Siyasette bu \'halka inme\' meselesini oldum olası anlamamışımdır. Bir tür siyaset geyiği sanırım. “Hocam bu solcular halka inemiyor, halkın değerleriyle ters düşüyor” cümleleri bir çok sohbette, köşede yer alır ve gerçek sanılır. Daha çok “değerler” derken de “siyasal değerler” değil ,“inançlar ekseni” işaret edilir.
Benim anlamadığım şu. Son seçimlerde toplumdan yüzde 26 oy almış bir parti zaten halkın içinde değil midir? Olsa olsa sadece oy oranı yetersizdir denilebilir.
Aslında bu “halka inme” önerilerinin satır aralarında başka gizli tarifler olduğuda açık.
Bu nedenle “çok bilmiş gazetecilerin”, ama bilerek ama bildik bir “siyasal geyiğin” peşine takılarak yapmış oldukları bu değerlendirmelerin, peşine takılmamasını öneririm CHP’li yönetici dostlarıma.
Yapısal bir sorun var öncelikle bu cümlede. Halka inme meselesi bir tür siyaseti elitleştirme, seçkinleştirme, popülistleştirme ve yabancılaştırma duygusu değil midir? Yukarıda “halka inecek siyasetçi tipi”, aşağıda “inilmeyi bekleyen” halk. Bu bir tür “siyasi yabancılaşma”. Halkı sadece oyları alınarak “yönetilecek” topluluklar olarak gören sağ siyaset sistematiği yani.
Bir diğer sorun ise “daha muhafazakar olun” çağrısıdır aslında.
Yani, AKP toplumu gittikçe muhafazakarlaştırıyor. Siz de muhafazakar değerleri öne çıkarın, daha çok oy alırsınız inceltmesidir bu “halka inin” yazıları.
Yani bir nevi “sağa yanaşmazsanız oy alamazsınız”, “sağcılaşın” çağrılarıdır bunlar. Ne yazık ki son günlerin yerel pratiğine baktığımızda CHP yöneticileri de bu “tezgaha” epey düşmüştür.
Bir defa “sağ” kulvara demir atmaya başlamışsanız artık toplumun ihtiyaçlarını çözecek siyaset tarzından, AKP’nin arzu ettiği “muhafazakar popülizm” tarzına dönmüş olursunuz ki artık geçmiş olsun.
Oysa reel siyaset gerçekleri bu yönde değildir. Bunun en önemli örneği de BDP’dir. Son derece muhafazakar olan Kürt seçmen tabanı, görece seküler ve sol olan BDP yönetim kadrosuna rağmen ısrarla ve inanarak BDP’ye gün geçtikçe artan bir şekilde destek vermektedir.
BDP sadece inançlara saygılı duruşunu bozmamakta ancak siyaseti başka bir kanaldan, “kimlik” siyasetinden yakalamaktadır.
Demek ki siyasetin realitesi sadece sağcılaşmak ve muhafazakarlaşmaktan geçmemektedir.
Halkın “günlük yaşamından kaynaklanan” sorunlarını, siyasetin halkçı çizgisini, bir “siyasal damar” haline getirebilirseniz, toplumsal desteğiniz artabilir.
Sanırım CHP yöneticilerinin yakalayamadığı pratik bu.
Siyasette rakiplerinin kulvarına girmenin hiç bir faydasının olmadığını öğreten onlarca deneyime sahibiz.
Bu nedenle CHP açısından anlaşılmaz bir durum vardır ortada. Ramazan ayının toplumsal atmosferini düşünerek siyasi partilerin “iftar yemeği düzenleme” yarışına girmeleri büyük bir açmazdır aslında.
Bu “iftar yarışları” AKP’nin yoksulluk yönetiminin bir parçası olan ekonomik politikaları ile uyumlu olabilir. Ne de olsa AKP’nin ekonomik yaklaşımları “yoksullaştır ve yoksulluklarını yöneterek oylarını al” üzerine kuruludur. Yani bir nevi inançlarının istismarı ile “yoksulları haline kabul ettirme politikası”dır bu durum.
