CHP,eski DYP ve MHP kadrolarından isimleri seçilecek yerlere yerleştirerek ve en önemlisi, Kürt sorunun yaşandığı yerleri, özelde de Diyarbakır’ı, tümüyle AK Parti ve BDP’ye bırakarak, ben yeni Türkiye iddiası taşımıyorum, eskiyi koruyacağım demiş oldu.
Prof. Dr. Fuat Keyman: 12 Haziran seçimleri, 1945’te başlayan “toplum-merkezli modernleşme ve siyaset” anlayışının yerleşmesi anlamına gelecek.
Prof. Dr. E. FUAT KEYMAN
İstanbul Politikalar Merkezi, Sabancı Üniversitesi
12 Haziran 2011 genel seçimleri için siyasi partiler aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na verdiler. Artık, siyasi partilerin, özellikle yeni dönemde mecliste yer alması beklenen AK Parti, CHP, BDP ve MHP’nin hangi adaylarla ve aday tercihlerinin yansıttığı ideolojik profillerle seçime katılacakları üzerine konuşabiliriz. Bu bağlamda da, hem partilerin seçime yaklaşımları, hem de aday tercihlerine bakarak değerlendirmemizi yapabileceğimiz iki önemli kıstasın ortaya çıktığını düşünüyorum: “iddialı olmak” ve “yeni-eski referansı”.
İddialı ve yenilikçi söylem
Birinci, gerek aday tercihleri, gerekse de söylem düzeylerinde, bu partiler içinde, AK Parti ve BDP seçimlere en iddialı hazırlanmış partiler olarak ortaya çıkıyorlar. AK Parti, seçimlere, sadece seçimleri kazanmak için değil, Türkiye’yi 2023’e “yeni ve güçlü bir ülke” olarak hazırlamak iddiasıyla giriyor. Benzer olarak, BDP Türkiye’nin en büyük ve kritik sorunu olan “Kürt sorunu” temelinde, bu sorunun ana aktörü benim iddiasıyla seçime yaklaşıyor. Kürt sorununun yaşandığı yerlerde, özellikle Diyarbakır’da, AK Parti’yle kora kor bir seçim mücadelesine gireceğinin ilk işaretlerini de veriyor. Buna karşın, CHP ve MHP, seçimlerde oylarını arttırmanın ötesinde, Türkiye üzerinde iddia taşımayan bir aday tercihi ve profiline sahipler. CHP, parti içi kadrolarda büyük bir tasfiye yaptığı halde, seçimlerde oylarını yüzde 30 bandına taşıma gibi bir yaklaşıma sahip. MHP ise yüzde 10 barajını aşarak, Meclis’te kalma amacı taşıyor. Şüphesiz ki, iddialı olmak, belli bir iddia ile oyunu oynamak belli riskleri de taşıyor; çıtayı yükseltirken kaybetme riski de yüksek olur. Ama iddia sahibi olmak başarının da ön koşulu. Bu seçime, iddialı olmak kıstası içinde, AKP ve BDP ve de bu partiler arasında Kürt sorunun yaşandığı yerlerde yapılacak mücadele damgasını vuracak gözüküyor.
İkinci kıstas, yani “yeni-eski referansı” ekseninde, tüm bu partilerinin, özellikle de AK Parti, CHP ve MHP’nin aday tercihlerine ideolojik düzeyde baktığımız zaman, merkez sol ve solun giderek küçüldüğünü, buna karşın, merkez sağ alanın, muhafazakarlık ve milliyetçilik eğilimlerinin giderek güçlendiği bir profille karşılaşıyoruz. AK Parti, zaten kendisine muhafazakar demokrat diyen bir parti. CHP’de sosyal demokrat adaylar liste dışı kalırken, eski DYP’li ve MHP’li adayların tercih edildiğini gözlemliyoruz. MHP’de de, eski merkez sağ alanı temsil eden adayların tercih edildiğini görüyoruz. Bu tercihin CHP ve MHP için ne kadar doğru ve yararlı olduğu tartışılır ki, bana göre hatalı ve yararsız tercihler. Her iki partinin de bu tercihlerden çok bir şey kazanmadığını göreceğiz. Ama bu tercihler, söylem ve siyasi zihniyet olarak zaten küçülmüş olan merkez solun daha da küçülmesi, merkez sağ ve muhafazakarlık-milliyetçilik eğiliminin daha da güçlenmesi ve yaygınlaşması anlamına geliyor.
