Afyon’daki cephanelikte mühimmat deposunun patlamasından sonra, patlama yerinde incelemelerde bulunan Genelkurmay Başkanı Özel, durumu; “Konuşacak bir şey yok. Her şey yazılıyor. Her şey ortada!” diye tarif etti.
Birkaç günden beri basında ve TV kanallarının haberlerinde kışladaki patlamadan, hayatını kaybeden askerlerin durumundan, askerlerin hangi koşullarda patlayıcıları taşıyıp istiflediklerine dair pek çok şey yazılıyor. Dahası, konunun uzmanı (emekli askerler) kişiler, bu tür depolarda, nasıl çalışma yapılacağı ve Afyon’da bütün kural ve talimatların açıkça çiğnendiğini söylüyorlar. Yetkililerden de “Bu söylenenler yalandır; kurallara uyulmuştur. Olan kaçınılmaz bir kazadır!” diyen çıkmadı. Tabii Orman Bakanı Eroğlu’nun daha kışladan bir açıklama yapılmadan; “Bu bir kazadır. Pakistan’da ve Hindistan’da da olmuştur!” diye açıklamasını ciddiye almazsak!
Dahası Genelkurmay Başkanı, bir miktar sitem içeriyor olsa da; “Her şey yazılıyor!” diyerek bütün bu ihlalleri kabul etmektedir.
Ve her halde askerler bir “soruşturmayla”, işin tekniğine, emir ve talimatlara uymayan uygulamalarla ilgili, “günah keçileri” bulacaklardır. Ancak işin ihlaller boyutu ne kadar vahim olursa olsun, sorunun bu bir boyutudur ve nispeten kolay çözümlenecek ama o ölçüde de önemsiz boyutudur. Çünkü bu tartışmalara, “uzman”, “bilirkişi” gibi sıfatlarla konuşanlar, ihlal edilen kuralları sıralarken, bunların “savaş hali durumu dışında” geçerli oluğunu söylüyorlar.
İhlal edilen kurallara, emir ve talimatlara bakıldığında, hiçbir aklı başında askeri yetkilinin normal koşullarda bu kadar emir ve talimatı yok sayamayacağını da var saymamız gerekir. Çünkü bütün dünyada az çok bir geleneğe sahip ordular, bütün öteki kurumlardan daha çok kurallara, emirlere, talimatlara bağlıdırlar ve binlerce yıllık deneylerini emir ve talimatlara dökerek, bunları titizce uygulamayı varlık nedeni sayarlar. Biz siviller için çoğu zaman fıkralara konu olacak kadar diline düşen bu emirlere ve talimatlara uyma disiplini, asınla bakılırsa; her yaştan her inançtan, her düşünceden binlerce (yüz binlerce) insanı bir araya getirip egemenin amacı doğrultusunda davranmaya zorlamanın tutumudur. Ve bu yüzden de bu emirlere uymamak, kuralları ihlal etmek askerde işlenebilecek en büyük suçtur! Bu durum, TSK’de pek çok başka ordudan daha çok disiplin konusudur. Bu yüzden de kuralların, emirlerin ve talimatların Afyon cephaneliğinin mühimmat depolarındaki ölçüde ihlali ancak bir “savaş hali” durumu psikolojisinin baskılamasıyla açıklanabilirdir.
Peki, “Bir savaş hali var mıdır” Türkiye’de?
Resmen ve ilan edilmiş olarak yoktur!
Ancak, ordunun uzunca bir zamandan beri, sınır boylarında bazen Kürtlere bazen sınır ötesindeki komşu ülkelere yönelik tehditler savuran bir eylem içinde olması, 20-21 yaşındaki gençlerin vasiyetler hazırlaması ya da telefon açıp, “Anne ben şehit olacağım; rüyamda gördüm!” diye çığlıklarla veda etmesi, “şehit cenazelerinin” hükümet ve şoven milliyetçi gruplar tarafından milliyetçi gösterilere dönüştürülmesi,... nihayet parlamentoda Kürt vekillerin dokunulmazlığının kaldırılmasına kadar gelen “haller”, ülkenin “normal hallerde” olmadığının göstergesidir. Bu “halin” de önce askerin üstünde yansıması, fiili bir savaş halinde olunduğu duygusunun onlarda oluşması da her halde işin doğasının gereğidir. Ve uzaktan ya da yakından Türkiye’ye az çok nesnel bakabilen herkes ülkenin bir “savaş hali” ortamına sürüklendiğini görmektedir. Bu “savaş haline” sürüklenmeyi de en başta hükümet, girdiği iç ve dış politika açmazından silahların gücüne dayanarak kurtulmak için, en gerici güçlerle ittifak içinde yapmaktadır.
Daha önce bu köşeden sorulmuştu:
- “Peki, hükümetin ülkeyi sürüklediği olağandışı koşullar olmasa Hava Kuvvetlerinin uçakları “kazara” bile olsa, Roboskî’nin köylülerini bombalayıp 34’ünü öldürür müydü?”
- “Peki, ülkeyi bugün kapsayan militarizm ve şovenizmin yol verdiği koşullar olmasa bugünkü Roboskî köyüne giden minibüsün dereye uçması sonucu 10 asker hayatını kaybeder miydi?”
Bu iki soruya da, her mantıklı insan gibi “Hayır” yanıtını vermiştik.
Şimdi bu sorulara bir soru daha ekleyelim:
- Eğer ülkede askeri bir teyakkuz durumu, militarizmi kışkırtan bir siyasi ortam, askeri iç ve dış çatışmalara hazır olmaya zorlayan bir atmosfer, filli bir “savaş hali” ortamı olmasaydı, Afyon’daki mühimmat deposu böyle kaba ve pervasız ihlallere sahne olur ve patlamalar, 25 erin hayatını alıp götürür müydü?
Normal insan aklının bu soruya vereceği yanıt da elbette “Hayır”dır.
Eğer ülke böyle “savaş hali” diyebileceğimiz koşulara itilmeseydi, Afyon’daki bu facia yaşanmazdı.
Bu yüzden de Afyon’daki facia sadece teknik, “emir ve talimatları ihlal” bakımından değil ama ülkeyi bugünkü ortama sürükleyen, ülke sorunlarını çözmek yerine kendi sorunlarını çözen, kendi ideolojik amaçlarını hayata geçirmek isteyen siyasal erkin (Hükümetin ve arkasındaki güçlerin) sorumluğu birici derecedendir. Ve bu yüzden de elbette generaller de bunun bu facianın hesabını vermelidir. Ama onlardan da çok ülkeyi yöneten siyasi gücün, patlamaların, katliamların, cinayet gibi kazaların arkasındaki politikanın sahiplerinin olup bitenin hesabını vermelidir. Bu yüzden de “Sorumlular istifa etmelidir!” diyenler önce siyasi sorumluların istifasını talep etmek zorundadır. Aksi sadece “günah keçi”lerinin, “ihmal” ve “talimatlara aykırı hareket”ten cezalandırılması ve sonu belirsiz soruşturmalarla olayın üstünün kapatılmasına razı olmak olacaktır.
Ve tabii ki burada en önemlisi de ”fiili savaş hali” uygulamalarına son verilmesi, ülkenin siyasi ortamının “normalleşmesi” için demokrasi güçlerinin, ülkenin kaderine sahip çakacak etkinlikte bir mücadele çizgisinde yürümeleridir.
Aksi halde bu faciadan yine facianın sorumluları rant sağlayacaktır!
|