Başbakan’ın zihninde bir gazeteci-köşe yazarı-televizyoncu şablonu var... Onun istediği gibi haber ve yorumlar yapan, iktidar partisine eleştirmeyen, devlet kurumlarını sorgulamayan, terör haberlerini “küçük” gören ve içki içmeyenler, makbul gazeteci!
Bu tanımın dışında kalanları ise terbiyesiz, ehil olmayan, milleti galeyana getirmek isteyen, sorumsuz, alçak, sefa düşkünü olarak tanımlıyor.
Tayyip Erdoğan’ın (merkez) basına duyduğu öfke ve tepki yeni değil. Ancak basına yönelik bu öfke, artık ileri bir seviyeye taşındı: Tahakküm edemediklerine yönelik derin bir nefrete...
Basına dair bu tanım ve talepler, evrensel gazetecilik standartlarıyla bağdaşmıyor. Bırakın bağdaşmayı, gazetecilik mesleğine yönelik ciddi suçlamalarla dolu.
İstenmeyen haber
İktidar koltuğundaki siyasetçiler, hiçbir zaman basını sevmedi. Dünyanın hiçbir yerinde de sevmeleri beklenmedi. Zira gazetecinin işi, kendini sevdirmek değildir... İktidar sahiplerini memnun edecek yazılar yazıp programlar yapmak ve “siyasetçinin istediği ” soruları sormak, hiç değil!
Türkiye’de farklı dönemlerde iktidar yanlısı yayınlar oldu. Bugün 32. yılını dolduran 1980 darbesi sonrası basın, tam da bugün Erdoğan’ın tarif ettiği biçimde hareket etmeye zorlanmış, aksini yapanların yayın veya meslek hayatı sona ermişti. Bazı gazeteciler, sırf bu şablona uymadıkları için hayatından oldu. Bugün hâlâ bu cinayetler aydınlanmadı.
1990’lı yıllarda ordu asla eleştirilemezdi. Kürt gazeteciler istenmeyen haberler yaptıkları için sokakta kim vurduya giderken kimsenin gıkı çıkmadı. O dönemin basını, kapalı kapılar ardında tehdit edilerek devlet politikasını destekleyen yayın politikasına uygun davranmaya zorlandı.
28 Şubat döneminde de benzer yöntemler izlendi. Bugün AKP destekçisi basının gayet iyi bildiği gibi, akredite edilmemekten tutun işten atılmaya, andıçlanmaktan tutun hedef gösterilmeye, ötekileştirildi.
Açık hedef
Bugün basın açısından farklı olan, artık sivil bir iktidar tarafından açıkça hedef gösterilmesi. Hangi haberin nasıl ve kaç sütun verileceğinden tutun, sosyal medyanın nasıl kullanılacağına... Sorulara nasıl cevap aranması gerektiğinden, haberin nasıl aktarılacağına... Hatta hangi yazarın yazıp yazmayacağıyla ilgili iktidar, bizzat tarif veriyor.
Üstelik basının sadece “iktidar destekçisi” olan kısmı değil, çoğunluğu bu tariflere uymak için olağanüstü bir çaba sarfederken. Sesi yüksek çıkanlar, eleştirinin “dozu”nu kaçıranlar ya işinden oluyor, ya kızağa çekiliyor, en uç noktada hapse atılıyor.
Ama yetmiyor. Başbakan’ın öfkesi dinmek bilmiyor. Kavşak ve yol açılışları yerine terör ve operasyonlar hakkında haber yapanlar, devletin hatalarını sorgulayan basın, “linç kampanyası” yapmakla suçlanıyor.
Bugün 12 Eylül’ün 32’inci yılını devirdik... Gazeteciler, son beş yıldır artık “öldürülmüyor” diye sevinmeli mi?
İster asker, ister sivil... İster A, ister B partisinin iktidarı olsun... Medyaya tahakküm geleneği kalkmadığı sürece basın özgürlüğünden bahsedilebilir mi?
Basın özgürlüğünün olmadığı bir ülkede, demokratikleşme mücadelesi sürdürülebilir mi?
İDEAL KÖŞECİ
* NE YER-NE İÇER: Masasında içki ve çerez değil, meyve kasesi durur.
* NEREDEN HABER TAKİP EDER: Televizyon kanallarından değil, resmi kaynaklardan.
* NEREDE YAŞAR, NEREYE GİDER: Boğaz’a bakan yamaçlar haricinde her yer olabilir.
* KONUYA NASIL KARAR VERİR: Günün önemli açılışları, faaliyetlerine göre buna karar verir.
* SOSYAL MEDYAYA İLGİSİ: Resmi hesapların haricindeki hesaplarla işi olmaz.
|