Tasfiye değişim midir?
Daha da önemlisi, bugünün Türkiye’sinde merkez sağ alanın tek ve güçlü partisinin AK Parti olduğu gerçeği içinde, CHP ve MHP’nin tercih ettiği merkez sağ adaylar, DYP ve ANAP’tan, yani bugün varlığı olmayan partilerden geliyorlar. Dolayısıyla, CHP ve MHP, eski Türkiye ve eski merkez sağı kendi için çekiyor. Bu nokta önemli, çünkü AK Parti ve BDP yeni Türkiye referansında seçimlere yaklaşırken, CHP ve MHP eski merkez sağ adayları tercih etmelerine bağlı olarak eski Türkiye referansında seçimlere yaklaşıyorlar. Bugün ve yarını konuşan AK Parti ve BDP ile bugünü dünü konuşarak korumaya çalışan CHP ve MHP, hem 12 Haziran 2011 seçimlerinin hem de seçimlerden sonraki meclisin tanımlayıcı niteliğini bize gösteriyor. Yarını, yani yeniyi konuşmak ile dünü, yani eskiyi konuşmak tercihinin ne kadar başarılı olacağını seçimlerde göreceğiz.
Başbakan Erdoğan, 2002 ve 2007 genel seçimlerinden sonra 2011 seçimleri sonucunda da AK Parti’nin üçüncü güçlü çoğunluk hükümetini kuracağını, bunun artık partinin kadro ve vizyon temelinde “ustalık dönemine” geldiği anlamını içerdiğini ve daha da önemlisi bu seçimlerin, yeni ve güçlü Türkiye’yi yaratmak için bir “milat” oluşturduğunu söylüyor. Dolayısıyla, AK Parti, seçimden de öte, anlamını yeni anayasa yapma ve Türkiye ekonomisini dünyanın ilk on büyük ekonomisi içine sokma amacında bulan büyük bir projeyle 12 Haziran 2011 seçimlerine yaklaşıyor. Bu büyük bir iddia. AK Parti, adaylarını bu iddiaya göre hazırladığını söylüyor.. Adaylar yeni Türkiye iddiasının, gerek yeni anaysa, gerekse de ekonomi ve kamu yönetiminde yaşama geçirilmesinde önemli rol alacak teknokrat ve ideolojik aktörleri içeriyorlar.
Daha da önemlisi, bu aday tercihleriyle, AK Parti kendi kadrosunu tamamlamış, yani vitrin bile olsa, farklı görüşlerden gelen isimleri kendinse çekmek gereksinimi olmayan bir görüntü çiziyor. Artık AK Parti bir koalisyon partisi değil; artık AK Parti, kendi insan sermayesine, kendi sivil toplumunu, kendi düşünce kuruluşlarını, kendi ekonomik aktörlerini, kendi hukuk, dış politika, ekonomi alanında rol alacak beyin takımını tamamlamış bir parti.
Ustalık dönemi, sadece yeni Türkiye kurma iddiasını değil, kendi kadrolarını ve kendi iç bütünlüğünü tamamlamış bir AK Parti yapısını tanımlıyor. Bu anlamda, bu seçim bir “milat” gerçekten, çünkü seçimlerden çok güçlü çıkacak bir AK Parti iktidarı, 1945’te başlayan “toplum-merkezli modernleşme ve siyaset” anlayışının da çok güçlenmesi, hatta hegemonik konuma gelmesi anlamına gelecek. Seçim sonuçlarının bu boyutu da olacak.
BDP ve post-PKK Kürt sorunu
Yeni kadroları ve iddialı seçim yaklaşımıyla, BDP, sadece Kürt sorunun çözümünde “en önemli ve kilit aktör benim” mesajını vermiyor. Gerçekten, Kürt sorunun yaşandığı yerlerde ve de İstanbul’dan başarılı sonuçlar alan, AK Parti’yi bu alanlarda, özellikle Diyarbakır’da yenen bir BDP, bu iddiasını başarmış olacak. Ama bence BDP’nin iddiası seçim başarının çok daha ötesinde bir durumun, bir dönüşümün ilk işaretini bize verecektir: “post-PKK Kürt sorunu”nun yaşanacağı ve tartışılacağı yeni bir dönemin başlaması. Diğer bir değişle, Kürt sorununda silahsızlanma olduktan sonra, yani “post-PKK dönemi Kürt sorunu”nda nasıl bir siyasallaşma söylem ve pratiği yaşanacağının ilk ipuçlarını, bu seçimde, özellikle de, BDP’nin başarılı olma derecesine bağlı olarak göreceğiz. AK Parti gibi, BDP de, seçime, seçimde kazanılacak oy oranlarının ötesinde, niteliksel ve çok önemli bir iddiayla hazırlanıyor. Bu iddia, BDP aday tercihlerine ve seçim stratejisine yansımış durumda.
