EĞİTİM-İş, tarihten örnekler vererek Dünya Barış Günü’nü değerlendiriyor:
“II. Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başladı. Ardından 52 milyon ölü, milyonlarca yaralı, sakat ve harabeye dönmüş kentler ile acı ve gözyaşı bıraktı. İnsanlık tarihinin bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşının başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Günümüzde, küresel emperyalizm kuşatma ve yok etme atağını, etki alanını genişleterek sürdürmektedir. Sonu getirilemeyen çatışmalar, terör ve şiddet, dünyanın birçok noktasında insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Küreselleşme dünya uluslarına; barış, adalet, kardeşlik, özgürlük değil, aksine daha fazla yoksulluk, daha fazla işsizlik, daha fazla açlık ve daha fazla savaş getirmiştir. Küreselleşme, Irak’tan Filistin’e, Afganistan’dan Libya ve Suriye’ye kadar insan ve yaşam karşıtı eylemlerini sürdürmektedir.
Bugün Amerikan emperyalizminin başını çektiği egemen güçler, ‘özgürlük ve demokrasi’ söylemlerinin arkasına gizlenerek, enerji kaynaklarını ele geçirme hırsıyla Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmektedir. Suriye’de yaşananlar bunun son örneğidir. Emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma projesine alet olan AKP ise Suriye’ye karşı savaş çığırtkanlığı yapmaktadır.
Türkiye’de siyasi sorumluluk üstlenenlerin, Atatürk’ün 80 yıl boyunca cumhuriyetimizin dış politikasını yönlendiren ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesinin hedefini çok iyi değerlendirmeleri ve ders almaları zorunludur. Çünkü biz, teslimiyetçi dış politika izlemeyen, savaşa, işgale ve talana ortak olmayan, barış içinde bir Türkiye istiyoruz.
Biz, barışın, demokrasinin ve insan haklarının yerleşmediği bir ülkede emekçilerin haklarının da korunmasının olanaklı olmadığını biliyoruz. Demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan ve yıllardır terörün acısını yüreğinde duyan Eğitim-İş üyeleri olarak artık dünyada barış olsun istiyoruz. Okullarımızda savaşların tarihini değil, barışı anlatmak istiyoruz.
Barışın, sevginin ve hoşgörünün herkes tarafından yaşam biçimi olarak benimsendiği; savaşın, terörün, çatışmanın, şiddetin, kavganın olmadığı bir dünya dileklerimizle, tüm halkımızın ve dünya uluslarının Dünya Barış Gününü kutluyoruz.”
O vali, Eminönü’nde danışmanlık yapmıştı!
“BEN İhsan Maçin’im, Eminönü Belediyesi’nde uzun yıllar çalıştım, Dr. Ahmet Çetinsaya’nın başkanlığında da 1994-99 yılları arasında yardımcılığını yaptım. Isparta Valisi Memduh Oğuz’la ilgili yazınızı okuyunca eskilere gittim. Belediye başkanlığını kazandığı gün Memduh Oğuz, Çetinsaya ile birlikte belediyeye gelmişti. Çetinsaya’nın ‘sözde danışmanlığı’na atanmıştı! Bir ‘merkez valisi’, ‘danışmanlık’ yapar mı; hiç anlamadık. Hem de, makam odalı, şoförlü, korumalı ve arabalı. Bu kanunsuz bir uygulamaydı. ‘Çalıştığı’ 5 yıl içinde Eminönü’ne ne ‘kazandırdı’; çalışma barışını bozmak, kaos yaratmaktan başka hiçbir şey. Çalışanlara -kadın memurelere de- mobing uygulamış, bunun üzerine Bem-Sen ve Tüm-Belsen sendikaları tarafından belediye önünde protesto edilmiş; İçişleri Bakanlığı’na yazılı olarak şikâyet edilmişti. En önemlisi de 365 işçinin atılmasına neden olmuştu; neden mi bu işçiler sırf Alevi ve Kürt oldukları ve de ‘solcu oldukları için.’
