Çağlar Tekin, araştırmacı yazar Kenan Çamurcu ile hem Mısır'ı, hem de Türkiye'yi konuştu. Derginin 27. sayısında “Mursi'nin ardından sıra Erdoğan'da” başlığıyla yayınlanan röportajın tamamını yayınlıyoruz.
ÇAĞLAR TEKİN - Mısır 25 Ocak 2011 devrimiyle yeni bir başlangıç yapmasıyla, siyasi istikrar kazanamamış bir ülke olarak lanse edildi. Oysa ABD'nin başını çektiğini küresel güçler, Mısır'ın devrim yapmış dahi olsa stabil bir ülke olmasını tercih ederler. Çünkü Camp David rejimini korumak istiyorlar. Mübarek, Enver Sedat'tan devraldığı bu rolü 30 yıl korudu. Batı, Mübarek'e bu sebeple tahammül etti ve hatta düzenli olarak maddi desteklerle de ödüllendirildi. Mısır'ın Camp David düzenini korumakla mükellef bir rejim olarak 25 Ocak Devrimini nispeten kontrollü geçiştirmesi için Amerikalıların ve diğer Batılı güçlerin büyük çaba sarf ettiğini biliyoruz. Mısır'daki sivil toplum örgütlerine çeşitli fonlar aracılığıyla ciddi maddi destek sağladılar. Tabi 25 Ocak Devrimi de Mübarek'i devirmek dışında çok ciddi bir rol oynayamadı. Bunda Devrimin ordunun kontrolüne girmesinin önemli rolü var. Ordu, Mübarek'e karşı bir darbe yaptı ve yönetimi sivillere devretmedi. Bu süreçte ABD rahatsızlık hissetmedi. Çünkü ordu yönetimde oldukça Mısır'ın istikrarının korunabileceği gibi bir düşünceleri vardı ve gizlemediler bunu. Burada garip olan Batılıların bunu anti demokratik bulmamaları değil elbet. Esas sorun, İhvan ve Mursi'nin tıpkı Batılılar gibi ordunun darbe yapmasını ve yönetimden bir türlü gitmemesini garip bulmaması. O zamanlar Tahrir'de insanların ordunun Mübarek'e karşı dahi olsa darbe yapmasına karşı durmasını Müslüman Kardeşler desteklemedi. Ordunun gayrı meşru olduğunu hiç söylemedikleri gibi, ima dahi etmediler.
Hocam Mısır'da Mübarek'in devrilmesi sürecinde Mursi ve Müslüman Kardeşlerin nasıl bir rolü vardı? Müslüman Kardeşler mi devirdi Mübarek'i, böyle anlatılıyor Türk medyasında süreç, doğru mudur bu?
Hayır, bu tamamen gerçeğin çarpıtılmasından, gizlenmesinden ibaret bir durum. İhvan hiç bir zaman risk üstlenmedi. Tahrir, Mübarek'e karşı isyan halindeyken İhvan son ana kadar, yani Mübarek ordu tarafından görevden alınana kadar ortalıkta gözükmedi bile. Sadece İhvan yönetimini eleştiren bir gençlik grubu İhvan'dan koparak sokağa indi. Mursi'nin İhvan'ı diyebileceğimiz kitle ise Tahrir'e hiç destek vermedi. Bu kitle ideolojik olarak kendisini Tahrir'le aynı safta görmediğini alenen ilan etti, Tahrir'e güvenmediler de. Sanırım İhvancılar ve Mursi, Tahrir'in kazanacağını düşünmüyorlardı ve kaybeden tarafta olmak istemediler. Mısır'da 25 Ocak Devrimini yapan, çok net söylüyorum asla Mursi veya İhvan değildir. Bunlar yapılmış, bitmiş bir olayın üzerine siyasal bir aktör olarak çıktılar. Zaten İhvan'ın 25 Ocak Devriminin önderi, lideri, yönlendiricisi olmadığını seçimlerden anlıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yarısı seçime katılmadı, süreci protesto etti. Geriye kalanların da ancak yarısının oyunu alabildi Mursi. Bir Devrim ülkesinde seçime katılımın bu kadar düşük olması ve Mursi'nin de bunun yarısının oyunu alabilmesi yeterince aydınlatıcı. Mursi'nin iktidardan inişini ancak bu kısa geçmişle anlaşılabilir kılarız.
