Sayın Başbakan, göreve geldiğiniz günden beni medyadan şikâyet ediyorsunuz. Hatta çoğu kez şikâyetle de kalmayıp patronlara seslenerek “maaşlarını siz ödüyorsunuz, neden bunlara yazdırıyorsunuz?” diye de soruyorsunuz.
Ne yazık ki korkuya kapılan bazı patronlar sizi daha fazla kızdırmamak için ya işaret ettiğiniz gazeteciyi kapı önüne koyuyor ya da etkisiz bir göreve getirip sesinin çıkmasını engelliyor.
Özellikle son zamanlarda medyaya yönelik eleştirilerinizin dozu çok arttı. Artık bunlar eleştiri de değil, bir dehşet ortamı yaratıyorsunuz, herkesi korkutuyorsunuz.
Sayın Başbakan, 36 yıldır sadece bu mesleği yaparak ayakta durabilen bir gazeteci olarak size seslenmek istiyorum. Yanlış yapıyorsunuz, medyayı eleştirerek belki bir süre sesleri kısabilirsiniz, ama inanın sonunda siz çok daha zararlı çıkacaksınız.
Örneğin “Medyaya çattı” başlıklarını eleştirerek “Siz hükümete çatacaksınız, siz Ak Parti iktidarına çatacaksınız, siz Ak Parti’ye çatacaksınız, elinizi taşın altına zerre koymayacaksınız, biz bunun karşısında susacağız. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, biz şeytan olamayız. Biz bu oyunun farkındayız” diyorsunuz.
Sayın Başbakan, bu psikoloji çok yanlış. Size yönelik her eleştiri size düşmanlık, sizi devirmek, sizi zora sokmak için yapılmıyor.
Siz siyasetçisiniz. Eleştirilmeye açık olmanız gerek. Eleştirilere cevap vermek konumundasınız.
Örneğin Suriye politikanız mı eleştirilyor, siz politikanızın doğru olduğunu anlatmak ve ikna etmek zorundasınız. Çünkü gazeteci kendi keyfi için sormaz, eleştirmez. Her gazetecinin toplumda bir karşılığı da vardır ve onlar adına eleştirir, sorar, sorgular.
Önemli olan gazetecinin değil onun üzerinden toplumun ikna edilmesidir.
“Benim oyum yüzde 50’yi geçti, herkesi ikna etmek zorunda değilim” diyebilirsiniz ama eğer herkesin başbakanı olacaksınız, en azından size karşı olanların da “Bu konuda doğru söylüyor” demelerini sağlamak görevinizdir.
Sonra Sayın Başbakan, lütfen şu artık hiçbir anlamı olmayan “Boğaz’a karşı keyif çatarken, çerezlerini, alkollü içkilerini yudumlarken” edebiyatını bırakınız. Kimdir bu gazeteciler, kimler Boğaz’daki villalarda oturup içkilerini yudumlarken sizi yıkmak istiyor, bunu da bilmek hakkımız.
Benim bildiğim evinden Boğaz’ı gören Fehmi Koru var, Mehmet Barlas var, Mehmet Ali Birand var. Sizi bu isimler mi çok eleştiriyor?
Hep İstanbullu gazetecilerden söz ediyorsunuz. Oysa Ankara’dan yazan arkadaşlarımız da var. Eğer İstanbul’un ortasından deniz geçiyorsa, bunda bizim ne kabahatimiz olabilir ki?
Sayın Başbakan; hizmetlerinizin medyada arzu ettiğiniz biçimde yayınlanmadığına inanıyorsunuz.
Lütfen bu psikolojiden de kurtulun. Medya hizmetlerinize yer veriyor. Yaptığınız her açılış, her temel atma töreni, her proje açıklaması televizyonlardan canlı olarak yayınlanıyor. Gazetelerde ise mutlaka yer alıyor. Belki sizin arzuladığınız başlıklarla olmuyordur ama hizmetlerin herkes farkında.
Siz hiç metroya karşı çıkan bir gazeteci gördünüz mü? Ama gazeteci olarak elbette metronun maliyetini de iyi yönetilip yönetilmediğini de sorgulamak görevimiz.
Ayrıca zaten size yönelik eleştiriler hizmetleriniz konusunda değil, daha ziyade siyasi konularda, dış politikada, dini referans alarak yaptığınız uygulamalarda ve bazen korkmadan yazabilenlerin dile getirdiği yolsuzluklarla ilgili konularda yoğunlaşıyor.
