Batı’nın “ilmini ve tekniğini alıp, kültürünü ve değerlerini reddetmek” anlayışı, ülkemizdeki sağcılığın, muhafazakârlığın ve dinciliğin temel tezidir. Öyle ki, Türkiye’nin ve bütün Doğu’nun (bu arada İslam dünyasının) geri kalmışlığının nedeni bu anlayışın gereğinin yerine getirilmemesine bağlanır. Burada sözü edilen yerel kültür ve değerlerin temelini ise din oluşturur. Dolayısıyla daha açık bir anlatımla, İslam dünyasının geri kalmışlığı, ilkelliği, sefaleti ve cehaleti –ki yeryüzünde gelişmiş tek bir İslam ülkesi yoktur- kendi değerlerinden uzaklaşmaya, Batı’nın etkisine girerek yozlaşmaya bağlanır.
Bu tutum tam anlamıyla bir zavallılıktır. Çünkü çözüm olarak daha fazla dine, yerel kültüre bağlanma önerilir. Siyasal İslamcıların ve bütün dincilerin tüm tezlerinin temelini bu yaklaşım ve/veya teori oluşturur. Ancak, Bu yaklaşımın Soğuk Savaş yıllarının bitimine kadar (1990’lar) taşıyıcıları muhafazakârlar ve sağcılar oldu. Bu nedenle klasik muhafazakârlık nedir ne değildir, bu pazar biraz yakından bakalım. Ne dersiniz?
***
Muhafazakârlık; var olanı “muhafaza etmek” yani “korumak” kökünden gelir. Bu yanıyla siyasal ve felsefi bakımdan sadece eski düzen savunusu değildir. Eski düzenin kurumlarının yeni düzende de devam etmesi gerektiğini ve bu kurumların zaman içinde kendiliğinden dönüşüme uğrayacağı görüşünü savunur. Radikal dönüşüme karşıdır. Son çözümlemede bir burjuva akım olan muhafazakârlık, tarihin akışına, toplumlara ve siyasal düzene devrimci müdahalelere karşı çıkar.
İdeolojik bir iç tutarlılığı yoktur. Gerçek anlamda temelleri 18. Yüzyıl sonlarında atılan muhafazakârlık, genelde kendisinin ideolojik bir akım olarak tanımlanmasına da karşı çıkar.
Klasik muhafazakârlık, Fransız Devrimi (1789) sırasında eski toplumsal kurumlara karşı yürütülen devrimci müdahaleler ile her türden siyasal radikalizm karşısında, aydınlanma ve modernleşmeye kuşkuyla bakan tutucu taşranın politik eğilimi olarak doğmuş ve şekillenmiştir.
Muhafazakârlık Aydınlanma felsefesine ve akılcılığa karşıdır. Bu yanıyla muhafazakârlar, gerçekte insanlığın ortaçağdan çıkışını sağlayan akıma ve felsefeye itiraz ederler.
Muhafazakâr ve İslamcı yazıcıların Aydınlanmanın karşısına koydukları “akıl” ise, sınırlandırılmış, sadece kutsal metinler içinde hareket edebilen ve dogmalar tarafından teslim alınmış bir akıldır. Dünyevi işlerde, toplumsal ve siyasal olaylarda, aklı değil nakli (vahiy) esas alma tutumudur.
***
Muhafazakâr akım kendi içinde bütünlüğe sahip değildir. Dinciliğe yaklaşan tutucu kanatları olduğu gibi, liberalizme yaklaşan eğilimleri de vardır. Değişimi ve toplumsal ilerlemenin kaçınılmazlığını gören bazı muhafazakâr hareketler, Aydınlanmaya akılcılığa, modernleşmeye, devrime ve değişime doğrudan eleştiri yöneltmek yerine, bu devrimlerin kimi sonuçlarına itiraz ettiler.
Dolayısıyla, muhafazakârlık değişimin kaçınılmazlığı karşısında duyulan bir çaresizlik halidir. Değişimin kaçınılmazlığını görmek fakat onun hızına ve kapsamına itiraz etmektir. Bu anlamda muhafazakârlığı, devrimci ve radikal değişime yönelttiği itiraz yoluyla değişimin kendisini denetim altına alma çabası olarak da tanımlamak mümkündür.
Bu nedenle muhafazakâr akımı günümüze taşıyan ve daha gerçekçi olan bazı temsilcileri, esas olarak deneysel gerekçelerden hareket ettiler. Örneğin, Fransız ya da Türkiye’nin Cumhuriyet devrimine bütünüyle itiraz etmek yerine, kendi tezlerini bu devrimlerin kimi sonuçlarından yola çıkarak savundular. Felsefi ve tarihsel bir tartışmaya girmekten çok, Fransız ya da Türk Devrimi’nin ilkelerine en fazla bağlı kanadını oluşturan Jakobenlere, Jön-Türklere (İttihatçılara ve Kemalistlere) yani devrimciliğe saldırdılar.
Bu anlamda muhafazakârlar hiçbir zaman tarihi ve toplumları değiştiremezler. Gerçek anlamda hiçbir toplumsal ilerlemeye öncülük edemezler.
***
Sonuç olarak muhafazakârlık, kapitalist modernleşme süreci karşısında, bu sürecin çözdüğü siyasal, toplumsal ve kültürel yapıların ve sınıfların gösterdikleri tepkiye dayanır. Temel talebi, bu kurumların toplumsal yaşamdaki yerlerinin sürdürülmesidir.
Muhafazakârların iktisadi bakımdan liberal kapitalizmle, başka bir anlatımla serbest piyasa ekonomisiyle ve özel mülkiyetle hiçbir sorunları yoktur. Tam tersine siyasal, kültürel ve felsefi bakımdan tutucu hatta dinci oldukları halde iktisat alanında aşırı liberal bir tutum içinde olabilirler.
“Batı’nın ilmini ve tekniğini alıp, yerel kültürü ve değerleri korumak” diye formüle edilen anlayış, aslında Doğu’nun ve İslam Dünyasının geri kalmışlığının en önemli nedenleri arasındadır. Çünkü Batı’yı Batı yapan şey, tam da muhafazakârların ve İslamcıların reddettikleri aydınlanma geleneği, akılcılık, felsefe ve laiklik gibi değerler, yani kültürdür.
Türkiye’deki Cumhuriyet deneyimi, aydınlanma devriminin Doğu’daki tek örneğiydi. Onu da boğdular.
|