buluşmasıyla çoktan anlaşılmıştır. Bunun doğru kavranması ve karşılıklı şovenizm kaşımaları mecrasından uzak durulması da önemlidir...
Hep beraber, öğrenmeye devam...
Artık Türkiye 31 Mayıs öncesi Türkiye değil...
|