Herkesin hesabına göre şu üç kelimeyle tartıştığı “Terör, Güneydoğu ya da Kürt” sorunu, 12 Eylül 1980 sonrası başladı ve otuz yıldır tırmanarak bu günlere geldi. Yine Türkiye’nin bir yıl öncesine dek, kırk yıldır ikinci çözülemeyen sorunu “Kıbrıs’tı”. Onun yanına şimdi de Suriye eklendi. Üstelik halkın aş-iş başta, gerçek sorunlarını tümüyle yok sayan bir sıcaklıkta ülke gündemine yerleşti.
Çoğunluğun gözden kaçırdığı bir saptamanın altını çizmeliyim; Bu tür halkın gerçek gündemini arka plana atan sorunlar, daha çok 2007 seçiminden sonra hep sıcak ve gergin tartışılır oldu. Ergenekon dosyaları da, aynı süreçte arka arkaya açıldı ve gündemdeki yerini aldı. Bu başlıkları, bilinçli ve hesaplı bir amaçla kurgulayan ve ısıtarak sürdürenin, Başbakan Erdoğan olduğunu kendisi bile yadsıyamaz.
Bu gerçeği belgeleyen en son örnek, Suriye bunalımıyla ilgili CHP Genel Başkanı'nın sunduğu mektuba, belki okumadan verdiği yanıttaki, suçlayıcı, aşağılayıcı ve üsluptur. AKP Genel Başkanı Erdoğan, geldiği ilk kurultaydan beri CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı eleştirilere ve önerilere karşı, bu tavırını ve söylemini kasıtlı olarak sürdürdü, şimdilerde de tırmandırıyor.
Beklediğinin çok üstünde oy aldığı 2007’ye dek Başbakan, inandığı ve bağlı olduğu siyasi hedefine ulaşmak için aklındaki karar, önlem ve uygulamaların önündeki engelleri görüyordu; Cumhurbaşkanlığı, Yargı, TSK ve ana muhalefet partisi. Bunları “HALLEDERSE(!), gerisi kendiliğinden teslim olur” hesabındaydı. Çankaya’yı “kader birliği” ettiği arkadaşıyla yanına aldı. 2010’daki referandumda değiştirdiği Anayasaya ile yargıyı dize getirdi. İleri demokrasi adına TSK’nın vesayetini de kendisi üstlendi. Bütün bunlar için öngördüğü yol haritasının her aşamasını, dünya ve bölgedeki gelişmelere göre özenle zamanladı ve uyguladı. Bu planda, ana muhalefet için aktif bir strateji belirlemedi. Daha İstanbul’da başkan olarak yola çıktığında görmüştü ki, CHP içe dönük tartışma ve çekişmeden kurtulup, halkın gerçek sorunları (aş-iş) üzerinden etkin bir muhalefet yapamaz.
Seçmen gözünden bakıldığında, CHP’nin durumunun R. T. Erdoğan’ın bu beklediği çizgide gittiği görülür; Geçen hafta yayınlanan, Andy - Ar Sosyal Araştırmalar Merkezi'nin, “yaşanan siyasi gündemin seçmen nezdinde nasıl algılandığını tespit etmek” için yaptığı araştırmanın sonuçları, özellikle CHP’nin üst yönetimi için çok anlamlıdır; 2011 seçiminden bu yana bir yıl içinde CHP’nin oy oranı yüzde olarak şöyle bir seyir izlemiş: 2011 Temmuz 21.9, 2011 Kasım 19.8, 2012 Nisan 22.3 ve 2012 Ağustos 19,5.
Bu sonuçlar, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun son Suriye politikasına dönük eleştirisi gibi 2010 Anayasa Referandumundan bu yana iktidara karşı gündemde öne çıkardığı, türban, laiklik, yargı reformu, Ergenekon ve Kürt sorunu benzeri soyut konulardaki muhalefetinin, seçmen indinde ilgi yaratmadığını açıkça gösteriyor. Daha geriye gitmeden, Demirel’in 1965’te başbakan olduğundan beri seçim sonuçlarına bakıldığında, halkın sandığa giderken aklındaki önceliği, “aş ve iş” derdi olmuştur. Dolayısıyla CHP, gelecekteki yerel ve sonrası genel seçimde, AKP’nin tırmanışını durdurmak istiyorsa, tüm birikimini, becerisini ve gücünü devletin büyük(!) sorunlarından önce, çalışan, alın teriyle geçinen halkın öncelikleri için kullanmak zorunda olduğunu artık görmelidir.
|