Sloganı bile bellidir: “itiraz etme, şükret”
Ancak CHP İl Başkanı, belediye başkanı, ilçe başkanı sokaklara kurulmuş iftar masalarındaki iftar kazanlarının başına geçer. Kepçeleri kazanlara daldırırken gazetecilere poz verir. Bu hali “gördünüz dimi bizde halka indik” diye medyaya pazarlamaya kadar işi vardırır ise siyasi popülizmin sınırları epey zorlanmıştır demektir.
SİYASAL POPÜLİZM
Siyaset bilimciler tonlarca külliyat çıkarmıştır, siyasallaşmayan toplumlarda popülizm ve siyaset ilişkisine dair.
Bunun önemli örneklerinden birisi Cem Uzan oldu. Örgüt yok, ideoloji yok, ekip yok ama bir tür “siyaset pazarlama teknikleri” sonucunda yüzde 7 oy alınca Cem Uzan, “siyasal popülizm” geçerli bir yöntem gibi düşünüldü.
Öyle ya, sadece popüler sanatçıların konseri, döner-ekmek dağıtma, biraz İmar Bankası çekleri ve beyaz gömleklerin kolları sıvanarak yapılan ateşli konuşmalar yüzde 7 oy getirdi bu ülkede.
Mümkün yani.
Sağ partilerin hevesini köpürten bir yöntem olarak düşünüldü hep siyasal popülizm.
Sonra, kent takımlarının kentte yarattığı atmosfer bu kulvarda kullanılmaya başlandı. Bursa’da son seçimlerde AKP miting yapıyor parti lideri ve adayların boynunda Bursaspor atkıları.
CHP mitingini izledim ben baktım orada da aynı. Kılıçdaroğlu ve adayların hepsinin boynunda Bursaspor atkıları. Yani bir nevi “hepimiz Bursasporluyuz” yarışına ortak olma hali. Başka bir tür siyasal popülizm halleri olarak göründü seçim meydanlarında.
Bugünlerde ise “iftar verme yarışı” hız kazanmış durumda.
Tuhaf olan bu iftarların önemli bir kısmının basın eşliğinde yapılması ve hemen medyaya ve sosyal medyaya servis edilmesi. Hatta yanında köşe yazarı gezdirenlere tanık olmuşluğumuz bile var.
Demek ki önemli bir siyasal faaliyet haline gelmiş bu iftar yemekleri.
Oysa bize çocukluğumuzdan beri öğretilen “yardımın ve ibadetin reklama kaçmayan, abartıya ulaşmayan ve servis edilmeyenin, yani gizli kalanının makbül olduğu” yönündeydi.
Demek ki \'ibadetin görgüsü\' de değişmiş biz büyüdükçe. Ne uğruna? Siyaset ve biraz daha fazla oy almak uğruna.
DÜNYA BANKASI VE YOKSULLUK YÖNETİM PROGRAMLARI
Şimdi AKP’nin yapmış olduğu iftar yemekleri ve erzak dağıtımı kendi ekonomik politikaları ile uyumlu bunu bir kez daha belirtmeliyim.
Yazı uzadı farkındayım bu nedenle ayrıntısına girmeyeceğim, belki daha sonra daha detaylı yazarım, ama bilinmesini isterim ki Dünya Bankası’nın bizim gibi ülkelerde yürüttüğü ekonomik politikaların ana başlıklarından birisi de “sürdürülebilir yoksulluk yönetimi”.
Bununla ilgili yayınlamış olduğu raporlar mevcut.
Yani neo-liberal politikalarla sağlık-eğitim gibi tüm kamusal hizmetleri piyasaya açarak hizmet olmaktan çıkaracaksın, başta kamu olmak üzere tüm alanlarda taşeronlaştırmayı, güvencesiz-örgütsüz çalıştırmayı yaygınlaştıracaksın, ücretleri baskı altına alarak düşüreceksin, kamuda ne var ne yok satacaksın, tarımı çökerterek kırları kente akıtacaksın ve ucuz iş gücü yaratacaksın, eğitim alanını düzenleyerek eğitim hakkını engelleyip sermayeye genç, dinamik, ucuz işçiler yaratacaksız, tüm düzenlemeleri uluslararası sermeyeye göre dizayn edeceksin. Tüm bunların sonucu olarakta halkı yoksullaştıracaksın.
Yoksul halk isyan etmesin diye de “yoksullukla mücadele programını” devreye alarak tepkileri kontrol edeceksin. Politika bu.
