CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli, yüzünü samimiyet ve cesaretle barıştan yana dönmüş bir kadın politikacı…
O kadar ki, gerektiğinde CHP içindeki ulusalcı kanat ve bu ekibin şahinlerini karşısına alabilecek kadar cesaretle savunuyor barışı.
Yeri geliyor, tepki çekeceğini bile bile BDP Milletvekili Sabahat Tuncel’le birlikte barışa omuz vermekten kaçınmıyor.
O’na göre barış her şeyden önemli ve öncelikli…
CHP’nin barışa esaslı destek verebilmesi için de önce kendi içinde barışı gerçekleştirmesi gerektiğine inanıyor, ki, fevkalade gerçekçi bir tespit.
***
* Bursa Kadın Platformu’nun barışa destek yürüyüşüne katıldığınız için en başta kendi partilileriniz olmak üzere kimileri sizi siyaseten linç etmeye yeltendi! İnsanlara neler oluyor sizce?
Barış için Kadın Girişimi Platformu beni yaklaşık bir ay önce aradı. Amaçlarını, hedeflerinin ne olduğunu, barışın kalıcı olması, sürekli olabilmesinin, barışta kadının da varlığının hissedilmesi ile olabileceğini, benim de hem kadın girşişimcilere, hem de sosyal hayatta kadınlara verdiğim desteği bildiklerini, o anlamda beni önemsediklerini ve tabiki Bursa’daki diğer kadın milletvekillerine bu konuda bilgi vereceklerini, Türkiye genelinde bu eylemin gerçekleştirileceğini ve Bursa’nın ilk olacağını ifade ettiler. Ben de, kadını önceleyen, kadının barıştaki varlığını önemseyen girişimi destekleyeceğimi, Bursa’nın ilk olması için de destek vereceğimi ifade etmiştim.
Belli bir tarih kararlaştırılmıştı. O tarihte ben Adıyaman’da barış için genel başkanımızın oluşturduğu heyetin içinde olacağım için böyle bir girişimde bulunmayı istediğimi ifade ettikten sonra Adıyaman’a görevlendirildim. O nedenle benim için bu eylem bir hafta ertelendi. Eylem bir hafta ertelendiği için de bana eylemden iki üç gün önce Sabahat Tuncel’in katılacağı belirtildiğinde, Parletmento’da siyaset yaptığım Sabahat Tuncel’le birlikte bu hareketin içinde olamam demek bana çok ahlaki gelmedi. Hem de vicdanı ve insaflı bir yaklaşım olmayacağını düşündüğüm için sadece bunu İl Başkanı, Grup Başkanvekilimiz ve Genel Başkan Yardımcımız ile paylaştım. İl Başkanımız tabi biraz tereddüt etti. Keşke aslında bu işe onay vermediğini bana doğrudan söylemiş olsaydı!
* İl Başkanı’nın tereddütü ne yöndeydi, barışa destek vermek fena bir şey mi?
Barış ile ilgili değildi. Zannediyorum isimle ilgili idi. Ben de gerekli bilgilendirmeleri yaptım. Böyle bir şeyden dönmenin mümkün olmayacağını ifade ettim. Aslında isim konusunda tereddütlüydü. Ama keşke bunu bana ifade etseydi. Onun yerine daha dolaylı mesajlar aldım. Bazı arkadaşlarımızın direkt mesajları ile de gazetelerde karşılaştım.
* Bu yürüyüşe katıldığınız için başta eski il Başkanı Gürhan Akdoğan olmak üzere, kendi partililerinizden ağır eleştiriler aldınız. Ne hissettiniz o anda?
Doğrusu ben partinin bir yandan barış istediğini bildiğim için, bir taraftan da tabanda bazı arkadaşlarımızın “amalarının-fakatlarının- lakinlerinin-ancaklarının” olabileceğini zaten düşünebiliyordum. Çok da şaşırmadım doğrusu bu tepkilere. Çok şaşırmadım ancak, “amalarla-fakatlarla” barışın mümkün olmadığını düşündükçe ve bu tür tepkilerin varlığını hissettikçe, bizim önce kendimiz ile barışmamız gerektiğini, barış kavramını önce kendimizin içselleştirmesi gerektiğini düşündüm. Bu anlamda da moralim bozulmadı diyemem.