Bunlara “tencere dibin kara” üslubuyla cevap vermek yerine daha ikna edici ve daha bilgilendirici açıklamalar yapmanız hepimiz için daha hayırlı olacaktır.
ÖSYM Başkanı’nı şahsen sevebilir ve “ben adam harcamam” mantığı ile koruyabilirsiniz, ama bu o kişinin yarattığı skandalların önüne geçemez ki.
Sayın Başbakan inanın, her eleştiren size düşman değildir. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, kaderimiz ortak, hiçbirimiz kendimize de zarar verecek duygu ve davranışlar içinde olamayız.
*****
Hapse atacakmış
Okullar dün açıldı. Kimi 60, kimi 66 kimi de 72 aylık ve hatta 80 aylık çocuklar aynı sıralarda eğitime başladı. Milli Eğitim Bakanı “İşte şimdi tam çağdaşlaştık” diyor ama bunun yaratacağı sorunları önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Dün bir TV’de miniklerle yapılan röportajları izliyorum. 60 aylık çocuğa “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sordular. O da “polis” dedi. Sunucu “neden?” diye sorunca minik öğrenci “Yaramazları hapse atacağım” diye cevap verdi.
60 aylık çocuk kendince yaramazlık yaptığına inandıklarını hapse atmaktan söz ediyor. Çocuk hâliyle o kadar çok hapis lafı duyuyor ki, zihnine daha şimdiden kazınmış. Neden olanları kutlamak (!) gerek.
*****
İDO konusunda jandarma doğru söylememiş
Pazar günü emekli yarbay, Erkenekon sanığı Mustafa Dönmez’in en acılı gününde oğlunun cenazesine yetişememesini ve bunda Jandarma’nın oynadığı rolü anlatmıştım. Yazının yayınlanmasından sonra İDO’dan aradılar ve “O araç Yenikapı iskelesine hiç gelmedi, zaten 14.00’te kalkan feribota yetişemeyeceği için karadan gitme kararı almışlar, bizimle hiç ilgisi yok” dediler. Daha sonra da yazılı bir açıklama gönderdiler.
Tabii şaşırdım. Çünkü daha önceki açıklamalarda İDO’nun “Araç büyük, ayrıca güvenlik sorunu yaratabilir” diyerek Yarbay Dönmez’i taşıyan cezaevi aracını feribota sokmadıkları belirtilmişti.
Bunun üzerine Yarbay Dönmez’in avukatlarını aradım.
Olay şöyle: Jandarma’nın nakil aracını geciktirmesinin üstüne bir de araç komutanı teğmenin Maslak’tan alınacak olması gelince. 14.00’te kalkacak olan Bandırma Feribotu’na yetişilmesi zaten olanaksızlaşmış.
Peki İDO olaya nereden karışmış?
Bir Jandarma yetkilisi avukatlara, ‘telefonla İDO’yu aradık, aracın büyük olduğunu, otobüs sayıldığını, ayrıca güvenlik gerekçesiyle cezaevi arabasını feribota almadıklarını söylediler, bu nedenle karadan gitmek zorundayız” demiş.
Merakım şu, Jandarma gerçekten İDO’yu aradı mı, yoksa iyice geciktirmek için İDO’yu bahane olarak mı kullandı?
*****
Öldürülen teröristlerin cenazeleri ortada kalmıyor herhâlde
Üst üste gelen saldırılar sonunda birçok yiğidimizi şehit verince Genelkurmay’da bir hareketlenme oldu. Alıştığımız, “bölgede operasyon yapılıyor, teröristler falanca dağda kıstırıldı, çember daralıyor” türü açıklamalara bu kez “373 terörist etkisiz hâle getirildi” bilgisi de eklendi.
Bu kadar şehit verince “biz de karşılığını veriyoruz ama, bu kadarını da biz öldürdük” deme ihtiyacı hissettiler herhâlde.
Ancak dikkati çeken şu: Madem bu kadar terörist etkisiz hale getirildi, cenazeleri ne oldu? 300’ün üzerinde terörist etkisiz hâle getirildiyse, onların da anaları babaları var. En azından cenazeleri teslim almış olmaları gerekir.
Vatandaşlar sessizce defnetmek istese bile örgütün cenazeleri büyük gösterilere çevirdiğini daha önceden biliyoruz. Oysa bölgeden tek cenaze haberi bile gelmiyor.
Genelkurmay halkı “rahatlatmak!” için bazı açıklamalar mı yapıyor, yoksa cenazeler ailelere teslim mi edilmiyor?
|