Uludere katliamından dolayı nasıl devlet, hükümet özür dilemek zorundaysa, Gaziantep katliamından dolayı da Kandil, PKK özür dilemek, hatta günah çıkarmak zorundadır. PKK’nın katliamı üstlenmemiş olmasının herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Geçmiş sicilindeki kara lekeler, böyle bir inandırıcılığı havada bırakmaktadır.
Evet öyle, Uludere katliamı nasıl devletinse, Gaziantep katliamı da PKK’nındır!
Uludere’den dolayı devlet, hükümet nasıl özür dilemek zorundaysa, Gaziantep katliamından dolayı da Kandil, PKK özür dilemek, hatta günah çıkarmak zorundadır.
PKK’nın katliamı üstlenmemiş olmasının herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Geçmiş sicilindeki kara lekeler, böyle bir inandırıcılığı havada bırakmaktadır.
Ahmet Altan’ın deyişiyle:
“Yeryüzünde, çocukları diri diri yakarak öldürmeyi haklı gösterebilecek hiçbir kutsal dava yoktur.”
Hiç akıldan çıkmasın:
Barış, namlunun ucunda değildir.
Terör, şiddet çıkmaz sokaktır.
Kinle, nefretle bir yere gidilemez.
Barış diyorsak, önce parmaklar tetikten çekilecek, silah sesleri susacaktır.
PKK gerçek bir ateşkes ilan ettikten sonra, devletin de taraf olacağı ve her türlü provokasyona dayanıklı bir barış süreci başlayacaktır.
Öyle bir barış süreci ki, kolayından zoruna doğru, sabırla zamana yayarak, aşama aşama işleyen ve ucunda silahların gömülmesiyle dağdan inişin yer aldığı, kan ve gözyaşının tamamen kesildiği uzun bir barış süreci...
Burada duruyorum.
Kim bilir kaç kere yazdım bunları.
Gittikçe sıradanlaşıyorlar.
Geçerliklerini koruyor olsalar da öyle.
Türkiye kendisini öylesine kanlı bir dehşet sarmalına kaptırmaya başladı ki, artık sözün hükmü kalmıyor.
Böylesine kanlı dalgaları özellikle 1990’lardan beri kaç kez yaşadı bu topraklar.
Ama ders çıkarabildik mi?
Tek kelimeyle hayır.
Ders çıkarabilmiş olsak, ne Uludere’ler, ne Gaziantep’ler olurdu.
Geçmişten ders çıkarabilmiş olsak, ne gazetelerin manşetleri, ne köşe yazarlarının tepkileri, ne de siyasetçilerin açıklamaları bu kadar tek tipleşir, içleri bu kadar boşalır, koflaşırdı.
Yıllardır hep aynı şeyler yapılıyor, aynı şeyler söyleniyor. Ve her seferinde sonucun değişeceği sanılıyor.
Ama değişen bir şey olmuyor.
Hep kan ve gözyaşı...
Hiç olmazsa, hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekleyenlere ne dendiğini bir an düşünebilsek...
Ben hâlâ devlet ve hükümette de, Kandil ve PKK’da da bu işin böyle silahla, şiddetle, terörle devam edemeyeceğine inanan insanların varlığına inanıyorum.
İnanmak istiyorum.
Türkiye’nin bu meselesi katliamlarla, Kandil’e bayrak sloganlarıyla, asker ve PKK’lı ölümleriyle çözülemeyecek kadar derin bir meseledir.
Bu mesele elde silah çözüm rayına oturmaz, tersine derinleşir.
Ama tarihin öyle anları olabiliyor ki, çözüm, kan gölü büyümeden kafalara dank etmiyor. Acılar tarifsiz hale gelene kadar iki tarafın şahinleri pes etmiyor. Ve yangına körükle gidenlerin borusu ötmeye devam ediyor.
Peki ama ne zamana kadar?
Yeterince acı çektik sesi duyulana kadar... Hepimizin meşru acıları var ama bu artık böyle devam edemez sesi, silah seslerini bastırana kadar...
Anlaşılan, bizde henüz tarihin bu anı kapıyı çalmış değil. Bu nedenle, hep aynı şeyleri yazmak içimden gelmiyor.
Demek ki çekilen acılar, akan gözyaşları daha yeterli değil.
Demek ki acılar daha bizi çözüm için olgunlaştırmış değil.
Demek ki ölümü, şiddeti hayat tarzı olarak seçenler ağır basmaya devam ediyor. Ve onları sırtımızdan atabilecek siyasal cesaret ve kararlılığı ve de demokratik ‘oyun planları’nı, ‘end game’leri bunca acıya rağmen hâlâ sahneye çıkaramıyoruz.
Kanlı bir kısırdöngünün gittikçe yoğunlaştığı kabus gibi bir dönemde aklın, sağduyunun esamesi de okunmuyor.
Yazık!
İnşallah daha kötü günler görmeyiz.
‘Tatilde birikenler’in ikincisi yarın.
|