Öteki Türkiye: Gezi protestolarına katılan, öteki Türkiye’ydi. Meydanda Kürtler de vardı, MHP’liler de. Ama çoğunluk, Türkiye bayrakları taşıyan, şu ya da bu biçimde hükümet tarafından dışlandığını, cezalandırıldığını hisseden şehirli, laik, orta sınıftı. Ak Parti tabanı dışında, hükümet tarafından itilip kakıldığını düşünen kesim vardı meydanda. Tanıdık geldi mi?
- Lidersiz muhtıra: Gezi protestoları, bir anlamda askersiz, lidersiz, partisiz bir muhtıra olarak algılanmalı. Hayır, hayır, Tahrir Parkı edebiyatı yapmıyorum. Tahrir ve Gezi arasındaki benzerlik, son derece yüzeysel; sadece iki meydanın da şehrin göbeğinde olmasından ibaret. Ancak hükümetin Gezi’deki itirazı, oradaki talepleri doğru okuması lazım.
- CHP sonra eklendi: CHP, Gezi olaylarının lideri değildi. İyi ki de. Olay bir CHP organizasyonuna dönse, hem protestoya sempatiyle bakan (ya da polis şiddetini eleştiren) sağ muhafazakârlar ürkecek, hem de iktidar Gezi’ciler karşısına Ak Parti tabanını sürecekti.
-Tahrir değil çünkü: Tahrir, Mısır’daki siyasi denklemi değiştirdi. Ama Tahrir’i, sanki 1980 darbesi sonrası Kenan Evren iktidarda kalmış ve hiç gitmemiş gibi düşünün. Gezi, farklı bir kesimin istanıydı. Gezi sonrası Türkiye’deki oy verme oranlarında çok büyük bir değişiklik beklemek, sadece devrim romantizmi olur.
- Hükümet sınıfta kaldı: Sandıkta büyük bir değişime tekabül etmese de, Gezi protestosu meşru ve anlaşılabilir bir itirazdı. Bir sistem, ancak vatandaşın gösteri ve yürüyüş hakkını garanti altına alıyorsa demokrasidir. Orantısız güç kullanan hükümet, sınıfta kaldı.
- Vatandaşı öfkelendirmenin 7 yolu: Şiddet şiddeti doğuruyor. Hükümet açısından alınması gereken en önemli ders, emniyetin aşırı biber gazı kullanımının, çok geniş bir kitleyi politize etmiş olması.
MESELE KİŞİSELLEŞMİŞ
Gezi eylemi sonrasında, Taksim, Beyoğlu, Gümüşsuyu ve Cihangir’de dolaştım. Etraf, tam bir şenlik havasında, tıklım tıklımdı. Eylemin en çarpıcı noktası, duyulan öfkenin Başbakan Erdoğan’ın şahsında kişiselleştirilmiş olmasıydı. Duvarlardaki grafitiler ve atılan sloganlar hep Başbakan’la ilgiliydi.
Açıkçası bu durumu Türkiye açısından üzücü buldum. Siyasette ‘sağlıklı’ olan, partiler ya da ideolojiler arası rekabettir. Burada ise bütün protestocular tek bir insana odaklanmış, bütün öfkelerini Erdoğan’a yöneltmişlerdi.
Sokaklarda şunu da gördüm... Bu olay sadece Gezi Parkı’yla ilgili değil, Başbakan’ın yönetim tarzına yönelik bir itirazdı. Kuşkusuz içki yasağı tartışmaları, Yavuz Sultan Selim kırgınlığı, 1 Mayıs kutlamalarının adeta bir sıkıyönetim ortamında engellenmesi, polisin uzunca bir süredir Beşiktaş ve Çarşı grubuyla olan gerilimli ilişkisi ve en önemlisi Başkanlık tartışmaları bu öfkenin büyümesine katkıda bulunmuştu.
1 Mayıs Taksim’de kutlansaydı, birkaç hafta önce Beşiktaş’a yönelik o kadar ağır biber gazı kullanılmasaydı, içki tartışmaları ‘ayyaş’ ya da ‘içenler alkoliktir’ gibi bir algının doğmasına neden olmasaydı, Gezi protestosu bu kadar şiddetli, hiddetli, geniş olmayacaktı...
‘SATILMIŞ BASIN’
İlk gördüğüm görüntü, İHA arabasının yuhalanmasıydı. Ardından diğer haber ajanslarının arabalarının da yuhalandığını gördüm. Gümüşsuyu’nda kadın-erkek, çoluk-çocuk ‘Satılmış basın’ diye slogan atmaya başladığında, neyse ki yüzümün neredeyse yarısını kapatan siyah güneş gözlüklerim vardı. Duvarlarda, sadece medya değil doğrudan medya patronlarına yönelik sert duvar yazıları vardı.
Kızgınlık, merkez medya ve televizyonların Gezi Parkı’nda yaşanan protestolara yeterince yer vermemesine yönelikti. Merkez medya Gezi olaylarına hiç yer vermedi değil ama ne yalan söyleyeyim; medya büyük ölçüde çuvalladı.
Bu durum, sadece ifade özgürlüğü ve hükümet-medya ilişkileri açısından değil, toplumsal maneviyat ve düzen açısından da bir sorun yaratıyor.
Profesyonel medyanın, kaliteli gazeteciliğin olmadığı bir ortamda, insanlar ister istemez sosyal medyaya yöneliyor. Haklılar. Ancak sosyal medya, adrenalin dozunun daha yüksek olduğu, habercilik filtrelerinin olmadığı bir yer. Dev bir sanal dedikodu bulutu. Bu yüzden, anbean olanların anlatımı dışında, abartılı ifadeler ve dezenformasyon da yer aldı sosyal medyada.
Şimdi hükümet, ölümcül ‘portakal gazı’ kullanıldığına dair aslı astarı olmayan dedikoduların twitter gibi sosyal medya üzerinden yayılmasından şikâyetçi. Ancak bu durum, her şeyden çok merkez medyanın ürkekliğinden, profesyonel gazetecilerin sahadan çekilmesiyle fısıltı gazetesinin devreye girmesinden kaynaklanıyor.
Özetle, hükümetteki basın danışmanlarına ufak bir notum var: Yaşadığımız çağda haber ve enformasyonun dağılımını engellemek mümkün değil. Yapabileceğiniz en büyük hata, ‘Aman olayları alevlendirmeyin’ diye profesyonel medyanın işini zorlaştırmak olur. ‘Portakal gazı’ gibi yalanların önüne geçmenin tek yolu, halkın olan biteni olduğu gibi görebilmesinin önünü açmaktır...
|