O büyük bir adamdı. Tarihe imzasını atmadan gitmek şanına yakışmazdı. Dünyaya barış, ülkesine mutluluk getirmek içün çıkmıştı yola. Geçmişin şanlı günlerini, milletinin uçsuz bucaksız sınırlarını özlemişti. Vatanını, milletini diğerlerinin üstüne çıkarmaktı en büyük dileği.
İyi bir gözlemciydi, muhteşem bir hatipti. Kalabalıkları tek sözüyle güldürür, tek çığlığıyla ağlatırdı. Çok iyi kavramıştı ülkede burjuva siyasetinin nasıl çürüyüp koflaştığını. İşsizlik, yoksulluk, haksızlıklar almış başını gitmişti. Uluslararası antlaşmalar, borçlar, vergiler, kısıtlamalar deli gömleği gibi boğuyordu halkı.
Küçük toplantılarda, mütevazı topluluklar önünde ateşli nutuklar atmaya başladı. Milletini boyunduruğa alan kağıt parçalarını yırtıp atacağını, halka refah sunacağını, adil bir düzen kuracaklarını haykırdı.
İngiltere, A.B.D. gibi sermayeci ülkeler, küresel güç savaşımında bir tampon bölge yaratarak etkisinden yararlanabileceklerini düşündüklerinden, solculara karşı kendisini desteklediler. İktidara gelmesinde etken oldular.
Sonunda seçimleri kazandı, iktidara geldi. Yüzde 44 oyla gelip, meclisin çoğunluğunu ele geçirdi.
İktidara geldikten sonra yaptığı ilk işlerden biri güçler ayrılığı ilkesini ortadan kadırmak1, yasaların kendi ağzından çıkan sözlerle yapılacağı “sultanlık” düzenini yürürlüğe koymak olmuştu.
Muhalefetteyken işçilerin haklarını herkesten çok savunmuş, “çalışanın hakkını alnının teri kurumadan vereceğiz” diye söz vermişti. Ancak, koltuğuna kurulduğunda sendikaları ortadan kaldırmayı, grevleri yasa dışı saymayı görev bildi.
Ülkeyi borç batağından kurtaracağına ilişkin söz vermişti. Ekonomiyi toparladı, otobanlar ve duble yollar inşa ederek bir atılım başlattı. Kendi zenginlerini yarattı, varsıl sınıfı kendi çizgisi içinde besledi. İşsizliği dinginledi.
İktidarı sağlamlaştığında, daha önce büyük savaşımlar sonucu kazanılmış ‘kürtaj hakkı’nı geri almak için düzenlemelere başladı. Önce kürtajı, peşinden eşcinselliği yasakladı. Özel yaşamlara karışmayı, eğitimden medyaya toplumun tüm algılarına biçim verme çabalarını sürdürdü.
Baskısı pekiştikçe destekçileri de coşuyor, yağdanlıkları meydanlarda, gazete sütunlarında, perde önlerinde coşkuyla yaptıklarını ballandırıyor, cilalıyor, alkışlatıyodu. Propaganda ekibi güçlüydü, gözlerini budaktan sakınmıyorlardı. Çevresinden gülücükler, övgüler, el etek öpmeler eksik olmuyordu.
En büyük becerilerinden biri de tehlikeli dönemeçleri hep ustalıkla atlatması oldu. Ortalık karmakarışık olduğunda, at izi it izine karıştığında hep kuyruğu dik tutuyor, kargaşa bittiğinde haklı çıkıyor, kazanıyordu. Muhalefeti susturmak için de bu karışıklıklar dahil her türlü olanağı kullanıyordu.
Bir gece kimin yaptığı belirsiz hain bir saldırıyla2 uykusundan sıçradı halk. Patlamalar, yangınlar, kurşunlanan devlet görevlileri. Ne olup bittiği anlaşılamadı ama, bütün suç muhalefetin üzerine kaldı. Solcular, komünistler, sosyal demokratlar tutuklandı, kovuşturuldu, sürüldü. Korkunç suçlamalarla tıkıldıkları zindanlarda gün yüzü görmediler. Kendisi ise iktidarını güçlendirdi, ölümü gösterip halkı sıtmaya razı etti.
Bunu izleyen süreçte, küçük kışkırtmalardan, sürtüşmelerden yararlanıp gerektiğinde kendi ekibini ayıkladı. Kendine bağlı kişileri temizletti, balyozladı, içeri attırdı. Gerektiğinde azınlıkları, muhalif grupları daha da baskı altına aldı3, kovdu, ezdi.
Her seferinde haklı çıkan kendi oluyor, yerin dibine sokulansa muhalifleri, düşmanları, rakipleri oluyordu.
Artık herkes bu gerginliğin patlayacağı gerçek bir düşman, sahici fetihlerin geleceği bir savaş için tetikteydi. Bunca nutuk, parlayış, esiş, gürleyiş, tarihe fetih bırakmadan, imza atmadan taçlanamazdı.
Gerginliğin doruğa çıktığı günlerden birinde, sonunda savaş bekleyenler istediğini buldu. Sınırda bir bölgede kışkırtma ve saldırı girişimi4 gerçekleşti bir komşu devletten. Bu taciz elbette ki yanıtsız kalmayacaktı.
Bir cihan devleti olmak yolunda değiller miydi? Yeniden dünyaya söz geçirmek isteğinde değiller miydi? Boyuna bakmadan kendilerine sataşan bu komşuyu susturmadan, cezasını vermeden nasıl olacaktı bu? Yoksa güldürmezler miydi herkesi kendilerine?
O halde, hazrolundu cenge! Davullarla, bayraklarla, dualarla girildi savaşa. Sulh-u salah için! Aleme nizam için! Gazamız mübarek ola vatandaşlarım!
Kimden söz ediyorum biliyor musunuz?
Evet, elbette ki tarihin en büyük canilerinden biri olan Adolf’ten. Kendi sonunu hazırlayan, kendi ölüm fermanını imzalayacak o kanlı savaşa koşar adım giden Führer’den.
Allah allah, siz ne sanmıştınız?
Bir şiir:
/ Bu denizli kuşlu dünyada/ Bir tek acılar mıdır payımıza düşen/ Dökülsün yollara beş kıtada/ Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir/ Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor/ Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını/ Çelik canavarlar gibi tanklar değil/ Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir/
— Vedat Türkali —
Notlar:
1-1933 yılında yürürlüğe giren Ermächtigungsgesetz.
2-Şubat 1933 Reichstag Yangını.
3-Kasım 1938 Kırık Camlar Gecesi.
4-1939 Gleiwitz Vakası, Polonya sınırı.
|