Bursa siyasetinin tanınmış isimlerinden, Atatürkçü Türk kadını, düşünen ve yazan kadın Güler Buğday'ın yeni kitabı okuyucusu ile buluştu.
“Annemin de Başını Ezerler mi?”, “Dağların Rengi Kırmızı” ve Solun Ehriman’ları” kitaplarından sonra kendi kurduğu www.bursabagimsiz.info.tr sitesinden okuyucusu ile buluşan Buğday, sonunda uzun bir aradan sonra içinde oluşan düğümleri tekrar yazarak çözeceğini düşünüp, \'İnsanlar İhanete Tutsak\' adlı kitabını kaleme almış.
Her kitabının bir öyküsü var, \'12 Eylül'ler gibi süreçleri yaşayan insanlar olarak biz, çocuklarımıza ne için mücadele ettiğimizi; neler yaşadığımızı, neler uğruna nelerden fedakarlıklar ettiğimizi yeterli kadar anlatamamıştık\' \'bu yüzden, oturup “Annemin de Başını Ezerler mi?” adlı kitabımı yazdım; kızıma mücadelemizi anlatmak için\'. \'Diğer kitaplarım da böyle ortaya çıktı; hep yaşadıklarım, tecrübelerim, gördüklerim, duyduklarımdı satırlara döktüklerim\'. diyor yazar.
Son kitabında da yine hayata vurgu yapıyor.
Önce insana tabi ki.
Pazar günü kendisiyle geçirdiğimiz hoş bir piknikte kitabını imzaladı bizim için.
Mümin ve Neslihan Ceyhan okumuş, çok beğenmiş ve şiddetle tavsiye etmişlerdi bana.
Elime alınca ilk şöyle bir göz gezdirdim.
Bakın kime ithaf ediyor yazar kitabını; okuyucusu ile ilk buluşan sayfalarda \'
Bu kitabı ülkemin ezilen, horlanan, susturulan, hoyratça davranılıp gururu kırılan, yok sayılan, oyun çağında çocukken gelin diye sapkın erkeklere başlık parasına(!) satılan kadınlarımıza…
Gözü dönmüş ve insanlığını kaybetmiş er geçinen canavarların saldırısı ile 12- 15 yaşında fuhuş ve uyuşturucu bataklığına saplanmış talihsiz ve çaresiz yavrularına…
Babası ve dedesi yaşındaki sapkın ve gözü dönmüş zebanilerin toplu tecavüzüne uğrayan ve küçücük bedenleriyle örselenip hırpalanan, gelecekleri ve umutları yok edilen tüm çocuklarımıza…
Ağızlarından Kuran kelamı düşmeyen insanların, İmamın nikâhı (!) ile alıp, kullanıp, dünyaya gelen günahsız çocuğu ile hayâsızca sokağa ve açlığa terk edilen zavallı çaresiz kadınlarımıza…
Ömür boyu evlatları ve ailesi için didinip uğraşan, hep kendinden fedakârlık yapan ancak kıymeti bilinmeyen, takdir edilemeyen, üzülen, incitilen, saygısızlığa ve sevgisizliğe uğrayan, ihmal edilen, hatırı sayılmayan, buna karşın her şeye katlanan ama yine de evlatlarından vazgeçmeyen annelerimize…
Adı her ne olursa olsun, nerede ve kimlerce katledilirse edilmiş olsun evlatları için gözyaşı döken ve bu kanlı oyunda kurban edilen evlatlarının ve eşlerinin yasını bir ömür boyu yüreklerinde tutan kadınlarımıza…
İki kuruş fazla kazanmak, yâda eşinin mevki makam hırsı için kendini şekilden şekle sokan ve en son olarak iktidara yaranmak uğruna istem dışı türbana dolanmak zorunda kalan kadınlarımıza…
Günah diye, töre diye, ayıp diye, yasak diye, tüm özgürlükleri ve insanca yaşama hakları kısıtlanan hatta zaman zaman aile zebanileri tarafından ellerinden alınan bütün tutsak kadınlarımıza
En çok da özgürlük ve bağımsızlık uğruna, insanca ve hakça yaşayabilmek için, faşist darbelerin cellâtlarınca insanlık dışı işkencelere maruz kalmış; ama baş eğmemiş, boyun bükmemiş, postal yalamamış, mücadelesinden ve inancından vazgeçmemiş o yiğit ve onurlu kadınlarımıza…
Başlarındaki beyaz tülbentlerle kayıp olan veya kaybedilen evlatlarını kar kış demeden arayan cumartesi annelerine, şehitliklerde evlatlarını hiçbir koşulda yalnız bırakmayan, kanlı gözyaşlarıyla mezar taşlarını yıkayan tüm şehit annelerine…
Son olarak:
Mustafa Kemal Atatürk’ün yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan kadınlarımıza medeni kanunla sağladığı; “Kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabilecekler, Tek eşlilik esas olacak.” şeklinde kadınlara tanıdığı saygın ve eşit haklardan vazgeçmeyen, kadına seçilen ardıl kimliğe direnen, çağdaş ve laik düzenin savunucusu tüm kadınlarımıza… İthaf ediyorum.
(ÖNSÖZ'den)
Önsözü okuyunca bir anda heyecanlandım. Piknikte kendime serince bir yer bulup başladım okumaya. Kitap ilk sayfadan itibaren sizi avuçlarının içine alıyor.
Yazarın tabiriyle \'roman kurgusunda bir belgesel\'. Anlatılan her şey gerçek yaşanmış, sadece kişiler ve akış kurgulanmış.
Ama ne kurgu. Sultan karakteri bir anda benim de kardeşim oluveriyor.
Çınar Asya ise insanlığı ile ilk anda yakalıyor okuyucuyu.
Genel olarak \'Karanlıklara, haksızlıklara, ihanetlere, aldatılmaya, korkutulmaya ve susturulmaya isyan edenlerin\' elinden bırakamayacağı türden bir roman.
Şimdilik 50. sayfaya geldim okudukça yazarım. Son olarak yazarın kendi kaleminden sizlere seslenişini yazarak, şiddetle kitabı almanızı ve okumanızı önererek; he bir de mümkü olursa Güler Teyze ile tanışmanızı tavsiye ederek noktalıyorum...
İyi okumalar...
\'Sevgili Okur, “Kötülük sırtını ihanete dayar” sözünü çok önemsiyorum. Çünkü tüm karanlık ilişkilerin ve kötülüklerin temelinde ihanet vardır.
İhanetin her türü insana acı verip can yakar! İnsanı üzer, incitir, perişan eder! Ancak ülkeye ve halkına yapılan ihanet yıkım yapar, Ülkede tükenişe ve felakete sebep olur. İhaneti yapanların yaratığı cehennemde yaşayan insanlar bu tehlikeli gidişe suskun kalıp, baş kaldırmaz ve direnmezse; isyan etmez ve yapılanları görüp karşı durmazlarsa, onlar da tutsak olur...
Kul olur ve ümmete dönüşürler.
Onlar bu koşullarda özgür bireyler olamazlar! Onlar artık cellâdına âşık tutsaklardır. Kaba tabirle kuklalardır. \'
|