Kronolojik olarak parlamento, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve anayasa referandumunda giderek düşen bir katılım söz konusu. Devrim olduğu söylenen bir ülkede bu nasıl oluyor.
Bunlar Tayyip Erdoğan'ın Mısır'daki darbeyi kullanarak Türkiye'de iç kamuoyunu korkutmaya yönelik söylevine gelene dek, Mısır toplumunda yaşanan sosyo-politik dağılmanın analizini yapmak gerekiyor. Toplam seçmenin yüzde yirmisinin katılımıyla yapılan seçimi, bu seçimle kurulan rejimi meşru kabul edebilirsek Mısır'da bir darbeden bahsedebiliriz. Ortada güçlü bir meşruiyet mi vardı ki o meşruiyeti ortadan kaldıran gayrı meşru bir hareketten bahsedebilelim. Darbe şekil olarak elbette gayrı meşru bir şey. Ama ortada zaten meşru olmayan bir durum varsa, iki tane meşruluğu tartışmalı durum ortaya çıkar. Bu ancak kendi içindeki ilişkiyle anlaşılabilir. Tartışma burada meşruluk üzerine oturtulamaz. ABD, Katar, Suudi Arabistan darbeyi destekledi. İyi de bunlar Mursi'nin sponsorları ve müttefikleriydiler zaten. Demek ki kendi aralarındaki yatay çelişkiyle anlamlandırılabilecek bir şey burada Erdoğan tarafından bir dikey çelişkiye dönüştürülmeye çalışılıyor. Ortada bir tarafta meşruiyetin, diğer tarafta gayrı meşruiyetin olduğu bir diyalektik olduğuna inanmamız isteniliyor. Bu dili reddetmemiz gerekir. Erdoğan'ın durumu darbe mi, sandık mı; demokrasi mi, meşruiyet mi şeklinde formüle etmesi tamamen zihnimizi ayartma girişiminden ibaret. Mısır'daki olay hiç bir zaman meşruluk ile gayrı meşruluk çatışması olmadı. Gayrı meşruluğun kendi içindeki yatay çelişkisi bu. ABD ile Mursi arasında neden taraf olalım? Zaten beraber hareket ediyorlardı. Suriye operasyonunu zaten beraber yönetiyorlardı. Suud, Katar gibi bütün bu müttefik zinciri Mursi'nin Suriye'de görev alması için çaba sarf eden sponsorlar listesinden başka bir şey değil. Daha göreve geldiği ilk günlerde Mursi'nin Camp David rejiminin kurucusu Enver Sedat'ın ailesine, onun anısına üstün hizmet madalyası vermesi ne anlama geliyor? Burada, gayrı meşruluk yada meşruluk tartışması yapanlar bunun cevabını vermek zorunda. Gazze tünellerini kapatan da Mursi. Sistem dışı Filistin'li grupların mücadelesini engellemek için bunları yaptığını da gizlemedi.
Hamas'ı da yanına aldı. Hamas ayrıca bu süreçte İsrail'e karşı hiç saldırı da düzenlemedi.
