Birkaç yazısını ya da haberini okumuştum www.odatv.com’da...
Adı, o yüzden pek de yabancı gelmemişti gözaltına alındığını duyduğum sabah...
Hepsi o kadardı yani; yüzünü görmemiştim, konuşmamıştım.
Ardından tutuklandı...
Tanımasam da meslektaşımdı; oturup ‘suçu neymiş acaba?’ merakıyla bulabildiğim tüm yazılarını okumaya başladım.
Okudukça; ben de emin oldum onun ‘tehlikeli’ bir kalem olduğundan... Yurtseverdi bir kere... Hem de ‘Türküm’ demenin bile küçümsenmeye, aşağılanmaya yettiği böyle bir dönemde!
‘Vatan’ diyordu korkmadan...
‘Sınırlarımızın kutsallığı’ndan söz ediyordu...
‘Bölünmez bütünlük’ diye tutturuyordu bazı yazılarında...
Yobazlara, ülkeyi din devletine dönüştürmek isteyenlere, uluslararası planlamacılara kafa tutuyordu!
Ve en önemlisi; Mustafa Kemal Atatürk’ten, onun ilkelerinden dem vuruyordu!
Evet, kesinlikle tehlikeliydi bu kadın; susturulmalıydı...
Haklıydı yani savcılar!
***
Sonra... ‘Üşüyorum’ diye başlayan bir mektubu geldi Silivri’den...
O kadar içtendi ki; hiç düşünmeden köşeme taşıyıverdim!
Kışın kuru soğuğu vardı dışarıda...
Daha yazımın yayınlandığı sabah saatlerinde aramaya başladı kadınlar... Hem de yurdun dört bir yanından!
Kimi onun için çorap, eldiven, kazak, atkı ördüğünü söylüyordu; kimi ise ağlıyordu sadece!
Ve ağladıklarını duymam için arıyorlardı...
Sonra adeta yalvararak kapatıyorlardı telefonu:
‘Ne olur söyle ona, kesinlikle yalnız değil... Yılmasın, pes etmesin, sonuna kadar dayansın... Söyle ona!’
Böyle başladı Müyesser’le fikir akrabalığımız...
Tanıdıkça şaşırdım, sevdim ve savcılara biraz daha fazla hak vermeye başladım:
Haklıydı savcılar; ‘terörist’ti bu kadın... Çok tehlikeliydi!
***
‘Bana dokunmayan bin yaşasın’cılığın zirve yaptığı bir çağda, ‘kavga’nın adıdır Müyesser...
İnatçıdır ki; katırlar halt etsin yanında! ‘Ben devletten yemek değil, adalet istiyorum’ diye tutturmuş ve bir daha da ağzına ‘devlet lokması’ koymamıştır hapishane hayatı boyunca!
‘Ana’dır; sonra... Sadece kendisinin doğurup büyüttüğü aslan gibi oğlunun değil ama... Hiç görmediği, adını bile benim yazılarımdan öğrendiği muhabir Çağdaş Ulus için kanlı gözyaşı dökecek kadar yufkadır yüreği... Kendisinden 100 kilometre ötede başka bir cezaevinde benzer bir bedeli ödeyen o çocuğun yaşam sevincidir!
‘Duruş’tur ki dimdik!
Suçsuzluğundan o kadar emindir ki; savunma yapmayı bile onuruna yedirememiştir! ‘Savunma yapmayarak’ en etkili savunmayı yapan bir ‘tavır’dır o...
‘Yürek’tir; sadece kendisi için değil, haksızlığa uğrayan herkes için çarpan!
‘Özgür bir ruh’tur; bir kuşun kafesteki hapisliğine tahammül edemeyen...
‘Aşk’tır Müyesser; polis kocasının üzerine titrediği...
‘Evlat’tır; hasta annesi için ezim ezim ezilen!
‘Ses’tir ki; gürledi mi mahkeme salonunu çınlatan...
‘Tepki’sidir karanlığın, vatan satıcılığın, ihanetin!