BDP’nin seçimlerde başarılı olması, silahsızlanmış ama siyasallaşmış bir post-PKK Kürt sorunun yaşanacağı ve tartışılacağı yeni bir Türkiye gerçeğini ortaya çıkartacaktır. Seçim sonrası yeni meclis bu gerçeğin yaşandığı bir meclis, bir yasama platformu olacaktır.
CHP’ninki ikircikli değişim
Benzer bir iddialı olma durumunun CHP ve MHP’de yaşandığını göremiyoruz. Her iki partide, kendi parti içi dengeleri değiştirme ya da koruma, oylarını biraz arttırma peşindeler. CHP, Kılıçdaroğlu liderliğinin tam anlamıyla pekiştiği bir eski kadroların tasfiye edildiği bir aday tercihinde bulundu. Dahası, yeni adaylarını kadınlardan, gençlerden, ve özürlülerden seçerek, demokrasiye çok önemli bir katkıda da bulundu. Ama bunu yaparken CHP, Ergenekon Davası’ndan üç ismi aday kadrosuna alarak ve diğer isimleri niye bu kadroya almadığını da açıklamayarak, eski DYP ve MHP kadrolarından isimleri seçilecek yerlere yerleştirerek ve en önemlisi, Kürt sorunun yaşandığı yerleri, özelde de Diyarbakır’ı, tümüyle AK Parti ve BDP’ye bırakarak, ben yeni Türkiye iddiası taşımıyorum, eskiyi koruyacağım demiş oldu.
CHP, yapmış olduğu eskinin tasfiyesi ve yeni isimlerin partiye alınması hamlesini, ki çok önemli ve değerli bir hamleydi, kendi elleriyle ve eskinin korunacağı bir CHP algısını yaratan aday tercihleriyle yok etmiş oldu. CHP’nin ikircikli ve muğlak aday yapısı ve söylemi, hala kendisinin bugünü eskiyle koruma tercihini yaptığını bize gösteriyor. Oyları artacak CHP, aynı zamanda da bize, yenin kurucusu olma iddiasını taşımayan, aksine tercini eskinin korunması üzerinde yapmış bir aktör görüntüsünü veriyor.
Benzer durum MHP’de de var. MHP’de, söylem ve siyaset anlayışı içinde, eski DYP ve ANAP, dolayısıyla eski merkez sağ isimlere kapılarını açarak, ikircikli ve muğlak bir değişimi ortaya koyuyor. Gerek milliyetçilik ile toplumsal dönüşüm, gerekse de milliyetçilik ile yeni Türkiye ilişkilerinin kurulmasında iddialı olmayan, daha doğrusu, bu ilişkiyi eskiyi korumak üzerine kurma tercihini yapmış görüntüsünü aday tercihleriyle bize gösteren bir MHP var karşımızda.
Bu MHP oyunu koruyacaktır, 10% barajını aşacaktır, ama seçimlerden sonra bu ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini kendi partisi içinde yaşayacak tartışmalara da sahne olacaktır. CHP ile MHP, bugünü dün referansıyla koruyan bir çizgide, seçim sonrası meclis yapısı içinde yakın temas da ve söylemde olacaklar gibi gözüküyor. Göreceğiz. Ama, eskinin korunması ve yakın temas tercihinin, her iki partiye de bir yararı olmadığını düşünüyorum.
Yaptığım çözümlemenin iddialı olduğunu biliyorum ama Türkiye’nin yaşadığı dönüşümün geldiği bu kavşakta, bu noktaların altını çizmenin de bize gerçeklere daha yakın bir tartışma yapma olanağını vereceğini düşünüyorum.
|