Elbette. Tünelleri imha etti. Demek ki sistem içi olanlarla sorunu yok. Mesela İslami Cihad sistem dışı ve tünelleri en çok onlar kullanıyor. Tüneller onlara karşı kapatıldı. Hamas, İsrail-Filistin barışının ara bulucusu olmayı istediğini açıkça belirten Katar'ın himayesine girmişti o ara. Hamas da zaten İhvan geleneğine mensup bir hareket ve çok kolay sisteme dahil olabiliyor o sebeple. Kimi analizler yapılıyor şimdi Arap Ortadoğusunda, 'İhvanizmin fiyaskosu' olarak addediliyor Mursi'nin başarısızlığı. İhvanizm de, Türkiye'deki 'Erdoğanizme' tekabül ediyor. 'Erdoğanizm' dediğimiz şey ABD ve Batı ile kavga etmenin manası olmadığını, Batının bölgedeki hakimiyetine itiraz etmeyerek ve bu hakimiyete yaslanarak kendi küçük hakimiyetini kurma derdinde olma halidir. Tercümesi budur, ve bu hareket bundan ibarettir. Mısır'da bu doktrin çöktü. Aslında ABD'nin iç dengeleri itibariyle de bu tür iş görme biçimine itiraz eden siyasi akıl, Obama'ya karşı sürekli bir mevzi kazanarak giderek köşeye sıkıştırıyor. Dolayısıyla Obama'nın sürekli köşeye sıkıştığı bir denklemde onun yansıması olan yerel aktörler de güç kaybediyorlar. Ortadoğu için ABD'liler İhvanizmle mi, yoksa Vahabizmle mi ittifakla bölgeyi yönetmeliler tartışmasında, Vahabizmle yönetelim cevabını verdiler. Bu durum Suud'ların Mursi'nin iktidarının son bulmasını desteklemelerini de açıklıyor. Vahabi Arap Şeyhlikleri İhvan'a karşı da darbe yapmış oldular. Bu Obama'ya karşı yapılan hareketin de bir sonucu. Suud'un ABD'de Cumhuriyetçilerle birlikte olduğunu biliyoruz. Demokratlarla araları o kadar iyi olmadı hiç. Demokratların iş birliği yaptıkları ülkelerde ABD çıkarlarıyla çelişmeyen bir demokratikleşme gerçekleştirme istekleri var. bu talepler Şeyhlikleri korkutuyor. Cumhuriyetçilerin ise böyle talepleri yok.
Katar'da yaşanan değişimi nasıl yorumluyorsunuz, bu süreçle bağlantılı mı sizce?
Katar Emiri de Obama uzantısı bir lider olarak kaybedenlerdendir denilebilir. Mecbur bırakılarak, tıpkı kendisinin babasına düzenlediği darbeye benzer şekilde onun oğlu da, üstelik saltanat içtihadına uygun olmayan bir şekilde yani en büyük olmamasına rağmen, onu tasfiye etti. Yeni Kral'ın Mısır'da darbeyi desteklediğini de biliyoruz. Kimi analizlerde deniliyor ki eski Katar Şeyhi, Suud Kralı Abdullah'la ciddi ihtilafı olan bir yöneticiydi, bu ikili arasında yaşanan gerilimin büyümesini her seferinde Suud istihbaratının başındaki Prens Bender ile şimdi Katar'da Kral olan oğul engellemişler. Şimdi Bender Bin Sultan ile aynı görüşteki oğul Kral oldu. Bugünlerde Kral Abdullah'ın da görevi bırakacağına dair söylentiler var. İngilizlerin de bu aralar hareketlenmesini izlemek gerek. Bu düzeni kuran onlardı zaten. İngilizler, Obama'nın bölgedeki maceracı yaklaşımına hep soğuk baktı. Mesela Kürtlerin Irak'ta bir aktör olarak Arapların önüne geçirilmesine hiç benimsemediler. Vahabizmin Araplarıyla, kendi yarattıklarıyla devam etmenin daha rasyonel olduğunu düşündüler. Cameron'un Suriye meselesinde muhaliflere silah vermekten vazgeçmesi de enteresan. Orada da El-Kaide'nin güç kazanmasını tehlikeli buluyorlar. Tüm bunlara bakıldığında Mursi'nin görevden uzaklaştırılması daha anlaşılabilir hale geliyor. Obama'nın uyumlu İslam teorisinin çöktüğünü görüyoruz. O projenin aktörleri de sahneden iniyor. Erdoğan'ın bu kadar çabalamasını da böyle okumalı. Gezi olaylarını da bin bir çabayla yabancı güçlere bağlamaya çalışmasını ve o dış güçlere tek kelime etmemesini de böyle okumalı. Mursi'de kendini görüyor.