Bu nedenle Isparta’da CHP’lilerin 30 Ağustos Zafer Bayramı törenine çelenk götürmek için karşılaştıkları engelleyici muameleye hiç şaşırmadım.”
Isparta’da önceki gün yaşananlar, Süleyman Demirel’in memleketine yakıştı mı?
İşte demir ağları ören adam: Behiç Erkin...
BEHİÇ Erkin, Çanakkale’de Alman’ların en çok nefret ettikleri ama bir o kadar da takdir ettikleri komutan... Demir haç nişanları var ve II. Dünya Savaşı’nda Paris Büyükelçisi olarak 20 bin Yahudi’yi gaz odalarından kurtaran sevgili dolu bir insan.
Hani, Başbakan “Ne ördünüz?” diyor ya işte demir ağları ören adam o.
Atatürk 10. Yıl Marşı hazırlanıp ilk defa kendisine sunulduğu zaman, bu marşı çok beğenmekle beraber, bir mısrasını değiştirme zorunluluğu hissetmiş ve değiştirmiştir.
“Yurdun her bir tepesinde dumanlar tütüyor” mısrasını, 10. Yıl Marşı’nda çıkarmış, yerine kendisinin şahsen yazdığı şu mısrayı eklemiştir: “Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan.”
Bu mısrayı yazdıktan sonra da yakın arkadaşı Behiç Bey’e: “Sizin emeğinizin karşılığı değildi, değiştirdim” diyerek, kendi yazdığı mısrayı ona okumuştur. Behiç Bey de “Bu yüksek lütfunuzdan dolayı çok teşekkür ederim” diye cevap vermiştir. İşte Cumhuriyet’i bu insanlar büyük bir zaferin ardından kurdu. Mezarı Eskişehir’de vasiyeti üzerine tren rayları arasındadır.
Ben İsrail Büyükelçiliği’ne bir yazı yazmıştım ‘Ankara’da mütevazı bir tren istasyonu olan Behiç Bey durağına Yahudileri kurtardığı için ufak bir şükran plaketi asın’ diye, cevap bile vermediler. Filmde kitapların üzerinde Emir Kıvırcık yazıyor, torunudur.
(Enis AKDAĞ’dan)
Şener, TP’yi niye kapattı
“GENEL Başkanı olduğum Türkiye Partisi’ni kapatmak herkese bir protestodur. Demokrasi sandık değildir, sandıkta diktatörlük de vardır. Ülkede güçlü ve özgür bir basın, sendikalar, sivil toplum örgütleri kalmadı.
Hele korku ve endişeden arınmış aydın kesim nerede? Hazine yardımı nerede? Yardımın dörtte üçü iktidar partisine gidiyorsa ve bunun verilmesine de kendi başına karar veriyorsa, bu ortamda siyasi partiler arasında adil bir rekabet yok demektir. Türkiye Partisi’ni bu nedenle kapattım.”
(Eski AKP Sivas Milletvekili ve Bakanı Abdüllatif ŞENER)
Bakan Dinçer bize kulak vermiyor
SAYIN milletvekilim, yazarım ve vatandaşım, bizler eşimizden ve çocuğumuzdan ayrı öğretmenleriz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘il emri’ uygulamsını kaldırması üzerine elimizden geleni yaptık, sesimizi yükselttik, sorunumuzu anlattık ama olmadı. Sayın Ömer Dinçer kulak vermedi. Sizden İsteğimiz biz öğretmenlerin eşlerimize kavuşabilmemiz için ‘il emri’ uygulamasının tekrar uygulanması için bu konuyu gündeme getirmenizdir. Çünkü bizler sesimizi duyuramıyoruz. Siz bizler için, ailelerimiz için, çocuklarımız için hatta öğrencilerimiz için sesimize ses olun. Acımıza derman olun, Sorunumuza çare olun. Aykut YAŞAR
|