Türkiye için tehlikeli boyutlar kazanan Suriye krizi, Erdoğan hükümetinin geleneksel kalıpları yıkarak uyguladığı ideolojik temennilere dayanan dış politikasının limitlerini ortaya koymaya başladı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, “Türkiye’nin onayı olmadan bölgede yaprak kımıldayamayacağına” dair iddiası da haliyle boş çıktı.
Tahran ile yaşanan gerginlik, Türkiye’nin bölgede ciddi rakipleri olduğunu açıkça ortaya koyuyor. AKP tarafından, Batı’ya âdeta meydan okurcasına, “İslami dayanışma ruhu” üzerine oturtulmaya çalışılan dış politikamız, Müslüman ülkeler arasında bile stratejik çıkar çatışması olduğu gerçeği karşısında sıkıntıya girdi.
Daha açık konuşmak gerekiyorsa, AKP’nin Ortadoğu’ya iddialı bir şekilde bodoslama dalarak, ortaya çıktığı gibi anında dağılabileceği görülen Arap sokaklarının cazibesine kapılması, ulusal çıkarlarımızı tehlikeye sokmaya başladı.
İlginçtir fakat, AKP bundan sadece iki yıl öncesine kadar, İslami eksenli yeni dış politikasını, Batı ile kavgalı olan Suriye ve İran ile ilişkiler üzerinden ilerletmeye çalışıyordu. Oysa bu iki ülke ile gelinen nokta ortada.
AKP en büyük açığını, Hamas ve Sudan’la haşir neşir olmayı da içeren bu dış politikasını güderken, bölgedeki Müslüman ülkeler arasında, başta mezhepsel rekabet olmak üzere, ciddi stratejik çıkar çatışmamaları olduğunu hesaba katmamakla verdi.
Davutoğlu şimdi de, bu kadar kriz ortasında, Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan ile birlikte, üstelik Aslı Aydıntaşbaş’ın ifadesiyle, insana “ne alaka” dedirten bir şekilde, “incelemelerde bulunmak için” Myanmar’a gitti. Bunu bile AKP’nin İslami eksenli dış politika üzerinden prim yapma gayreti çerçevesinde görmek gerekiyor.
Bunlar olurken, İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi’nin, iğneleyici bir şekilde, Türkiye’nin Suriye politikası nedeniyle “El Kaide terörizminin kurbanı olabileceğini” söylemesi ise sanıldığı kadar boşlukta söylenmiş bir laf değil.
Nitekim, Batı basınında haftalardır, Hatay’ın ne idiği belirsiz sakallı mücahit tiplerle dolduğuna dair haberler çıkıyor. Benzeri haberlerin şimdi de, Türkiye’nin Suriye’deki “teröristleri eğittiğini ve silahlandırdığını” iddia eden İran basınında çıkıyor olması da elbette ki tesadüf değil.
Özetle, başı yıllarca “dış destekli terör” yüzünden ağrımış olan Türkiye’nin, bazılarının gözünde, başka bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye düşüren terörü destekleyen ülke konumuna düşmüş olması hazindir.
Bu iddiaların, örneğin AKP tarafından nefret edilen İsrail’den değil de İran gibi ülkelerden veya Hizbullah gibi gruplardan, başka bir ifadeyle “Müslüman cenahtan,” geliyor olması ise işi daha da acı kılıyor.
Bu arada, Türkiye’de artan bir şekilde eleştirilen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun imajının Arap âleminde de giderek bozulmaya başladığını görüyoruz. Ürdün’den yayın yapan ve en çok takip edilenler arasında yer alan “Albawaba” adlı “haber portalının” çarşamba günü yayınladığı, “Davutoğlu’nun kaderi Esad’ın elinde” başlıklı analiz bu açıdan çarpıcı bir örnek sağlıyor.
Arap medyasını izleyenler bu analizi mutlaka görmüşlerdir. Söz konusu analizde Davutoğlu’nun, Suriye krizinde arka planda kalmayı tercih eden Suudi Arabistan ve Katar tarafından “Esad’ın devrilmesinin uzun sürmeyeceği” konusunda “kandırıldığı” iddia ediliyor.
Ankara’da Suriye gerçeğini bilen, hatta Arap dünyasını tanıyan uzmanlar olmadığı öne sürülen analizde, Davutoğlu’nun bu iki ülkenin “yalanlarını kolay yuttuğu” savunularak şunlar belirtiliyor:
“Davutoğlu, çok büyük taktiksel ve stratejik hatalar yaptığına dair eleştirilere rağmen, kendinden çok emin ve haklı olduğu konusunda bir kuşkusu yok. Bundan da Suriye rejimini devirme konusunda kararlı olduğu anlaşılıyor. Yoksa Erdoğan kendisini işten atacak, bu da ilerdeki siyasi hesapları için kullanmak istediği diplomatik kariyerine son verecek.”
Bırakın bir yıl öncesini, altı ay önce bile Arap basınında böyle şeyleri okumak mümkün değildi. Ancak “stratejik derinlik” adına geldiğimiz nokta budur.
|