Ilımlı İslam projesinin tamamen çökmüş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu proje elbette hemen çöpe atılacak bir proje değil. ABD hiç bir zaman kendisiyle müzakere eden iktidarları istemiyor. Ama ılımlı İslamın yönetimde olduğu ülkelerde gerilim sebebi olmasını da istemiyorlar. Ilımlı İslamın kendi ajandasından ötürü yarattığı kutuplaşmayı toplumsal risk olarak görüyorlar. Toplumda bu gerilimi yok ederek, istikrar yaratacak aktörler istiyorlar. Artık Erdoğan Türkiye'de istikrarı temsil etmiyor. Mısır'da da Mursi bu şekildeydi. Mısır'da ordu ABD'ye güven veriyor, eğer ordu indirmeseydi Tahrir indirecekti Mursi'yi. Ama Tahrir'in barındırdığı anti emperyalist nüveler rahatsız etti ABD'yi. Türkiye'de de Gezi ruhunun taşıdığı anti emperyalist doku Batılı güçleri korkutuyor, o sebeple Gezi'yi destekleyen açıklamalar yaptılar. Bu açıklamaların Gezi'nin anti emperyalist tansiyonunu düşürmek için olduğunu düşünüyorum.
Bu süreçte Suriye'nin rolü nedir sizce?
Suriye'ye yönelik operasyonun proje ofisi Batı dünyası, sponsorları Körfez ülkeleri, saha ülkeleri de Türkiye ve Mısır. Mısır sonradan, Mursi'nin gelişinin ardından eklendi. Mursi'nin iktidarı kaybetmesinden evvel, Erdoğan'la Suriye'ye çullanmak üzere anlaşmaya vardığına dair kimi söylentiler var. Mursi'nin denklemden çekilmesiyle Suriye kampanyası büyük oranda çöktü. Erdoğan da Mursi'den sonra eskisi gibi rol alamaz oldu. Zaten son bir senede oldukça zorlanmaya başlamıştı. Suriye kampanyasının özü gizlilik üzerine kurulu. Ne kadar gizleyebilirsen yaptıklarını o kadar rol kapıyorsun. Ama son bir senede direnen medyanın aldığı rol önemli oldu. Yurt, Aydınlık, Sol gibi medya organlarının özellikle son bir sene içinde bir çok olayı deşifre etmesiyle zorlanıyordu Erdoğan. Mursi'nin de aradan çekilmesiyle bu iş bitme noktasına geldi. Suriye içerisinde de, Suriye ordusunun teröristleri Türkiye sınırına kadar sürmesi ciddi bir moral bozukluğu yarattı. Bu kampanyayı başlatanların aleyhine döndü artık denklem. Batılı ülkeler de kaçıyorlar artık buradan. Kaçış Fransa'yla başladı, şimdi de İngilizler başladı bu işin olmayacağını söylemeye, ABD de ayak sürüyor artık. Kerry mültecilerle görüştüğünde bizzat, 'siz müdahale istiyorsunuz elbette ama bu iş olacak gibi değil' diyor. Suudiler, Katarlılar Suriye'de direk rol almıyorlar. El Nusra'nın Rojava'da Kürtlerle çatışmasından sonra ABD de buraya silah gönderme konusunda iyice gönülsüz hale geldi. Orada yeni bir Afganistan yaratmak istemiyorlar kesinlikle. ABD'lilerin daha da uzaklaşacağı kanaatindeyim silah gönderme işinden. Çünkü artık sadece El Kaideciler var orada.
