Taksim Gezi Parkı’nın tetiklediği ve dün sabaha kadar neredeyse tüm İstanbul’u ayakta tutan olayların ardından ilk kez Başbakan Tayyip Erdoğan dün öğle saatlerinde konuştu ve son dönemlerde çok kişide –ben dahil- alışkanlık haline getirdiği üzre, bir kez daha “hayal kırıklığı”na yol açtı.
O daha konuşmasını tamamlamadan elime Twitter’a gitti: “Tayyip Erdoğan ekranları başında olanlara sesleniyor. Ben de ekran başından ona: Ne yazık ki, olan-biteni hiç anlamamışsın!”
Önceki gece yarısı, İstanbul ayağa kalkmışken, elime yine Twitter’a gitmişti: “Tayyip Bey ‘Kimsesizlerin Kimsesi’, ‘Sessizlerin Sesi’ olmaktan çıkıp, ‘Zalimlerin Amiri’ olmaya nasıl ve niye dönüşmeye başladığını düşünmeli.”
Gece boyunca ne düşündüyse düşündü ve dün kalktı ve on yıllardır halkına, toplumuna –seçmenine değil- duyarsız yöneticilerden sayısız kez duyduğumuz basmakalıp sıfatlarla örülü konuşmasını yaptı. “Aşırı uçlar”, “ideolojik eylem” vs. cinsinden değerlendirmeler yaparak, “kamu düzeni” ve “güvenlik” öncelikli, “benim valim”, “benim emniyet müdürüm” soslu, “polisperest” ama insan sevmez, kalpsiz, tehditkar, dediğim dedik türünden bir konuşma.
Orhan Kemal Cengiz, “Başbakanın etrafındaki ses ve eleştiri geçirmez duvar inanılmaz derecede kalınmış. Konuşmasının ortaya koyduğu tek gerçek bu” diye twit yazmıştı. Hasan Cemal, dayanamamış, bulunduğu tatil beldesinden “Başbakan’ı dinliyorum. Bu kadar duyarsızlıkla barış ve demokrasi yollarında yürünemez!” diye yazmak zorunda hissetmiş kendisini.
Yurt dışındaki algılama da pek farklı değilmiş anlaşılanp Steven Cook, “Erdoğan ‘Siz protestocular gerçek Türkiye değilsiniz’ oyununu oynuyormuş gibi gözüküyor. Şimdii; bunu daha önce nerede duymuştum?”
Kahire-Tahrir, Ocak 2011. Hüsnü Mübarek. Steven Cook’un kastettiği o.
Bu arada, Başbakan Tayyip Erdoğan zahmet edip, 15 Mart 2011’den sonra Suriye’de Başşar Esad’ın yaptığı ilk konuşmaların metinlerini bir okusun, ardından kendi konuşmasına bir bakıversin; ortak noktalar ve benzer değerlendirmeler ürkütücü.
Taksim-Gezi’nin tetiklediği, ülkenin çeşitli şehirlerine hatta Londra’ya Hyde Park’a, Trafalgar Meydanı’na, Venedik’te San Marco Meydanı’na, Kanada’da Toronto’ya, Almanya’nın çeşitli şehirlerine, oradaki Türklerin “dayanışma gösterileri”ni hareket geçirecek kadar önemli olaya verdiği tepkiden sonra, Başşar Esad’ı Suriye’deki zorbalık ve zulümden ötürü kınamasının inandırıcılığı zedelenmez mi?
Bu tavrıyla, Tayyip Erdoğan, izlediği Suriye politikasının “sürdürülebilirliği”ni ve daha da önemlisi “Süreç”in geleceğini tehlikeye attığının farkında mı acaba?
Tayyip Erdoğan’ın “Akil İnsanlar” grubuna dahil edip, “barışın yararlarını” anlatsın diye sahaya sürdüklerinden Ali Bayramoğlu, dün Yeni Şafak’taki yazısına “Bu nasıl barış? Bu ne hoyratlık?” başlığını attı Taksim-Gezi Parkı olaylarına ilişkin yazısına. Bir başkası, Murat Belge, “.. Bir ay kadar önce, Türkiye’de çok başka türlü bir hava vardı. Bütün gündemlerin, bütün maddelerinin üzerinde, ‘Barış Süreci’ dediğimiz başlık yer alıyordu... Bir de şimdiki duruma bakın. Başta Taksim olmak üzere, yeni bir savaş atmosferine girdik” diye yazdı dünkü Taraf’ta.
Murat Belge, ben dahil birçoğumuzun yaklaşımını açıklayan şu satırları da kaleme aldı: “Başbakan, bütün Türkiye’ye ilgilendiren yapısal-tarihi sorunlarla mücadele etti. Bunları, bu ülkede demokrasinin kurulmasını isteyen herkes destekledi. Bunlar olurken, bu adımları atan kişi ve kişilerle dünya görüşlerinin nereden nereye uyumlu olduğunu kurcalamadık... Türkiye olacaksa şimdi demokratik olacak. Bunun genel ilkeleri var, genel kuralları var. Demokrasi, Tayyip Erdoğan’a tahsis edilmiş bir otobüs değil... Ben kendi hesabıma, ‘jakoben vesayet’ten kurtulmayı, ‘plebisiter diktatörlük’e geçiş olarak değerlendirmiyorum. Bu otobüsler, benim varmak istediğim duraktan (ya da güzergahtan) geçmiyor.”