Ve ‘ödenen bedeli’dir, çağdaşlığın...
Müyesser; bu ülkenin kanayan yarasıdır; Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Mehmet Haberal, İlker Başbuğ ve diğer tutuklu gazeteciler, komutanlar, siyasetçiler, rektörler gibi!
Yani; tehlikelidir gerçekten:
Karanlık düşmanı bir aydınlık canavarıdır o!
***
Bir de görseniz bu ‘zamane teröristi’ni...
Benim yarım kadardır!
Hani bu devleti yıkacak terörist Müyesser’se eğer... Devletin boyu; en fazla bir metre olmalıdır!
Gözünüze bakarken utanan... Karıncaezmez... Saygılı... Kibar... Hassas bir ‘terörist’tir o...
Ve en önemlisi...
Durmadan okuyan bir çift göz...
Demir parmaklıklar arkasındayken bile susturulamayan bir kalemdir!
Öyle güçlü, sıkı, araştırmacı, bilgi yüklü bir kalemdir ki; zaman değirmenine en değerli suları taşıyan!
Haklıdır bu yüzden savcılar; teröristlerin itibar gördüğü, katillerin milletvekili olduğu bir yerde, Müyesser’in yeri Silivri olmalıdır!
Sırf bu gerekçe bile; onu içeri tıkmaya yeter de artar!
***
Ele avuca sığmaz bu ‘devlet düşmanı kadın’; hapiste de boş durmadı; biliyorum...
Her gün yazdı ve yazdıklarını da yayınladı aralıksız!
Yetmedi; bir de elinizde tuttuğunuz bu kitabı sıkıştırdı araya...
Konusu; dünden bugüne iki örnekte; bu ülkede yaşayan aydınların bitmeyen çilesi!
Neymiş; işgal dönemindeki aydınlar da işgal kuvvetleri tarafından bugün dayatılanın benzerlerini yaşamışlar, Malta’ya sürgün edilmişler... Sonra kazanan onlar olmuş ama...
***
Bakın siz şu ‘terörist’in pervasızlığına!
Be kadın; hazır özgür kaldın, kır bacağını otur değil mi?
Hayır; oturmazsan oturma, çık alışveriş yap, televizyonlarda yerli dizi izle...
İlle de yazmak istiyorsan; bak şöhreti de yakalamışsın hazır, yaz bir dizi senaryosu, kap milyonları!
Yok; ille de burnunun dikine gidecek...
Çakmak çakmak yapıp gözlerini, zulmü haykıracak!
Demokrasi diye yutturulan şeyin diktatörlük...
Özgürlük adına yapılanların, tutsaklaştırma politikası olduğunu söyleyecek...
***
Tehlikeli anacağım bu kadın; savcı beyler az bile demiş!
Bir de siz de şimdi bunun yazdığı bu kitabı okumaya kalkıp da terörist falan kesilmeyin başımıza...
Bu ülkeye bir Müyesser yetti de arttı zaten, bir de siz çıkmayın!
Şaka bir yana...
Bu ülkenin umudur Müyesser!
Yani... ‘Gözümüz’dür; titizlenmemiz gereken...
Bu kitabı okuyun... Yukarıda anlattığım kadını, zaten kendiniz keşfedeceksiniz!
*****
VATAN YAHUT SİLİVRİ
Türü: İnceleme, araştırma
Yazarı: Müyesser Yıldız
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Baskı tarihi: Eylül 2012
Sayfa sayısı: 209
Fiyatı: 15 lira
İnternet (www.idefix.com) fiyatı: 12.75 lira
Kişisel not: Bu kitabın yazarını Oda TV davasında tutuklanıncaya kadar tanımıyordum. Şimdi artık kardeşim... Bu kitabını basılmadan bir ay önce okudum, sunuş yazılarından birini de ben yazdım. Aşağıda okuyacağınız yazı da kitaptaki o “sunuş”tur... Objektif davranmış olabilir miyim? Keyifle söylüyorum ki... Hayır!
|