ÖSO ile Nusra Cephesinin yaşadığı çatışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz, neredeyse her gün ÖSO komutanları öldürülüyor son bir kaç haftadır.
Bu yatay çelişkinin devamı. ÖSO kendini Suriye'li görürken, El Kaide genellikle yurt dışından gelen teröristlerden oluşuyor. Gelen yardımlar da burada önemli bir başlık. Yardım güç oranında bölünüyor. Yer kontrolü de durumu büyütüyor. Nusracılar bir yere girdiğinde vahşi ve acımasız uygulamalarla halkı tepki verir hale getiriyor. Esad'ın muhalifi olanlar bile artık ayaklanarak ordu bizi kurtarsın diyorlar. Hatta kimi batılı kaynaklar Esad'ın Nusra'nın kimi yerleri işgal etmesine göz yumduğunu iddia ediyor. Nusra o kadar tepki yaratıyor ki Esad'ın muhaliflerini dahi Esad'a kazandırıyor.
Hamas'ın durumunu da değerlendirirsek, Hamas nereye gidiyor, Filistin bu gidişattan nasıl etkilenir?
Hamas geçen sene Suriye'den ayrılmaya karar verdiğinde kimi yorumcular, Hamas'ın Fetih'in yaşadığı durumu yaşayacağını iddia etmişti. Fetih mücadeleyi bırakarak İsrail'le uzlaşmayı seçtiğinde parçalanmaya da başladı. Fetih'in içinden direnişçi bir çok grup ortaya çıktı. Hamas için de yapılan bu öngörü doğrulandı. Suriye'deyken bir direniş örgütüydü. Suriye'nin yıllardır Filistin direnişine verdiği desteği Hamas'ın gideceği hiç bir ülke göze alamazdı, niyetleri de yok zaten. Ne Suudlar, ne Katar Filistin'e en ufak bir destek vermedi şimdiye kadar. Hamas gittiği ülkede karşısına ne çıkacağını biliyordu. Bu bir tercihti Hamas için. Suriye'de kalmaması yönünde yapılan baskılara boyun eğdi, ya da mücadeleden yoruldu. Artık bu işin durulması gerektiğine inandı, inandırıldı. Tıpkı Erdoğan gibi, tıpkı Mursi gibi mutabakat ve uzlaşma yoluyla siyasi iktidarı elinde tutma gayretine girişti. Tunus'daki Gannuşi gibi. 1997'de Londra'da Gannuşi'yi gördüğümde sıkı bir anti emperyalistti. ABD'nin İslamcı hareketleri kendisiyle uyumlu çalışmaya ikna etmeye çalıştığını söylüyordu. İngiltere'de gece kondu diyebileceğimiz bir evde yaşıyordu Tunus'a döner dönmez bizim muhafazakarlar gibi ılımlı İslam kimliğini sahiplendi ve iktidara geçti. İslamcı hareketler iktidar mı, mücadele mi ayrımına geldiklerinde iktidarı seçiyorlar. Bunu bilinçli bir tercihle yapıyorlar. Ortada bir pazarlık var, iktidara karşılık mücadeleci kimliği veriyorlar. Masumiyet yok burada. Hamas da böyle bir pazarlığa oturdu. Suriye'de kalarak mücadeleye devam edecekti ya da kimlikten ve mücadeleden vazgeçerek karşılığında iktidarı alacaktı. Şu anda iktidarı alamadı ve alacağı da şüpheli. Aslında Hamas kaybet-kaybet durumuyla karşı karşıya. Mücadelede de itibar kaybediyor hızla, artık isimleri bile duyulmuyor. Başka örgütler öne çıkmaya başladılar. Bunun elbette Filistin halkında da yansımaları var. 2006'da iktidara geldiğinde Hamas'ın vaadi mücadeleye devam etmekti. Fetih'ten fazla oy almasının sebebi buydu. Şimdi vaadini tutmamış oluyor. Halkın güvenini de kaybediyor. Hamas artık Katar'ın himayesinde parası olan, yöneticileri iyi şartlarda yaşayan bir örgüt olur ancak. Parçalanabilir. Çünkü içinde kimi kadrolar bu duruma itiraz ediyor. Nitekim Kassam Tugayları'nın komutanı bir suikastle öldürüldü. İsrail öldürdü denildi ama Hamas yönetiminin politikalarını eleştiriyordu. Hamas başka şeyler de yapabilir. Geçenlerde İslami Cihad'ın önemli isimlerinden birisi öldürüldü. Hamas'ın yaptığı söyleniyor. Hamas bunu reddediyor ama herkes biliyor ki Hamas bu katliamı yaptı. Onların da bu gerilimi kaldırması güç. Hamas'ın parçalanması giderek kuvvetlenen bir ihtimal. Özellikle Filistin direnişini engellemek üzere Batılıların ve Körfez ülkelerinin bekçiliğini yaparsa dağılmaya mahkumdur.
