Bazen, gecenin bir vakti, dehşet bir cümleyle uyanıyordum uykumdan.
Güya yine size yazıyormuşum da, yazdığım yazıda geçiyormuş o cümle…
Öyle zamanlarda, “Ben bu kelimeleri asla unutmamalıyım!” serzenişiyle dört dönerdim gecenin sessizliğinde.
Belli işte, tekrarı yok.
Zira orijinalimde böyle bir ifadenin altına imza atabilmişliğim yok.
Onca yıl binlerce yazı yazmışım, onca geçinmişim yazarım diye.
Gel gör ki, (Artık hangi duygularla uyumuşsam) rüyamdan kopup gelen o cümlenin yanından dahi geçememişim bildiğiniz.
Oysa bu, hele beni sabahın üçünde uyandıran en sonuncusu…
Cemal Süreyya filan duyabilse… “Bunu zamanında ben niye yazamadım?” Diye hayıflanacak raddede.
İşte böyle geçti sizlerden uzak kaldığım dokuz aylık süre…
Hiçbir şey yapamadığımda, rüyalarımda yazdım.
İşin fenası, bir tekini dahi not etmeyip, geldikleri gibi çekip gitmelerini izledim.
Ya da kim bilir, belki de gitsinler istedim.
Adı bende saklı bir meslektaşım o günlerden birinde, muhtemelen moral olsun diye şöyle demişti:
“Biliyor musun Özlem, kimsenin okumadığı bir gazetede yazılar yazıp, kimsenin izlemeyeceği programlar yapıyorum!”
Benzer bir duyguydu sanırım onların basıp gitmelerine seyirci kalmama neden olan şey.
Kimseye ulaşamayan cümleyi n’apayım???
Velhasıl, onlar gitti ve sizler bir kez daha orijinalimle baş başa kaldınız.
***
Ve elbette o 180 gün yalnızca ve yalnızca edebi şaheserlerimi (!) bulup kaybetmekten ibaret değildi.
İnsanlar tanıdım.
İnsanları tanıdım…
Dostum, ahbabım sandığım bir çoğundan gördüğüm lüzum üzerine sıyrıldığım gibi, çok ama çok kıymetli yeni insanlarım oldu. (Yusuf yusuf basıp gidenleri yazmama engel olan egom değil, bilakis… Kendilerini anlayabilme gayretime duyduğum saygıdır.)
Sonra, hemen sonra…
“Böylesi çok az gazeteciye nasip olur!” Gibi felaket kibir barındıran bir cümle kurmaktan bilhassa kaçmakla birlikte, (Ne yani, yalan mı söyliycem?) Hakikaten çok oma çok özel bir dayanışmanın içinde buldum kendimi.
Bu süre zarfında, dostlarım, arkadaşlarım ve en önemlisi de, o zamana kadar hiç ama hiç tanımadığım okurlarım, “Yazarımı geri istiyorum!” dediler.
Ki, (Yaşama sebebim olan cadılarımın şahit olabildiğim her anını tenzih ederekten söylüyorum) onların varlığı ve desteği ömrümün en anlamlı günlerini yaşattı bana.
Solcusu, sağcısı, ülkücüsü…
Kimler destek vermedi ki…
İnandıkları şeylerin aleyhinde yazdıklarım.
Bir gün olsun, öldür Allah hoşlarına gidebilecek tek bir satır yazmadıklarım.
İdeolojilerine fersah fersah uzak durduklarım.
Deli olduklarım, deli ettiklerim…
Hepsi ama hepsi yanımdaydı.
Bazen,
“Yazdıklarınıza hep sinir oluyordum ama yine de sizi okumak istiyorum!” Diyen bir mesaj gelirdi.
Bazense ciddi anlamda gönül çelen bir başkası…
Sonra, onlara farklı şehirlerden insanlar eklendi.
“Madem ki bir haksızlık var! O zaman biz de buradayız” deyip gelen yepyeni dostlar katıldı hayatıma…
Vesileyle, “Yazarımı Geri İstiyorum” Grubu’nu kuran, geliştiren, emek veren herkes kıymetlimdir, gözümdür.
Bir tek günümden bile eksik olmasınlar.
Bu arada, ben öyle “Artık ideolojiler öldü!” Geyiğine itimat edenlerden olmadım hiç.
Olmam da!
Sizinkisi Hakk’ın rahmetine kavuştuysa şayet, başınız sağ olsun.
Lakin benimki dimdik ayakta!
Ve fakaaaaaaaaaaaaaaaaat…
Bir şeyi öğrendim kırkımdan sonra.
Faraza… Solcu geçinen bir zübük size akıl almaz tuzaklar kurabiliyorken… (Gerçek solcuları defaatle dışarıda tutuyorum.) Adam gibi sağcılar, ülkücüler ve diğerleri, ahlaki müştereklerde buluşabiliyormuş kapı gibi.
Tatlı su solcusu bir zibidi, zil takıp oynarken, hakikatli bir ülkücü uğradığın haksızlığa rest çekebiliyormuş!
Filhakika…
Şu zaman diliminde, hem gerçek solun, hem de ideolojisi ne olursa olsun gerçek insanın kıymetini bir kez daha anladım!
***
Ve geldik bu günümüze…
Ki, bu noktada ne edebiyat kaldı, ne de bir şey…
Sizi, size yazmayı özledim.
Ve en çok da, (Ne kadar kifayetli olduğu tartışılır elbet lakin) eskiden de sahaya iki sıfır mağlup çıkanlar derdim ya hani….
Sonucu olsun olmasın, onlar için yazmayı özledim…
Vuslat bu güneymiş.
Merhaba…
Yazarın bilhassa notu:
Bu haber sitesi, sizlere ulaşabildiği süre boyunca, (Başka türlü imkanı yok var olamaz, ayakta kalamazsınız! ) türündeki envai çeşit telkine rağmen, ne kadın bedeninden, ne de kadın bedeninin ucuzlatılmış halinden istifade etmeden devam edecektir yoluna.
Gerekirse kimse okumasın.
Ne var, ne yok? Diye kimseler bakmasın, umurumuzda olmaz!
Hatta mümkünse o minvaldeki kitle bizim buralara hiç ama hiç uğramasın, hem tercihimiz hem de makbulümüzdür.
|