Taksim’den bildiriyorum...
Daha doğrusu bildiremiyorum...
Kendimi Dolmabahçe’den meydana atmayı başaramadım.
En iyi gazeteci, yazabilecek kadar görebilen, eli kolu tutabilen gazetecidir deyip -itiraf ediyorum- bir tenhaya sığındım!
“Allahuekber” ile “Kalpaklı Atatürk” posterinin yan yana olmasına anlam veremeyen Ahmet Taşgetiren’in kalbine indirmek gibi olmasın ama “Ya Allah Bismillah” sloganlarıyla “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları birbirine karışıyor burada.
Su, gaz kesmedi;
Plastik mermi yağıyor kalabalığa!
En korkuncu ne biliyor musunuz?
Güvenlik güçleri muhataplarının “insan” olduğunu unutmuş gibi davranıyor;
Sinek, böcek muamelesi yapıyor karşısına kim çıkarsa.
Ezmek serbest sanki!
Yerlerde sürünüyor insanlar. Ağlayan var. Kıvranan var. Yardım isteyen var. Kan revan içinde kalan var.
Yuh artık bu kadarına!
Buna rağmen hani Yahya Çavuş’a gelen o mucizevi güç var ya, onunla donanmış gibiler; yeniden doğrulacak kudreti her nasılsa buluyor kendilerinde.
***
“Ne yazayım ben şimdi” diye ve anlatılmaz bir keder içinde sağa sola bakınırken ilk geçen şuydu aklımdan:
Şu ana kadar olanlardan değil, bundan sonra olacaklardan korksun iktidar!
İçimde meydan okuyan, tehditler savuran, provokasyona meyilli bir militan mı var?
Yoooo!
Tamamen “gazeteci” sorumluluğuyla, “kamu yararını” düşünerek kayda geçiriyorum bu “uyarı” yı!
***
Bazen göründüğü gibi olmayabilir gördüğünüzü sandığınız şeyler.
Evet, Gezi Parkı’nda yürüyen, gezen, çay içen, orayı buluşma, dinlenme yeri belleyen, kitabını okuyan, bir durup nefes alan, soluklanan insanların “çevreci duruşu” haklıydı!
Evet, İdare Mahkemesine sunulan bilirkişi raporu ve önceki gün çıkan yürütmeyi durdurma kararı hatırlandığında, müdahale zaten “yasa dışı” ydı! İnsanlar sadece yeşilin değil hukukun da yanında tavır almıştı ve hukuksuzluğu yapan, suç işleyen iktidardan talimatla saldıranlardı!
Evet, cana kasta varan şiddet sonuna kadar kınanmalıydı!
Ama...
Toplumun düne kadar stadyum önlerinde birbirini bıçaklayan taraftar grupları dahil, üniversitelerde birbirine giren ideolojik grupları dahil, TBMM’de küfür kafir birbirlerine demediklerini bırakmayan siyasi grupları dahil her kesimini bir araya getiren bu birikmiş öfke, tepki patlamasının bundan sonra nereye ve nasıl kanalize edileceği konusunda -toplumsal olaylara has ‘düşünme’yi, ‘analiz’i geçici süre askıya aldıran heyecana, coşkuya yenilmeden- uyanık olmak durumundayız!
***
Şimdi iki dakika es verin ve şu sorunun cevabını bulun:
- Kim başlattı?
Ortada parkta oturup sohbet eden, kitap okuyan, şarkı türkü söyleyen küçük bir gruptan başka hiçbir şey yokken, taş atan kimse yokken, slogan atan kimse yokken, taşkınlık yokken, neden olmayan bir eyleme müdahale edildi? Neden yoktan bir “isyan” var edildi?
Neden “öncü” görevini İmralı ulağı üstlendi?
Tuhaf değil mi?
Akillere karşı çıkan vatandaşlara da biber gazı sıktı polis daha önce, Reyhanlı’ya sebep olan politikaları kınayanlara da... Silivri’de de tomalarını sürdü kalabalıklara... Ve bütün bunlar aslında “Türkiye’yi tek yürek” yapmak konusunda çok daha geniş paydaları olan olaylarken, nasıl oldu da Gezi Parkı yüzünden yaşandı bu sosyal patlama?
Tekrar söylüyorum bu tepki kesinlikle haklı ve meşrudur, iktidara “dur” demek için geç bile kalınmıştır...
“Ama”...
İki dakika es verip düşünelim Brüksel’e, Cenevre’ye, New York’a, Madrid’e, Amsterdam’a ne oluyor Allah aşkına?
ABD Dışişleri’ne ne oluyor?
AB’ye ne oluyor?
Ağaçlar mı gerçekten kaygılandıkları, Türk Milleti’ne uygulanan iktidar baskısı mı?
Madem öyle, Paris, bu ülkenin dağları, dereleri, ormanları satılırken neden ayaklanmadı?
TEKEL işçileri buz gibi havada tazyikli suyla püskürtülürken, üniversiteliler tekme tokat dövülürken, 1 Mayıs’ta halkın anayasal hakları gasp edilirken çok mu demokrattı bu iktidar; sokaklarda bombalar patlarken çok mu güvenliydi bu ülke, o zaman neden ABD vatandaşlarına Türkiye’ye gitmeyin çağrısı yapmadı?
Barzani’nin hınk deyici başısı gazeteci, Soros’dan fon alan vakıfların sponsor olduğu sanatçı, emperyalizmin kalem memurları bu ülkenin hayrına elini taşın altına koyar mı?
Toplumun hakkı olan ve haklı tepki üzerinden başka bir tezgah örülüyor bu ülkenin başına;
“Türk baharı” diyorlar adına!
“Yaşasın” naraları atanlar var “dünya medyası” nın bu yakıştırmasına!
“Yeter” demiyorum on iki yıldır bastırılmış duygularımızı ifade iki değil on iki gün de yetmez çünkü. “Hadi artık evlerinize” demiyorum ama ne olur dikkatli olun, kullandırmayın kendinizi BOP haritasını size çizdirmeye kalkışanlara!
Selden kütük kapmaya çalışanlar var; tedbirli davranın!
Tunus’un, Mısır’ın, Libya’nın “bahar” larının nasıl kan dondurduğunu unutmayın!
Allah’ın bildiğini kuldan saklamaya gerek yok, iktidarın gidişine en çok sevinenlerden biri olurum ama “gönderen” “milli irade” olursa!
Bu akıl almaz saldırganlığın, siyasi intihar kararı almadılarsa bu izahı mümkün olmayan kışkırtıcılığın tek bir anlamı var:
Biri “darbe zemini” hazırlıyor şu anda!
Biri “dış müdahale” ye açık hale getirmeye çalışıyor ülkeyi!
Dolayısıyla,
Erdoğan hem kendisinin, hem hükümetinin, hem de ülkenin hayrına olanı yapıp, kendisini “akla, mantığa, vicdana, hukuka” çağırarak köprüden önce son çıkış şansını tanıyan bu aklıselim millete kulak vermeli!
Aksi halde, polisin her attığı her gaz bombası, her plastik mermi, bumerang etkisiyle sırf onu değil “sınırların yeniden çizildiği bu coğrafya” da ülkenin geleceğini de yaralayacak.
İktidarın akıbeti zerre umurunda değil.
Ama “Tük baharında açan çiçek çocukları” konsepti de mide bulandırıyor; tıpkı polisin sıktığı o garip gaz gibi!
|