Dünya Bankası, yine bu yoksulluk programı ile görevli kurumları işaret etmiş raporlarında. Yerel yönetimler ve hayır amaçlı kurulmuş vakıflar.
AKP bu programı yürütüyor. Erzak dağıtıyor, kömür dağıtıyor, yemek veriyor, gerekirse para veriyor, vakıflar sağlık hizmetlerine ulaşamayanların sağlık sorunlarına bir çözüm üretmeye çalışıyor, giydiriyor, gerekirse buzdolabı bile veriyor, iftar düzenliyor, aş evi kuruyor-yemek dağıtıyor vs vs...Sonra bunları siyasal olarak pazarlayarak “oy alıyor”.
Nerden yapıyor tüm bunları? Parayı nerden buluyor? Yine Dünya Bankası raporlarında mevcut. Yapılan ekonomik talanın bir kısmı “yoksulları kontrol etmek üzere” fonlanıyor. Kamu kaynaklarının bir kısmı bu işler için ayrılıyor.
Özet; yoksulluk yaratılıyor ve yoksullar yönetilerek iktidar olunuyor.
Tuhaf olan şu; CHP yöneticilerinin bu “yoksulluk programı ile aşık atması” mümkün değilken ve “sosyal politikalar” üreterek bu yoksulluğu çözmeye çalışması (aile sigortası, taşeronlaşmanın yasaklanması vs) gerekirken bu “iftar yarışlarına” katılmasının mantığını birisinin bana izah etmesine ihtiyaç var galiba.
HALKÇILIK MI? POPÜLİZM Mİ?
Uzun süredir CHP’nin sağ politikalardan vazgeçerek daha halkçı ve toplumcu çizgide olması gerektiğine ilişkin bir çaba yürütülüyor.
Belli ki “siyasal popülizmi ve inanç istismarını” halkçılık diye algılayan bir “yönetici ekibi” çıkmış ortaya. Umarım halkçılığı yanlış anlamışlardır.
Eğer siyaset bu kanaldan yürüyecekse bir kaç küçük önerim olabilir bu arkadaşlara.
Temmuz ayında 110 emekçi, önlenebilir iş kazalarında yaşamını yitirdi. İftarlarınızda bu emekçiler için birer “Fatiha okumayı” unutmayınız. İş kazalarının önlenmesi için yürütülecek mücadeleyi Ramazan ayı sonrasına erteleriz nasıl olsa.
Suriye meselesinde hızla savaşa doğru yürüyoruz. Basına servis ettiğiniz her akşam başka bir camide kıldığınız “Terhavi Namazları” sonrası camiden çıkan yurttaşlarla “ Savaşa Hayır” gösterileri düzenleyiniz. Çünkü Ramazan ayı bitene kadar kendimizi “Suriye Savaşı” içinde bulabiliriz.
Ramazan ayı için “erzak paketleri” hazırlayın, basın huzurunda dağıtımını yaparak “yoksulların, yoksulluğundan utanmasını” sağlayın. Bu da benzer bir yöntem. Nasıl olsa bunları haberleştiren bir kaç “aklı evvel gazeteci” bu aralar “ CHP halka indi” “ara gazını” veriyorken bu olanağı es geçmeyin. Çözüme değil ara formüllere oynayın. Belki oyunuz biraz artar.
Bazı marketlerin ve alış veriş merkezlerinin pide ve ekmek fırınlarının ve bil cümle gazetelerin basmış olduğu imsakiyelerde bir eksiklik hissediliyor sanırım. Bir de CHP İl Yönetimi bastırmış bu imsakiyelerden. Bastırdığınız imsakiyelerin sayısını arttırın ve aydınlatıcı bir bildiri gibi “her eve bir CHP imsakiyesi” kampanyası başlatın.
“Ne olacak bu memleketin hali” sohbetlerini “iftar masalarına” taşıyın. Entellektüel dünyanızı zenginleştirin.
