Geçen haftadan birkaç haber: Bingöl’de 7 ve 10 yaşında 2 çocuk işkence gördü. Çocukları dikenli çubuklarla dövüp vücutlarında sigara söndürenlerin 12-14 yaş arası 3 çocuk olduğu ortaya çıktı.
İzmir’de okula başlayan 6 yaşındaki Umut, parkta sırtına saplanan bir kurşunla can verdi.
Bursa’da bir hafta aç, susuz bırakılan köpek, zincirlendiği balkondan atlamaya kalkışınca boynundan asılı kaldı. Can çekişerek öldü.
Isparta’da Nevin, kendisine tecavüz eden adamı av tüfeğiyle öldürdükten sonra başını kesip köy meydanına attı.
* * *
Şiddetin nasıl kılcal damarlarımıza kadar yayıldığını, çocukları, hayvanları bile esir aldığını gösteren birkaç haber...
Zorbalık, gündelik hayatın bir parçası sanki:
Yer, içer, çalışır, uyur, dayak yer veya dayak atarsın.
Karına, çocuğuna, köpeğine, rakibine, komşuna...
Evde, okulda, camide, trafikte, kışlada, maçta...
Şiddet, sadece bir hak arama yöntemi değil, bir tahakküm modeli, bir yönetme biçimi burada...
* * *
Dağda bitmeyen çatışmalar, ardı kesilmeyen cenazeler, evet, çok boyutlu bir sorunun kanayan yarası, ama aynı zamanda toplumu kuşatan şiddet sarmalının yansıması...
Kanı durduramamamızın bir nedeni de çözümden sadece “daha fazla şiddet”i anlamamız...
Bir evladımız şehit düşünce diğerini cepheye gönderirsek, kana kanla cevap verirsek, “Barış” diyenleri hapsedersek, idam cezasına dönersek kan durur diye kendimizi kandırmamız...
Çareyi daha fazla karakol, tank, biber gazında ve “Ağzına tıkarım o yazıları” hoyratlığında aramamız...
Sorunu çözüm sanmamız.
* * *
Önümüzde iki yol vardı; biz hep kanlı olandan yürüdük.
O yol bizi daha fazla kana ve acıya götürdü.
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü...
Bugün, şiddetin yolundan dönüp barışın yolunu konuşmalıyız.
Mademki dayakla büyüyen çocuklar, kendinden küçüklere işkence ederek başlıyor hayata...
Mademki güçlüye gücü yetmeyen, zayıftan alıyor hıncını...
Mademki ailedeki şiddet, oradan sokağa, dağa taşıyor, daha fazla şiddeti doğuruyor, istikbalimizi yakıyor...
O halde bir an önce şiddet kültürünü yenecek, barışı inşa edecek seferberlikler düşünmeliyiz.
Okulda kardeşliğin dilini öğretecek derslere,
TV’de barışın yolunu gösterecek dizilere,
Camide şiddeti günah diye belletecek vaizlere,
Kışlada insan hakları eğitimi verecek sivillere,
Kabinede “Eğer bir müminin kalbin kırarsan/ Hak’ka eylediğin secde değildir”e inanmış müminlere,
Ve dünkü Milliyet gibi, savaşa karşı barış haberlerini büyütecek gazetelere ihtiyacımız var.
Tabii bir de, o haberdeki gibi, “Savaşınızda ölmeye hazır değiliz” diyecek savaş karşıtlarının cesaretine...
Savaşa cephe alacak, barışı savunacak gönüllülere...
* * *
Gandi, “Göze göz, tüm dünyayı kör eder” diyerek başlamıştı barış yürüyüşüne...
Bugün savaş karşıtı Halil Savda da Uludere’den Ankara’ya tek başına 40 günlük bir yürüyüşe başlıyor; bize başta yanlış yola saptığımızı, bir de barışın yolu olduğunu hatırlatmak, yolda çoğalmak için...
Öfkeyle hükmedenler varsın bilesin kılıçlarını, bölsün yurttaşlarını; biz son nefesimize dek husumete karşı dirliği, harbe karşı sulhu savunmaya devam edeceğiz
|