* CHP ne zaman barışır kendisiyle? Ya da barışabilir mi? Bu noktada partide ciddi bir bölünme var. Bir yanda barışa destek verenler, diğer yanda statükocu bir tavırla ulusalcı çizgide barışa neredeyse MHP çizgisinde itirazı olan partililer var.
Barışın olabilmesi için gerçekten ortak yaşama iradesinin ortaya konulması lazım. Eğer bu birlikte yaşama iradesi karşıdan geliyorsa, o zaman bizim barış içinde yaşamamızın diğer yolu da temel hak ve özgürlüklere, demokrasiye, özgürlükçü demokrasiye mutlaka adım atılması gerektiğini düşünüyorum. Silahların bırakılması barışın belki bir adımıdır. Çocuklarımızın, gençlerimizin ölmemesi… Ama Türkiye’de demokrasinin gerçek anlamda yerleşebilmesi, temel hak ve özgürlükleri kavrayabilmemiz ve bunların varlığı yerleştikten sonraki talepleri ayrıca o gün düşünüp tartışabilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yani biz daha şimdiden eğer bu barış süreci olursa, yani silahlar susup, insanların ölmesi durursa başka talepler gelecek endişesi ile hak ve özgürlükleri, demokrasiyi ertelersek ve bunlara feda edersek, ertelenmiş demorkasiden çıkaracabileceğimiz barış olamaz. O zaman biz barışı hiç düşünmeyeceğiz. Hep savaşmayı düşüneceğiniz! İşte bir kadın olarak, geçmişte ölen yavrularımıza tabi ki ağlıyoruz, tabi ki üzülüyoruz. Cenazelerde hepimizin gözünün yaşı aktı, hepimizin içi, vicdanı sızladı. Nerede hata yaptık diye hepimiz düşünmek durumundaydık. Acaba bu çocuğun ölümüne bizim de katkımız oldu mu? Özgürlükleri erteleyerek, demokrasiyi erteleyerek, bu sıkıntıları yaşayan annelerin, babaların ağlamalarına, üzülmelerine sebep olanlar arasında biz de var mıydık? Acaba diye düşünmemiz lazımdı.
* Önce onların onayı ya da affı gerek.
Evet. Onların onurlarının hiç kırılmaması lazım. Yani biz diğer çocuklar ölmesin istiyoruz diye, geçmişte ölen çocukların acılarının da ailelerin üstünde kalmaması lazım. Yani, “bizim çocuğumuz boşuna mı öldü?” Dedirtmemiz lazım. Biz bu düşüncesizliğe de hayret ettik. Sadece bu insanların derneklerine sorulmuş, sadece onlardan barış desteği yarım yamalak alınmış. Oysa aileler bu konuda katkı sunulmaya hazır. Bundan sonra hiç bir çocuk ölmesin istiyorlar. Ama dediğim gibi, kendi ölen çocuklarının, gazi olan çocuklarının, uzuvlarını kaybeden çocuklarının acıları içlerindeyken, “Öcalan’a özgürlük” söylemlerinin yapılmasından da rahatsızlık duyuyorlar.
* Doğru. Ancak süreç bu noktaya gidecek. Burada BDP’nin kesin tavrı var. Şartları var.
Evet. Bir takım sonuçlar bizleri bekliyor olacak. Bu kadar acılar yaşamış, bu kadar sıkıntılar çekmiş, bu kadar evlat kaybetmiş insanların şu aşamada bunu kaldırabilme durumları yok. Ama karşı taraf da kendisi açısından bir kahraman yaratıyor. Bu noktada birbirimizle barışabilmemiz için, Hükümet’in öncelikle TC gibi, halkın önemsediği kavramları kaldırmaması lazımdı. Kürt tarafının da, daha şimdiden, temel hak ve özgürlükler konuşulmadan, barış ile ilgili başka süreçler konuşulmadan, bu tarz talepleri çok fazla dillendirmeleri doğru değil.
* Siz barış sürecinde Hükümet’e güveniyor musunuz?
