Günlerce kanal, kanal dolaşmış, Kürt sorununda “Oslo sürecinin” yeniden başlayabileceğinden bahsetmişti.
Çıktığı her programda Kürt Sorunu’nda çözüm için İmralı, Oslo görüşmelerini her an başlatabileceklerini ilan etmiş ve hepsinde, ayrıntılı açıklama için AKP’nin 30 Eylül’de gerçekleştireceği büyük kongreyi adres göstermişti.
Yaptığı konuşmalarla doğrusu hem kafa karıştırmış hem de ilgi oluşturmuştu. Bir hafta boyunca yazılı ve görsel medya Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kongrede açıklayacağı Kürt Sorunu’na çözüm projesini konuşur olmuştu. Beklenti çıtasını oldukça üst seviyelere taşıyan bu medyatik kasırgaya Kürtlerin büyük kısmının temkinli yaklaştığını bilmem söylememe gerek var mı? Bunun iki temel nedeni vardı: Birincisi; AKP iktidarının 10 yıllık pratiği Kürt sorununun çözümüne ilişkin umutları derinleştirmekten ziyade, güven bunalımını derinleştirmenin görüngüleriyle dolu. AKP iktidarı pek çok çözüm fırsatını, iktidarını genişletmenin zemini olarak değerlendirildi. Çözüm fırsatlarını ve aktörlerini iktidar pragmatizminin parçası olarak kullanmaya kalktı. “Çözüyorum” derken oyalamayı, “barışıyorum” derken tasfiyeyi esas aldı. Barış gruplarının tutuklanması, 8 bini aşkın Kürt siyasetçi, gazeteci ve sendikacının tutuklanması, dağ silsilelerinde operasyonların tırmanması... v.s. hepsi AKP hükümetinin “barışıyorum-çözüyorum” dediği zamanlarda yaşandı. Bu süreç, müzakere ettiği PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tecridine kadar ulaştı. Üstelik bu “çözme oyunlarının” hepsi seçim dönemlerinde oynandı.
Nihayetinde Öcalan, Oslo olarak adlandırılan görüşmeler sürecinin sonunda AKP’ye, iktidarını koruma ve genişletme zemini olarak kullanılamayacağını söyleyerek süreçten çekildi. Çözüm için heyetin korunması yanında özgürlük, güvenlik ve sağlık koşullarının sağlanması ile yeniden sürece dahil olabileceğini duyurdu. Müzakereler kesildiğinden bu yana ise hepimizin malumu olduğu üzere zaman zaman orta yoğunluklu bir hal alan savaş tırmandı, her güne 10 ölüm düşer oldu.
İşte Erdoğan’ın hükümeti tam da Kürt sorununda çözümsüzlüğün ağır çıkmazlarına battığı, çatışmalı ortamın yarattığı sıkışıklığı yaşadığı, güvenlikçi politikasının bumerang gibi kendisini boğduğu bir zamanda, üstelik seçimler dönemine girerken yine, yeniden “Oslo ve İmralı süreçleri başlayabilir” dedi. İkinci gerekçe de bu açıklamalardaki tutarsızlığa ilişkindir. Bir önceki Oslo sürecinin başarısızlığının özeleştirisini vermeden yaptığı bu çıkışı Kürtlerde temkinli karşılansa da, pek çoğu “bir umut... bakalım... kimbilir...” dedi. Üstelik Başbakan bu defa gerçekten çözümün muhatabı olarak İmralı’yı işaret ediyordu.
Kürtlerin büyük kısmı bu çıkışı, Bölge’deki savaşın AKP iktidarını zorlamasına, iktidarın Ortadoğu hedeflerine varmasını engellemesine, iç politikada Cumhurbaşkanlığı’na giden yolun Erdoğan için Kürt sorununun çözümüne bağlı olmasına, yerel seçimlerde Erdoğan AKP’sinin yüksek başarıya ihtiyaç duymasına bağladı. Yani bir ortada koca bir seçim yatırımı ve bölgesel liderlik hesabı var.
Buna rağmen Kürtler projeyi görmek istediler. Erdoğan’ın bir haftalık TV çıkışlarını dikkatle dinlediler, hatta BDP’liler “Başbakan’ı cesaretlendirelim, biz de üstümüze düşeni yapalım...” dediler.
Ne var ki Başbakan bir hafta boyunca birbiriyle çelişkili, kendi kendisini tekzip eden pek çok söylem sarf etti.
Bir yandan “İmralı, Oslo sürecini yine başlatabiliriz...” dedi. Diğer yandan, “İdam edilecekti... Şartlı verdikleri için İmralı’da yaşıyor... Kusura bakmasınlar ev hapsi gibi şeylerle biz vebal altına girmeyiz...” dedi.
Hatırlayın, ilk Oslo sürecini bitiren, hükümetin samimiyetsizliğinin göstergesi olarak tanımlanan söylemlerin başında seçim meydanlarında Başbakan’ın “Biz olsak asardık... İktidarımız döneminde Öcalan İmralı’dan çıkmayacak” söylemi gelir.
Üstelik Başbakan, PKK’nin son bir yılda tırmandırdığı savaşın ana gerçeklerinden birinin “Öcalan’a özgürlük” olduğunu da biliyor!