Mısır'da Savcılığın Mursi hakkındaki suçlamaları değerlendirerek davaya dönüştürebileceğini söyledi. Suçlamalardan bir tanesi ajanlık. Tayyip Erdoğan bu suçlamanın öncesinde bunu öngörmüş olacak ki, böyle suçlamaların yakışıksız olacağını söylemişti. Erdoğan 2012 Kasımındaki Kahire ziyareti dönüşünde Hakan Fidan'ı orada bırakmıştı, sonradan Mısır medyasına o tarihlerde Mossad, CIA, Mit, Hamas ve Mısır istihbaratının ortak bir toplantı yaparak kimi gizli kararlar aldıklarına dair haberler çıktı bu duruma dair neler söyleyebilirsiniz?
Bu durum ifşa oldu. Mit'in Kahire'de Mossad'la, Mursi'nin temsilcileriyle yaptıkları toplantı Arap Medyasında da yayınlandı. Erdoğan muhtemelen Mursi'yi Hamas İsrail anlaşmasının önemine ikna etmişti. Hamas yükseltilerek Abbas tasfiye edilecekti. Hamas'ın tekleşmesinin yolu buydu. Hamas Filistin'in içini kontrol altına alarak İsrail'e saldırılmasını engelleyecek ve kimi tavizler alacaktı buna karşılık İsrail'den. Bu bölgesel blok, adına Sünni blok diyorlar, aslında Sünnilikle alakası da yok, adım adım gerçek olmaya yönelecekti. Buna Obama'nın da onay verdiğine dair işaretler var. zamanlama olarak Snowden'ın ortaya çıkışını da Clinton'ın Monica'sına benzetiyorum. Ajanlık suçlaması da Mısır sokağının anladığı dilden yapılan bir suçlama. İsrail'le işbirliği yapıyor olması Mursi'nin siyasal tribününü bir daha ayağa kalkamaz hale getirir. Türkiye de aynı durumda. Böyle bir anlaşmanın ortaya çıkması Erdoğan'ı da çok zor durumda bırakır.
Belki bu suçlamaya Erdoğan için bir gözdağı olarak da bakabiliriz.
Elbette, zaten Erdoğan da kendisini Mursi ile özdeşleştiriyor. Mursi orada neyle karşı karşıyaysa, burada da aynı tabloyu göreceğini düşünerek buradan oraya cevap yetiştiriyor. Zaten karakter olarak da çok benziyorlar. Kimi yazarlar, Mısır'da 'Erdoğanizm' çöktü diyorlar. Mursi için bir örnekti Erdoğan. Kimi kadro eğitimlerinin yapıldığını da biliyoruz. Mursi'nin çöküşü bir kara delik yarattı ve yutuyor benzerlerini. Sırada Erdoğan var, bu ılımlı İslam doktrininin sac ayakları bunlar.
|