Şimdi aslında bütün mesele, demokrasiyi samimi olarak kavrayamamış, demokrasiyi kendine göre yorumlayan bir hükümet anlayışının olması. Ne barışta bir samimiyet, ne demokratikleşme de bir samimiyet var! Bu noktada Kürtler çok inançsız ve güvenemiyorlar maalesef. AKP artık toplumda güvenini yitirmiş durumda. AKP’nin tek argümanı din maalesef. Dolmabahçe’deki gençlerin türbanlı kadına saldırması yalanını da kullanarak, ne yazık ki halkın hassasiyetlerini deşiyorlar. Şimdi herkesin, her tarafın kendine göre bir hasasiyeti var ve hepimiz mağduriyet haritamız içerisinde, kendi mağduriyetimizle, o haritada, o atlasta yerimizi bulmaya çalışıyoruz.
* Hükümet gerçekten demokratikleşme istiyorsa gezi olaylarının yaşanmaması gerekirdi. Sözde barışa destek veren bir hükümet var. Ama bakıyorsunuz, sadece Kürt barışından bahis açılmış. Toplumsal bir barış söz konusu değil. Toplumsal barış hasleti gezi olaylarıyla yalan oldu!
İşte bizim anlatmak istediğimiz de tamamen bu. Demokratikleşme… Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından tutun, fikir ve vicdan özgürlüğüne… Tutuklu gazetecilerin, siyasilerin haline… Yüzde 10 seçim barajıyla başlayın, Siyasi Partiler Yasası’na… Yani Türkiye’de toplumsal barışın sağlanması sadece bu Kürt barışı ile ilintili değil. Kadınlarla birlikte yaptığımız yürüyüşün de amacı buydu zaten. Kadın ve erkek eşitliğinden başlamayan, toplumsal barışı bozan bir yapı var Türkiye’de. Kadın varlık sorunu yaşıyor, kadının varlığı henüz kabul edilebilmiş değil. Bütün siyasiler kadını kullanarak siyaset yapıyor. Kadını küfür gibi kullanarak siyaset yapıyor. Daha henüz dilimizde kadına dair bir arınma yok. Küfürü kadının üzerinden yapıyoruz! Dolayısıyla bizim önce kendi dilimize dikkat etmemiz lazım. Hiç kimse bir başkasının kutsalına, bir başkasının değerine, bir başkasının kahramanına hakaret ve küfür etmezse… Nefret dilini, nefret söylemini bırakırsa… İnsanların kimliğine, kültürüne, değerlerine daha saygılı yaklaşırsa… Türkiye’de barış zaten başlayacak.
* Gezi olayları sürecinde gençler öldü, insanlar yaralandı, sakat kaldı. Ve Başbakan çıkıp, “polis destan yazdı” dedi.
Maalesef destan değil, faili meçhulleri yazdı! Şu an o çocukların failleri bile meçhul! Ve maalesef failleri de ceza almayacak. Polis tarafından, kolluk güçleri, adli merciler tarafından bulunsalar dahi alacakları ceza aileleri tatmin etmeyecek. Başbakan, ölen çocukların ailelerine bir baş sağlığı bile dilemedi, üzüldüğünü bile ifade etmedi. Sanki onlar marjinal çocuklar, ıslah edilmemiş çocuklar… O’nun anladığı terbiyeyi görmemiş çocuklar olduğu için ölmeyi hakettiler ve o çocuklar ile ilgili en ufak üzüntü beyanında bulunmadı Başbakan. Hal böyle iken, Türkiye’de daha barışı sağlamak mümkün değil. Kimse bir diğerinin eylemine, direncine direnişine, fikirlerine saygı göstermezse, hep kendini haklı görürse, hep benim yaptığım doğru derse, kendi doğrularını başkalarına benimsetme gayreti içerisinde olursa, zaten bizim toplumsal barışı sağlayabilme şansımız yok.
* Gezi süreci toplumsal barışa ciddi bir ket vurduğu gibi, Kürt barışına da, hem soru işareti, hem de belirsizlik getirdi. Şu ana kadar AKP’nin samimiyetinden süphe etse bile barışa destek veren kesim, Hükümet’in bu otoriter tavrını gördükten sonra, “Bu adamlar mı getirecek barışı?” Demeye başladı.
AKP’nin kendi içinde de böyle bir endişe var diye düşünüyorum.
* Meclis’te bahsediyorlardır.
Çok fazla gündeme getirilmiyor ama en azından, Meclis Başkan seçiminde dahi 26 AKP’li vekilin oy vermediğini gördük. Yani bu süreç içerisinde demek ki bir ayrışma var. Nitekim CHP’den kopup giden millet vekillerinin aslında bu sürecin doğru yönetilmediğine ilişkin beyanları da var.
|