Başbakan Recep, polis Recep’i azarladı...
Kendisinin imzasıyla daha dün “siftah” eden Amed Emniyet Müdürü Recep Güven’e karşı Meclis kürsüsünde esti gürledi. Polis Recep “öldürdüğüm PKK’liye ağlayacağım” demiş, Başbakan Recep “öldür ama ağlama” diye bağırmış...
İşte devletin iki Recep’i arasındaki fark bu. Biri “öldürüyor ve ağlıyor”, ötekisi “öldürtüyor ve ağlatmıyor”...
Bu fark, AKP’ye hâlâ umut bağlamak isteyenleri mahvediyor. Onlar sandılar ki, Recep Başbakan’ın tayin ettiği Recep Polis “ağlayınca”, Recep Başbakan da “ağlayacak”. Etrafımız, “beni öldür, ama mezarımı gözyaşlarınla sula” diyen “sululardan geçilmiyor... Yeşilçam filmleri gibi. Şark santimantalizmi mi desek, dangalaklık mı, şaşırdık.
Ama şu artık anlaşıldı. AKP’nin temelleri sallanıyor. Onun tayin ettiği polis bile mevcut duruma “ağlıyor”. Başbakan’ın esip gürlemesi boşuna... Emrindeki bürokrasinin en “amansız” kesiminden bile “hıçkırık” sesleri yükselince, biz, AKP’nin Kürt siyasetinde girdiği çıkmazın ne kadar derinleştiğini anlıyoruz. Ankara’daki Recep “ağlamasa” da, Amed’e giden Recep “ağlıyor”. Daha geçenlerde Şırnak’a tayin edilen general de “ağlaya ağlaya” emekliliğini istemişti.
Buradan çıkan sonuç nedir?
Yalın bir sonuçla karşı karşıyayız: Milletin anasını ağlatan, sonunda kendisi ağlar.
Ağlayacaklar...
Bu ağlama “fars”ının diğer yanı ise, Başbakan’ın artık “reformist demokrat-liberal” kesimleri “iplemediğini”, buna karşılık faşist ve ekstrem milliyetçi “tepkilerden” ölümüne tırstığını göstermesi. Esaslı bir “komedyen” olacakken, her nasılsa MHP’nin sözcüsü olmuş bir adamın ekranlarda “ağlayan Recep’e” karşı bizi kahkahadan iki büklüm eden “tehditleri”, Başbakan’ı kendi Emniyet Müdürünü beş paralık hale getirip, harcamasına yetmiş ve artmıştır.
Milliyetçi hezeyanın bu en komik biçimi karşısında bile paniğe kapılan Başbakan’dan Kürt sorununda çözüm beklemek için insanın çok saf olması gerekir.
AKP “reformculuğu” iflas etmiştir.
Kürt halkının mücadelesi önünde, hükümet, adım adım “ricat” ediyor. Ricat eden her ordu gibi o da, terk ettiği siperlerin biraz gerisinde açtığı yeni siperlerde tutunmaya çalışıyor.
Ne gibi?
Örneğin, cezaevlerinde tutuklu Kürtlerin anneleriyle Kürtçe konuşmasına izin vermeme siperinde yıllarca kan döktü. Ama “zindanda Kürtçe yasağı” siperini sonunda “düşmanına” teslim etmek zorunda kaldı. Bir adım geri çekildi; ve bu defa “Kürtçe konuşan tutukluları zindanda tutma” siperinde vuruşmaya devam etti.
Şimdi yeni ricat hazırlığı: Mahkemelerde “Kürtçe savunma yasağı” siperini terk etmek üzere... Geriye çekilecek. Ama “Kürtçe savunma yapanları müebbet hapse mahkum etme” mevzisini ölümüne savunmaya devam edecek.
“Parti kapatma siperini” de Kürt güçlerine terk etmeye mecbur kaldı. Şimdi bu siperin hemen gerisinde “açık kalan partinin vekillerini, belediye başkanlarını ve üyelerini kitlesel tutuklamalarla hapse atma siperinde” ülkeyi kana bulamaya devam edecek.
“Kürtçe yasağı siperini” “Kürt güçlerinin” taarruzu karşısında çoktan terk etmişti. Şimdi “anadilde eğitim yasağı siperinde”, en büyük nefret cinayetlerini işlemeye devam etmekte.
Recep Başbakan, Recep polise karşı konuşurken şöyle dedi: “Anadilde eğitim: yok böyle bir şey.”
Ve şunları da söyledi:
“KCK operasyonları Kürt kardeşlerimizin haklarını farklı yere çekenlere karşı yapılmıştır. Belediye başkanları görevlerini yapmıyorlardı, yanlarına yerleştirilen malum elemanların dediklerini yapıyorlardı.”
İşte “ağlayan Recep’e” karşı “ağlamayan Recep”in resmi böyledir.
AKP adım adım geriliyor. Dün kabul etmemek için binlerce insanı “ağlamadan” öldürten hükümet, kazdığı siperlerden sökülmüştür. “Cezaevlerinde Kürtçe yasağı siperi” nasıl zaptedildiyse, yarın “Kürtçe yasağını kıran yurtseverleri zindanda tutma siperi” de ele geçecektir. “Kürtçe savunma yasağını kıran BDP’lileri ömür boyu hapsetme siperi” de yerle bir olacaktır. “Parti kapatma siperini” tarumar edenler, “BDP binalarını insansızlaştırma siperinde” taş üstünde taş bırakmayacaktır. “Kürt dilinin inkar siperini” düm düz eden halk, yarın “anadilde eğitimi yasaklama siperini” de tarihin çöplüğüne gönderecektir.
Sonra?
Sonra bütün bu siperleri de terk etmek zorunda kalan hükümet, en son şu siperde tutunmak isteyecektir: “Kürtlere statü vermeme” siperinde...
İşte o zaman, “siper savaşları”, siyasi manada bir “meydan muharebesi”ne dönüşecektir.
Bu siper de sökülecek ve Kürt halkı “demokratik ulus, demokratik cumhuriyet ve demokratik özerklik” alanında Türklerle, Çerkeslerle, Lazlarla, Boşnaklarla, Ermenilerle, Rumlarla, Araplarla, büyük bir miting yapacak. Bu mitingte Recep Tayyip Erdoğan mı konuşur, yoksa Abdullah Gül mü, belki de bir başkası mı, bilmem; ama Abdullah Öcalan’ın, o andaki Türk Başbakanı ile birlikte kürsüde yer alacağından ve konuşacağından hiç şüphem yok...
Şimdi soru şu: Dün “hayır” dediğinize bugün “evet” diyorsunuz, bugün de “hayır” dediklerinize yarın “evet” diyeceksiniz. O halde neden bu kadar ölüm? Başbakan cevap verdi: “Devlet benim” ve ben “Kahhar”ım!.. “Kahhar”, Allah Teala’nın 99 isminden biridir. Sen Allah mısın? “Tövbe” de ki, kahrolmayasın!..
|