23 Eylül 2012 Pazar 02:00E-Posta GönderÜlkemizde neden demokrasi yoksa o nedenden dolayı da adalet yok. Başlığı okuyorsunuz: 'Demokrasinin zaferi'. Balyoz davasının sonucunda verilen karar demokrasinin zaferi imiş. Çünkü bu karardan sonra bir daha darbe olmazmış. İşte bu intikamcı adalet anlayışı ile ne adaleti ne de onun yaşaması için kaçınılmaz olan demokrasiyi sağlayabilirsiniz.
Ülkemizde hukuk kurumu kendi iç işleyişi içinde bağımsızlığına bir türlü kavuşamamış. Kurallara psikolojik, siyasi etkilenmelerden bağımsız biçimde yaklaşabilme becerisi bizim gibi, henüz tümüyle yok olmamış feodal ilişkilerin sürdüğü toplumlarda olanaklı gözükmüyor. Kanunlar çıkarıp onları kendi özel durumlarımıza yarayacak biçimde uygulamaya çalışıyoruz. Deyim yerindeyse bir hukuk duygumuz yok. Kin, nefret, intikam duyguları, bağlı olduğumuz etnik, dinsel, ekonomik, siyasal toplulukların çıkarlarını gözeterek davranma alışkanlıklarımız, hukuk duygumuzu, hukuk duyarlılığımızı yok ediyor. Boynumuzun bükük olduğu bir otoriteden buyruk geliyor: 'Salmayın bu adamları, çıkarlarsa yine darbe yaparlar. Süründürün ki bir daha darbe olmasın.' Nedir bu tavırla alınan karar? Hukuki mi?
Haksızlıkları haksız yollarla önlemeye çalışırsanız haksız olursunuz. Yazık ki, ülkemiz insanı adalet dağıtan kurumlarına güvenmemektedir. Adaleti aksayan bir ülkede demokrasiyi boşuna ararsınız.
Yaşadığımız gerginlikler, sağduyumuzu kaybetmeye yol açmaktadır. Her gün ölmekte olan gençlerimizin, komşularımızla olan acılı ilişkilerimizin yarattığı gerilim, hukuk düzenine duyulan güvensizlikle birlikte doruğa ulaşmaktadır. Böyle bir psikolojik ortamda gerçekleştirdiğimizi sandığımız adaletle, demokrasiden söz ediyoruz. Hukuk gözümüz kör olmuştur. Elbette demokrasi gözümüz de.
Birilerini hapse atarsak demokrasi gelir, sanıyoruz. Bu kadar işte bizim demokrasiye bakış ufkumuz. Asker gitti demokrasi geldi. Demek ki demokrasinin önündeki tek engelimiz askermiş. Elbette askerin müdahalesi demokrasi için engeldir. Ama kafamızın içinde kendi anlayışımızın egemen olduğu bir yönetimin demokrasi olduğunu sanma takıntısı, demokrasinin en büyük engelidir. Yazık ki iktidarda böyle bir takıntı var. Aldığı oyların yarattığı özgüvenin sonucu ortaya çıkan bir gaflet durumu söz konusu.
Biz, bu toprakların insanları, kitabına uydurmada ustayız. Kendi dünya görüşümüzü demokrasi kılıfına sokmaya çalışırız. Karşı çıktığımız yobazlığa karşı yobazca mücadele ederiz. Ne olur? Yönetimler değişir. Yobazlık değişmez. İktidarlar fani, yobazlık baki olur. Öyle kitabına uydurucu insanlarız ki, ne yapsak haklıyızdır. Gerçekleştirdiğimiz dünyayı açıklama modellerinde, hep haklı oluşumuz odaktadır. Dünyaya uyum gerekir, yeni bir Türkiye oluşmaktadır deriz ama kafa aynı kafadır. Bu ülkede iktidarlar değişir, kafalar değişmez.
Biri sözde liberal, öbürü dindar, bir diğeri onların deyimiyle Kemalist'tir. Sanırsınız ki bu değişik adlar altında değişik zihniyetler var. Aynı kendine yontuculuk, aynı kurnazlıkla maskelenmiş demokrasi görüntüsü altında karşı tarafı yok etmeye yönelik, gizlenmeye çalışılan ölçü tanımaz bir saldırganlık.
Bu bir arada farklılıkların yaşamasına izin vermeyen kafa, hem adaletin hem demokrasinin en büyük düşmanıdır. Karşı tarafı içeri atın. Sevmediklerinizi ölümle tehdit edin, öldürün. Şöyle mi diyeceksiniz sonunda: Bütün düşmanlarımı, rakiplerimi öldürdüm, yaşasın demokrasi! İntikamımı aldım, yaşasın demokrasi! Gördüler günlerini yaşasın demokrasi!
Böyle yaşamaz demokrasi. Ölür demokrasi. Bu kafayla yaptığınız her iş, gelişmesini umduğumuz demokrasi bebeğine indirilmiş bıçak darbeleridir.
***
Demokrasinin bir terbiye olduğunu bu köşede yazar dururum. Adalet de bir terbiyedir. Hukuk eğitimi alıp savcı, yargıç, avukat olacak gençlerimize verilen eğitim yeterli değildir. Yargıçlık, savcılık her puanı tutan insanın yapacağı bir iş değildir. Belli bir duyarlılık, yetenek, kültür, muhakeme gücü ister. Yüzlerce öğrenciyi amfilere doldurarak verilen eğitimle bir hukuk duyarlılığına sahip öğrencileri nasıl yetiştirirsiniz? Dosyaların arasında kaybolmuş, gazete bile okumayan, kültürsüz, ufuksuz, donanımsız hukuk insanları istemiyoruz.
Tıpkı hekimlerde olduğu gibi fakülte sonrası en az dört yıllık uygulama ve teorik eğitimle yürüyen 'usta yargıç', 'usta savcı' yetiştirme çabası içine girmeyi deneyebiliriz. İnsanların hayatı hakkında yargıda bulunanların, insanı, onun değerlerini, iç dünyasını, tarihini ve kültürünü kavramış bilgelik yolunda insanlar olması gerekir. Mezuniyet sonrasında usta hakimler ve savcılar yanında usta çırak ilişkileriyle yetişen, hukuk duygusunu geliştirecek, bilgelik yolunda, açık ufuklu hukukçulara acele ihtiyacımız var.
|