Söylenenlere bakılırsa PKK ile devlet arasında Oslo’da yapılan müzakereler iki madde üzerinde uzlaşmanın sağlanmaması nedeniyle çıkmaza girdi.
Eğer, bu iki madde konusunda hükümet inandırıcı bir mesaj vermiş, adım atmış olsaydı en azından son bir yıl içerisinde bu kadar Türk ve Kürt genci hayatını kaybetmemiş, analar ağlamamış olacaktı.
Ama; müzakere masasında konuşulanları elinin tersiyle iten Başbakan Erdoğan, masayı devirerek, daha fazla Türk ve Kürt ailenin ocağına ateş düşmesine, yüreklerin yanmasına vesile oldu.
Halbuki; çeyrek yüzyıldır Anadolu topraklarında akan kan ve gözyaşının bitmesi, halkların barış içerisinde eşit bir şekilde yaşamasının zamanı çoktan gelip geçmiştir.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, dün yayınladığımız röportajda sık sık barışın sağlanması için ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini, bundan sonra da göstereceklerini söylerken, müzakere sürecinin kesilmesinde asıl olarak devlet tarafının sorumlu olduğuna dikkat çekiyordu.
Olaylara, belgelere, tanıklara ve yaklaşımlara baktığımızda, Türk ve Kürt halklarına barışı çok görenin mevcut hükümet ve onun başı Erdoğan’ın olduğu anlaşılıyor.
Zira; müzakere masasına somut bir öneriyle gelmemesi ve masada konuşulanları yerine getirmemekle, yanıt vermemekle akan kanın, yitirilen her canın sorumluluğunu taşıyor.
Öyle anlaşılıyor ki; CHP tarafından devlet arşivinden alınarak kamuoyuna açıklanan 9 maddelik müzakere taslağı uydurma değil, gerçek.
Aldığımız bilgiler ışığında, 9 madde arasında gidip geldiğimizde, 7’sinin müzakereye katılan Türkiye heyeti tarafınca kabul edildiği, ikisine çekince konduğu anlaşılıyor.
Başka bir deyişle, müzakerelerin kesilmesine büyük bir olasılıkla 4. ve 5. maddeler gerekçe gösterildi. Devleti temsil eden heyet tarafından kabul edilmeyen ancak belgede buna rağmen yer alan muhtemel tartışmalı maddeler şöyle:
- Taraflar, aynı süre içinde yukarıda adı geçen taslaklarda (Öcalan tarafından sunulan üç protokol) zikredilen Anayasa Konseyi, Barış Konseyi, Hakikat ve Adalet Komisyonu için isim düzeyinde çalışma yaparlar ve netleştirdikleri isim önerilerini sunarlar. (4. Madde)
- Türk tarafı, seçimlerden sonra en kısa zamanda Örgütü temsilen iki kişinin Sayın Öcalan’ı ziyaret etmesi, yukarıda adı geçen konsey ve komisyonlar kurulduktan sonra, birer alt komisyonlarının da Sayın Öcalan’la ilişkilendirilmesini taahhüt eder. (5. Madde)
Yani, görünürde iş gelip bu iki maddede kilitlenmiş. Zira; müzakere belgesinde yer alan diğer maddelerin çoğu ya temenniden ya da Kürt tarafının yapması gerekenlerden ibaret olduğu için, üzerinde kolayca uzlaşmaya varılmış.
Dolayısıyla; iş gelip devletin barış konusunda somut adım atmasına gelince müzakereler yokuşa sürülmüş, kesilmiştir.
Bu da; Türkiye tarafının Oslo’da kurulan müzakere masasına daha başında bir şey yapmamak üzere oturduğu, bir şeyler yapmanın zamanı gelince de masayı devirip kalktığı anlamına geliyor.
Görüşmelere katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Aydar’ın devletin somut bir teklifte bulunmaya yanaşmadığı konusundaki vurgularını bunun bir ifadesi olarak okumak gerekiyor.
Hep karşısındakinden almayı, ama hiç bir şey vermemeyi esas alan devletin yaklaşımdan sağlıklı bir sonucun çıkmadığı, çıkmayacağı artık görülmüş bulunuyor.
Barışın nihai olarak tarafların taleplerinde taviz vererek ortada buluşması olduğuna göre, devletin de almış olduğu tavrı değiştirmesi, barış için taviz vermeye hazır olduğunu daha görüşme masasına otururken bilmesi gerekiyor.
En nihayetinde tarihte bu türden çatışmalar ancak karşılıklı tavizler verilerek sonlandırılabilmiş. Ama daha başında taviz vermemeyi kendisine ilke olarak benimseyen Türkiye tarafı ve onun temsilcisi olarak AKP’nin gerçekten Kürt sorununu barış yoluyla çözme diye somut bir konsepti, planı bulunmuyor.
Açılım, müzakere vs. adı altında izlenen politikaların asıl amacının Kürt tarafını oyalama, yedekleme, zaman kazanma ve sorunu çözüyormuş intibasını yaratarak siyasi rant elde etme çabası olduğu bugün çok daha iyi anlaşılıyor.
Hal böyle olunca, karşı taraftan alabildiği bütün tavizleri tüketince, pazarlıklar gelip bir sınıra dayanınca bildiğimiz ve tanıdığımız, ama aslında hiç bir zaman devre dışı bırakılmayan savaş yönteminin etkili bir şekilde uygulanmasından başka bir şey değildir.
Suriye ve diğer komşu ülkeleriyle girilen savaş hali de AKP’nin esasında bir savaş partisi olduğu, bütün hesaplarını barış değil savaş üzerinde kurduğu, ona göre davrandığı anlaşılıyor. Ama; Anadolu topraklarında çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir akan kanın durması için müzakereden başka da bir seçenek bulunmuyor. Ve bu eninde sonunda olacaktır da. Mevcut hükümeti ve devleti bundan sonra yeniden müzakere masasına çekmek ancak güçlü bir barış mücadelesiyle mümkün görünüyor. Bu konuda en çok da evlatlarını bu haksız savaşta yitiren Türk halkına görev düşüyor.
|