Tüm bunlar bir yana sahici önerim şu olur. Tüm inaçlara saygılı olalım, inanç ve ibadet özgürlüğünü istismara yol açmayacak şekilde her ortamda savunalım. Kimsenin inacına ve ibadetine hürmetsizlik yapmayalım, insanların kutsal saydığı ibadethanelerine Başbakan gibi “ucube” demeyelim, yoksullarla ve toplumla dayanışma-yardımlaşma içinde olalım. Dünya işleri ile ahiret işlerini bu kadar birbirine karıştırmayalım, özgürlükçü laikliğin savunucusu olalım. Ancak bunu “siyasal faaliyete” , “reklama” , “inanç istismarına” çevirmeyelim, yardımları ve dayanışmayı gizli tutalım “yoksulları yoksulluklarından utandırmayalım”.
Özetle AKP’lileşmeyelim.
AKP yoksulluğu yaratan,derinleştiren ve sürdüren bir yapıda olduğu için “günahı çok.” Ne kadar iftar yemeği düzenlese affettirmeye yetmeyebilir. CHP’nin bu suça ortak olmasına ihtiyaç yok.
BİR DE...
Evet AKP’lileşmeyelim.
Ama aynı zamanda MHP’lileşmeyelim de.
Sağa, ırkçılığa, ötekileştirmeye, şovenizme yaklaşarak ülkemizin sorunlarını çözemeyiz.
Suriye’deki gelişmeler ve Kürt sorunundaki şiddetin tırmandığı şu günlerde ülkemiz “çok sıcak” günlerden geçiyor. Barış ve hoşgörü diline her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Gencecik askerlerimizin yaşamını yitirmesi ve şiddetin artması hepimizin içini yakıyor.
Ama bu durumu AKP ve hızla yükselttiği “şovenist hezeyanlardan” bağımsız düşünemeyiz.
AKP kendi yarattığı bataklığı CHP’ye fatura ederek açıklamaya çalışıyor. Başbakan’ı dinleseniz sanki tüm bu olup bitenlerden CHP sorumlu. Beceriksizliğin, çapsızlığın, savaş ve yayılmacılık hevesinin Amerikancılığın geldiği son nokta burası demek ki.
Hakkari’de basılan karakollarımız ve kaybettiğimiz askerlerimiz sonrası CHP Bursa İl Yönetiminin yaptığı açıklama ise bir tür MHP’lileşmenin işareti olarak yerini aldı.
Bu yazdıklarım bazı CHP yöneticilerinin hoşuna gitmeyecek biliyorum.
Benim de bu türden ırkçı, şoven, ötekileştirici, Kürt düşmanı, dışlayıcı açıklamalar hiç hoşuma gitmiyor ama. Aması var işte. Bu dil şiddeti dışlayan, kınayan bir dil değil. Şöyle açıklama olur mu yahu....
“Türkiye Cumhuriyeti bölgesel gücünü göstermelidir. BDP artık Meclis'i kirletmemeli. Hakkari’de, Şemdinli’de bir süredir neler oluyor? Hükümet buralarda olan biteni gizlemeye çalışıyor. Şehitlerimiz her geçen gün hızla artıyor. Bu böyle gitmez. Doğu, Güneydoğu sınırlarımızda ülkemizin geleceği için çok tehlikeli oyunlar oynanmaya başlanmıştır. Ülkemizin bu terör belasından kurtulması için Ak Parti acil çözüm planını ortaya koyarak Meclis'te iyi niyetli partilerle işbirliğine girmelidir. Türk toplumu üzüntülüdür.”
Bu açıklamanın bir “derinliği” var mı? Neresinden baksan sol-sosyal demokrat bir duygu açısından kabul edilemez.
Her şey bir yana. AKP’nin sırf başkanlık sisteminde daha fazla oy almak için tırmandırdığı milliyetçi hava dışında ne acil planı olabilir. Yurttaşların oylarıyla Meclis'e gelen BDP’yi eleştirmek başka bir şeydir. Ancak “artık Meclis'i kirletmemeli” gibi dışlayıcı, ötekileştirici, şoven-ırkçı, ayrımcı bir cümle bu ülkede “barış, hoşgörü, tüm zenginliklerle birlikte yaşamayı” savunan bir siyasal yapının dili olabilir mi?
“Halka böyle inecekseniz”, bence inmeyin. Durun, bekleyin, sakin olun.
AKP ve MHP’ye benzeyerek ancak onlar gibi olursunuz. Bu kadar yoksulluğa, eşitsizliğe, akan kana, savaş kışkırtıcılığına, Suriye dramına ortak olursunuz.
İnmeyin.
Orada kalın.
|