Herşeyden önemlisi, Taksim-Gezi Parkı olaylarının, Başbakan’a “Akil İnsanlar”ın bir bölümüyle kopmasına yol açacak sinyaller vermesi. Onun, “Süreç”e ilişkin politikasına meşruiyet kazandıran, önemli ölçüde “Akil İnsanlar” arasında yer alan, “demokrat kimlikleri” ile ün ve saygınlık sahibi arkadaşlarımız.
Yani, Başbakan’ın duyarsızlığı ve hoyratlığı ile “Barış Süreci” arasında ve olumsuz etkide bulunacak bir bağ kurulmakta olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
Yani, Taksim-Gezi Parkı olayları, tahmin edildiğinden çok daha önemli özellikler ve kendi dışındaki temel sorunları etkileme kapasitesini taşıyor. Bu olayların en büyük gücü, “kendiliğindenliği” yani arkasında “aşırı uçlar”ın ya da Tayyip Erdoğan’ın işi kolay kazanacağı güreş minderine çevirmek için sözünü ettiği CHP’nin bulunmaması. Elbette ki, büyük çapta ve “sivil” eylemlerin içine Ergenekoncusundan, İP’lisine, CHP’lisinden, Ulusalcısına, her türlü Ak Parti’ye muhalif unsur girip, gelişmeyi manipüle etmek isteyebilir. Ancak, bu Taksim-Gezi Parkı olayının nasıl başladığı ve şimdiye kadar nasıl geliştiği gerçeğini örtemez.
Dizilerden ve beyaz perdeden tanınan, bugüne dek hiçbir şekilde siyasi bir angajman ile hatırlanmamış genç bir oyuncu, Nesrin Cavadzade, twitter hesabından “Bu eylem sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil, sivil” diye haykırıyordu. Türkiye’de her görüşten insanın izlediği ve güldüğü, bir bakıma bir “ulusal ortak payda” olan Cem Yılmaz, “Ahaliyi aptal sanmanın bir neticesi olacaktı elbet” mesajını verdi. Sezen Aksu, Taksim-Gezi Parkı direnişinin yanındaydı. Türkiye’nin özellikle Arap dünyasında en tanınan ekran yüzü haline gelen Kıvanç Tatlıtuğ, “Aklımız Taksim’de... Diren Gezi Parkı... Susmayın, kimse susmasın... Orantısız kullanılan güç, tek bir evladı bile yıldıramayacaktır” satırlarını kim tarafından aldatılarak, hangi ideolojik dürtüyle yazdı acaba?
Dünya çapındaki bir sanat-kültür adamı Kutluğ Ataman, “Bu bir sivil insan hakları eylemidir. CHP’nin darbe yanlısı, militarist, barış karşıtı bayrak mitingi değildir. Gaspetmelerine izin vermem” satırıyla bilinci ortaya koydu..
İnternet medyasının başını çekenlerden biri olan Hadi Özışık, “İktidar durup dururken, İNAT uğruna, Türkiye’yi bir belaya sürükledi. AFERİN” diye yazdı.
Eh, açın gözünüzü artık. Tayyip Bey, “Bu, Gezi Parkı olayı değildir” diyor. Tabii değil, gaddar polis müdahalesi sayesinde çok aştı onu. Öyle başladı ama küstahlığınız, duyarsızlığınız, leblebi-çekirdek yer gibi insanlara reva gördüğünüz biber gazı zorbalığınız, size karşı birikmiş tüm öfkeleri, kırgınlıkları, rahatsızlıkları infilak ettirdi. İlk yapacağınız iş, biber gazlı polisi İstanbul sokaklarından çekmenizdir. Gerisini sonra konuşuruz.
Tayyip Bey: Olaylar, ABD Dışişleri’nden Avrupa Komisyonu’na konu edilebilecek boyutları ifade ediyorsa, ünlü Amerikalı sinema oyuncusu Bruce Willis, “Türkiye’nin canı acıyor” diye tepki verip, insanları “Türkiye halkı ile dayanışma”ya çağırıyorsa, TİM’de yaptığınız konuşmada değindiğiniz hususların hükmü yok demektir. Açın gözünüzü.
Altı gün önce başlayan, beşinci günün gecesi İstanbul’un birçok semtini seferber eden ve dünden itibaren ülke yüzeyine yayılmaya başlayan gelişmelerden, iktidar devirme hesabına olan ve demokrasiyle hiç ilgisi olmalan kimi güçlerin yararlanmak istediğini görebiliyoruz. Yani, bizim gözümüz açık.
Ancak, ne olursa olsun, Taksim-Gezi Parkı direnişi ve onunla ülke içi ve dışındaki dayanışma eylemlerinin “demokratik niteliği” ortadadır.
Başta İstanbul halkı ve gençliği, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin kahraman meçhul askerlerini sevgiyle selamlıyorum!
|