Taksim-Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi ve yerine AVM yapılacağı haberleriyle başlayan; “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hükümet istifa” sloganlarıyla da ilden ile yaygınlaşan eylemler; halkın Susurluk çetesine yönelik tepkinin araçları olan ışık yakıp-söndürme ve tencere-tava çalmayı yeniden bir eyleme dönüştürmesiyle mahallelere, sokaklara, evlere yayıldı. Böylece, Gezi Parkı’nda başlayan eylem beş gün içinde İzmir’den Van’a Samsun’dan Adana’ya milyonların protestosuna dönüştü.
Bu “patlamanın neden ve nasıl olduğu”, hangi sonuçlara yol açabileceği gibi sonuçları elbette bir yandan akademi dünyasında öte yandan da siyaset alanında tartışılacak, geleceğe dair sonuçlar çıkarılacaktır.
Ancak bugün burada, sermaye medyası ve onun bir versiyonu olarak “yandaş basın”ın tutumu üstünde duracağız.
Hükümetin, halkın en masum taleplerini, en barışçıl yöntemlerle savunmak istemesine karşı, polisin elinde gaz, cop, su, sopa, panzer, dozer,… (Polis henüz tank, top, makineli tüfek gibi ağır silahları almış değil ama bir dahaki eylemlere onu da yetiştirecektir!) ne varsa halka saldırmasını “orantısız güç kullanma” kavramı arkasına saklayan medya eyleme katılanların neden ve niçin eyleme katılmasında eylemin yaygınlığını ve görkemliliğini gösteren öğeleri (görüntüleri ve talepleri) özenle gizledi. Başbakan ve onun Hükümetinin halkı, onun istekleri yok sayan, buyurgan, “Dünyayı ben yarattım, nasıl döneceğine de ben karar veririm” diyen kibirliliğine karşı halkın, “Kibirlenme padişahım senden büyük halk var” demesini saklayan medya, hükümetin polisi Gezi Parkı’ndan çekmek zorunda kalmasını bile “Başbakan ferasetine” bağlayarak “haberciliğine” tüy dikti!
Haber Türk gazetesi, dünkü manşetini; “Başbakan konuştu Taksim açıldı” biçiminde kurarak, bu “habere tüy dikenler”in başında yer aldı. “Yandaş medya” ise kafayı kışkırtıcılarla bozmuştu! Öyle ki bu gazeteciler, sanki gazeteci kılıklı polislermiş gibi, “olayları kimin organize ettiği”, “kimin kışkırttığını” öne çıkardılar.
Örneğin Star gazetesi dün, “Ağacın altından tahrik çıktı”, Yeni Şafak ise “Bu öfkeyi kim yönetiyor?” manşetiyle çıktı. Yanıtlar ise belli: ABD, AB büyüyen Türkiye’nin önünü kesmek için bu kitleleri sokağa döktü; birtakım yasadışı örgütler halkı tahrik etti, polisi taşladı,… gibi kullanıla kullanıla yalama olmuş klişe iddialar!
Hükümetin halka saldırı cephesinin ön safında yer alan bu basın organlarının “olayların nedeni” yerine “kimlerin yönettiği” ve “kimlerin kışkırttığı” üstünde duruyorlarsa bunu bilmezliklerinden yapmıyorlar. Tersine onlar, Hükümetlerinin halkın taleplerini dinlemeyen, buyurgan, “dediğim dedikçi”, faşizan yönetim tarzında ısrar edeceğini bildikleri için provokatif manşetler atıyorlar. Çünkü onlara göre halk Başbakanın bayraktarlığını yaptığı, eğitimden sağlığa en hayati konuları bile piyasanın ve Diyanetin alanına dönüştürülmesi, zararları bahane edilerek içkinin satışının denetlenmesi adına halkın özel hayatının ortasına oturulmasına, kürtajdan üç çocuk tartışmasına, dindar gençlik girişimlerine ve laik eğitimin temelinden tahrip edilmesine, sanat ve kütür hayatının ortaçağ değerleriyle kuşatılıp bu alanın baskı altına alınmasına, Osmanlı ve padişahları bahane edilerek Alevi düşmanlığı yapılması ve mezhepçilik kışkırtmalarına, Kürt sorununun çözüm girişimlerini bir siyasi ranta dönüştürme çabalarına, emekçilere yönelik pervasız saldırılar aralıksız sürerken ülkenin doğasının, tarihinin, yeraltı-yerüstü servetlerinin yerli ve yabancı büyük sermaye odaklarının yağmasına açılmasına … pek çok uygulamanın bu tepki patlamasında hiçbir rolü yoktur!
Öyleyse; iç ve dış düşmanları engellemek için daha çok polisiye önlem, polisin yeni silah ve araçlarla takviyesi, daha çok dinden, gelenek görenekten söz edip dindar nesiller yetiştirmek için çalışmak, muhalefet edecek güçleri ezmek için yargıyı, propagandayı yeniden düzenlemek gerek!
Hükümetin bu büyük halk tepkisinden çıkardığı derslerin bunlar olduğu anlaşılıyor.
“Bunun için henüz erken, belki böyle değildir!” demeyin!
Çünkü onlar hiç duraksamadan dün, manşetlere çekmişler çıkardıkları dersi ve niyetlerini!
|