Yazıdan bu kadar uzun süre uzak kaldığım bir dönem hiç olmadı. Yeni Şafak ve TVNET'teki yoğun, bir o kadar da heyecan verici ve yakında sonuçlarını göreceğiniz çalışmalarımız dolayısıyla, istemeyerek de olsa yazmaya ara vermek zorunda kaldım.
Dün, Başbakan Tayyip Erdoğan'ı dinlerken, Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi'yi izlerken, Halid Meşal'e yönelik coşkulu alkışlara bakarken, uzun süredir izlediğimiz küresel değişimin, güç kaymalarının Türkiye ve bölge ülkelerinin kendilerine, bölgelerine ve dünyaya bakışını nasıl değiştirdiğine tanık olduk.
Bu tablodan kimlerin ne mesajlar çıkardığını, kimlerin coşku kimlerin öfke ile dişlerini gıcırdattığını çok iyi biliyoruz. Mesaj çıkaranlar da, öfke duyanlar da önlerinde nasıl bir tablo olduğunun gayet farkındalar.
21. yüzyıl boyunca tanık olacağımız bu güç kayması, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına uzanan coğrafyada yaşayanlar için bambaşka anlamlar içeriyor. Çünkü bu coğrafya Müslümandır ve bu coğrafya, tarihin en ağır travmalarını yaşadı, hala da yaşıyor.
Bir şeyler tersine çevrilemezse, bütün sert rüzgarlara direnebilen birileri çıkmazsa, hesapları sıfırlanamazsa, travma bir yüz yıl daha devam edecek...
Öyleyse, Türkiye'nin, Mısır'ın ve bölgenin diğer merkez ülkelerinin tercihleri, geleceğe dönük vizyonları ve hedefleri sadece kendilerini değil, dünyayı da değiştirecek, güç haritalarını altüst edecek anlamlar içeriyor.
Bu yüzden önce biz değişmeliyiz. Başkalarının önceliklerine, çıkar hesaplarına, değer yargılarına, bizim için belirledikleri doğru ve yanlışlara göre değil, geçmişimiz ve geleceğimizi birleştirerek, kendi sözümüzü söyleyerek, kendi yolumuzu çizerek değişmeliyiz..
Ülkemizi, dostlarımızı ve düşmanlarımızı kendi gözlerimizle tanımayı, kendimize ve dünyaya bulunduğumuz yerden bakmayı öğrenmeliyiz.
Bu yüzden, Başbakan'ın sözlerini dinlerken, sadece bir iktidar partisinin program ve gelecek planları değildi benim anladıklarım. Anadolu'nun İslamlaşmasından Selçuklu'nun etnik unsurları kardeş yapan hamuruna, Selahaddin'in Kudüs mesajından Anadolu-Kuzey Afrika arasında yaşayanları bir tutan iradeye kadar geleceğin Türkiye'sinin ipuçlarını gördüm.
İçe kapanan değil, gönül birliği, ruh birliği yaptığı toplumlarla gelecek hesapları yapan bir ülke hayali gördüm. Bu coğrafyanın kurtuluşunun, çözülme değil birleşme olduğuna, en esaslı stratejinin çözülmeye ve ayrışmaya ayarlı politikaları tersine çevirmek olduğuna bir kez daha inandım. Aslında asıl bundan sonra yapılacakların çokluğunu, asıl büyük yürüyüşün yeni başladığını farkettim.
Erdoğan'dan sonra gelenler de aynı yoldan yürümek zorunda. Çünkü geriye dönüş yıkımdır. Türkiye'nin parçalanmasıdır, kardeşlerin birbirini boğazlamasıdır.
Türkiye'nin önünde bundan başka seçenek yoktur. Malazgirt'ten Balkanlar'a uzanan irade bir yayılma değil kardeşlik harekatıdır ve her şeyin bu ruhla yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
'En büyük sultan Allahtır' diyen anlayış bir kurtuluş kapısı, yeniden kuruluşun anahtarıdır. Bizi ve komşularımızı diri tutan, ayağa kaldıran, güç haline getiren, kaynaştıran, birleştiren ruhtur.
Bunlar bazılarına abartılı, büyük sözler gibi gelecektir, istihza ile güleceklerdir.
Ama bin yıldır, bizim ülkelerimizde büyük söz söylemeyenlerin, büyük adımlar atmayanların, büyük hedefleri olmayanların nasıl unufak edildiğini, ezildiğini, rezil edildiğini çok iyi biliyoruz. Önümüze, ayaklarımızın ucuna baka baka nasıl körleştiğimizi de...
Öyleyse, iç politik kavgalara boğulmadan, dar iktidar hesaplarına gömülmeden, geleceğe bakma, geleceğe yürüme zamanıdır.
|