Başbakan, TV konuşmalarında bir yandan İmralı’yla görüşeceklerini söyleme cesareti gösterirken, diğer yandan “teröristle kucaklaşan siyasi uzantıyla görüşmeyeceğim” dedi. BDP’yi müzakereler sürecinde dışlayacağını, hatta dokunulmazlıkların kaldırılmasına “evet” diyeceğini ilan etti. Düne kadar “terörle mücadele, uzantıyla müzakere” diyen Başbakan, şimdi de “terörle müzakere, uzantıyla mücadele” der gibiydi! PKK ile silahlı üstünlüğünü kıramadığı için görüşeceğini, BDP’nin ise pazarlığa değer bir gücü olmadığını da satır aralarında ifade etti.
Doğrusu Başbakan’ın TV konuşmaları hem itirafları, hem yalanlamalarla doluydu. Örneğin ilk Oslo sürecinin “iletişim samimiyetsizliği” gibi ne demek olduğu anlaşılamayan bir gerekçeyle kendileri tarafından kesildiğini söyledi. Oysa düne kadar Silvan saldırısıyla PKK’nin süreci bitirdiği söyleniyordu.
Yine daha önce bir ay içerisinde 500 PKK’linin yaşamını yitirdiğini söyleyen aynı Başbakan, bu defa 2012 yılı boyunca 239 PKK’linin yaşamını yitirdiğini, çatışmaların en az yaşandığı yıl olduğunu ilan ediyordu. Hangi açıklama doğruydu? Hangi Başbakan doğru söylüyordu?
Başbakan herhalde son 12 yılın en yoğun savaş dönemini yaşadıklarını gizleyerek görüşmeleri zorlanmaları nedeniyle değil, hüsnü niyet olarak başlattıkları düşünülsün istiyordu!
Velhasıl... Başbakan kongre öncesi yaptığı her TV programında çelişkili, kendi kendini yalanlayan konuşmalarla kafayı karıştırsa da, esas açıklamayı yapacağı yer olarak ilan ettiği kongreye işaret ederek ilgiyi, beklentiyi arttırdı. Pek çok çevre Başbakan’dan Kürt sorununun çözümü için şaşırtacak muhteşem bir proje ve manifesto bekledi...
Kürtler ise, kendilerindeki güven kırılmasının mimarı olsa da, açıklamalardaki çelişkiler umudu azaltsa da, Kürtleri karşı karşıya getirmek isteyen niyetler sezse de, kongrede Erdoğan’ın konuşmasını dikkatle izledi. Öcalan’la yapılacak bir müzakere ilanının, kongre eliyle saplanacak teminatın öneminin farkındaydı. Bir ihtimal, belki Başbakan gerçekten şaşırtırdı!
İşte biz de tüm temkinliğimize rağmen koğuşlarımızda Başbakan’ın kongre konuşmasını bu nedenle takip ettik. Başbakan’ın pek çok söylemine ekran başında itiraz ettik. Gayri ihtiyari olarak pek çok arkadaşım “ama bu böyle olmadı... bu söz doğru değil...” diye ekrana seslendi; en çok da Başbakan’ın gençliğinde afiş astığını, eylemlere katıldığını, bunların suç olmadığını anlattığı kısım dikkat çekti. Pek çok genç “o zaman biz neden buradayız?” diye isyan ettik.
Başbakan’ın uzayan ama beklentiden uzak tiradına en anlamlı çıkış ise koğuşumuzun en genç üyesi olan Berfin Yağmur’dan geldi. Başbakan’ı daha önce trafik lambasına benzeten ve nerede ne renk yanacağının kestirilemediğini söyleyen Berfin, “Başbakan hep Yunus Emre, Mevlana, Mehmet Akif, Neşet Ertaş, Aşık Veysel şunu bunu söylüyor, diyor, peki sen ne söylüyorsun, onu söyle bize...” diye seslendi.
Evet Başbakan günlerdir oluşturduğu beklentiye denk olarak bize, çözüm adına ne söyleyecekti acaba? Başbakan 2.30 saat konuştu. 2.30 saat boyunca, 1000 yıllık hegemonya tarihi dinledik, iktidar olma aşkını izledik, sonsuz iktidar talebini dinledik ama Kürt sorununa çözüm programı veya manifesto dinleyemedik. O konuşma boyunca Kürt sorununun çözümüne ilişkin sunulmuş tek somut öneri Kürtlerin PKK’ye ve BDP’ye karşı yürümesiydi! Alay eder gibi değil mi? Başbakan bir hafta boyu kanal kanal dolaşmış, Kürt sorununun çözümü için İmralı-Oslo görüşmelerini başlatacağını duyurmuş, toplumun barış özlemini kullanarak kongre için muazzam bir beklenti yaratmış, ama kongrede hiçbir şey dememişti!
Ustalık demek ki böyle bir şeydi! Kürt sorununa bu yaklaşım sürdüğü müddetçe şapa oturanın halk değil AKP iktidarı olacağını bilmem söylememe gerek var mı? İnanmayan AKP’li, o 1000 yıllık tarihin son 30 yılına bir daha çalışsın derim...
|