1950'li yıllardan sonra ise, Türkiye'de zaman içinde oluşan muhafazakar-dinî cemaat ve gruplar, devlet eliyle büyük baskılara maruz kalmalarına karşın, daha çok devletin Türkçü ideolojisi ile bütünleşen, ulusalcı bir bakış açısı ile bitişen tutum ve politikalar izlediler. Resmi ideolojinin Türkçülüğü ile bitişen yapıları ile zehirlenen bu anti komünis milliyetçi-muhafazakâr cemaat ve gruplar Kürt sorununu göremediler. Bu durum, meselenin 60'lı yıllardan itibaren Kürt sorununa el atan sol/Marxist grupların vesayetine girmesine yol açtı. Zaman içerisinde Kürt sorunu, Kürt kimliği üzerinde oluşan, sol/Marxist vesayet muhafazakâr-dini cemaatlerle Kürt kimliği arasındaki yabancılaşmanın artmasına, aradaki boşluğun ziyadeleşmesine neden oldu.
Suriye ve Irak'ta da, her iki ülkedeki Baas rejimleri, baskıcı, acımasız, Arap milliyetçiliği politikalarıyla Kürtlere büyük acılar çektirmesi, zaman içinde Kürtlerde Araplara karşı belli bir kin ve nefretin oluşmasına sebebiyet verdi. Bu da Kürtlerle Araplar arasında içiçe geçmiş ilişki ağına ve ortak inanç medeniyet değerlerine önemli bir darbe vurdu. Yanısıra, II. Cihan Harbi akabinde soğuk savaş döneminde Sovyetlerin Kürt sorunu ile ilgilenmeleri, 1946'da Molla Mustafa Barzanî'nin, Kadı Muhammed ile birlikte İran'ın Mahabâd şehrinde devlet kurma teşebbüslerinin akamate uğramasının ardından sığınacak ülke bulamaması, Stalin Rusyasının kucak açması ile peşmergeleriyle Sovyetlere gider. Fiilen 11 yıl burada kalır. Gerçi geri döndüğünde Sovyetler'le arası açılmış, arada bir münaferet peyda olmuştu. Ancak, Sovyetler bu ilişkiyi kullanarak, Soğuk savaş dönemindeki anti-emperyalist dalganın da etkisi ile Kürt örgütlenmelerinin içine iyice sızar.
Tüm bu nedenler, birçok sol/marxist, din karşıtı/stalinist Kürt örgütlerinin ortaya çıkıp neşv ü nüma bulmasına yol açar. Türkiyede devletin baskıları, Türkçülüğü benimsemiş muhafazakâr-dini cemaat ve gruplar; Irak ve Suriye'de baskıcı-ırkçı Baas rejimleri; Kürtler arasında sayıları çoğalan sol/stalinist örgüt ve organize gruplar, tümü birbirini tetikleyen faktörler olarak ortaya çıktı. Netice olarak, Kürtlerdeki İslâmi/dini yapılanma ve kurumlar çok büyük oranda darbelenmiş ve çökertilmiş oldu.
70'li, 80'li yıllarda Kürtler arasında yapılaşmaya doğru giden ideolojik İslamcı grupların ise, bir yandan soğuk savaş dönemi ideolojilerinin etkisi ve hayatın gerçekleri ile hiç de örtüşmeyen ideolojik ütopya ve sloganlarla örülü bir sistem öngörmeleri, yanısıra militan Şiî ya da katı selefi yönelimlerle Kürt halkının asırlardan beri gelen Şafiî ve Nakşibendî-Kâdirî İslâmi geleneği ile kökten bir zıtlaşmaya giderek örgütlenmiş olmaları Kürt bölgelerinde maya tutmamalarına, zaman içinde eriyip kaybolmalarına sebebiyet verdi.
Mezopotamya ve Ortadoğu'da Kürtlerin daha önce neredeyse içiçe geçtikleri çevrelerindeki diğer Müslüman halklarla yabancılaşma, berudet sürecine girmeleri, büyük dış devletlerin de müdahaleleriyle, başgösteren münaferet ve muhaseme maalesef son yıllarda tehlikeli boyutlara doğru seyir göstermektedir. Arap aleminde Saddam'ın devrilmesi ve idamı sonrasında Kürtlere yönelik artan tepkisel tutum, Kürtler arasında, Kürt örgütlenmeleri ve siyasasının gittikçe Arap ve İslam karşıtı radikal milliyetçiliğe doğru evrilmesi, geleceğe ilişkin kâbuslar gördürmektedir. Müslüman halklar, ahâli arasında barışı, ılımlı bir yaklaşımı sergilemeleri gereken bir kısım kürt dini grup ve cemaatleri de maalesef anılan sebeplerle, ümmet karşıtı radikal milliyetçiliğe kaymakta, bu konuda sol/marxist kökenli etkinin örgütlenmelere muzaherette bulunmaktadırlar.
Oysa ki, gerek Irak'ta gerekse Suriye'de dindar Kürt gruplarından bir çoğu İhvân ve benzeri gruplarla birlikte hareket etmekteydi. Son on yılda tehlikeli bir ayrışma yaşanmaktadır. Daha önce İhvân çizgisinde bulunan birçok İslâmi Kürt grupları bir kopuşa sürüklenmekte ve İslam karşıtı seküler radikal milliyetçi Kürt grup ve örgütlenmelerine eklemlenmektedir. Bu durum Türkiye'deki İslami Kürt grup ve cemaatleri için de benzeri bir süreç takip etmektedir. Milliyetçi/etnik ayrışma başat hale gelmektedir.
Gerek Türkiye'deki serüven gerekse Irak ve Suriye'deki Kürt siyaset ve örgütlenmesinin geldiği nokta, tüm taraflar için geleceğe ilişkin karanlık/korkulu tabloların ortaya çıkmasına meydan vermektedir. Eğer bu durum coğrafyamızın, Ortadoğu'nun kabusu/korkulu rüyası olması istenmiyorsa, sorumluluk sahibi herkes akl-i selim ile hareket edip, bu yangını söndürmek için bir kova su dökme bilinç ve sorumluluğu içinde hareket etmelidir. Bu konuda en büyük vazife ve sorumluluk İslami, dini grup ve cemaatlere düşmektedir. Özellikle, Türkiye'de muhafazakâr-dinî cemaatler bunun vahametini kavrayıp bu sorumluluğun bilincinde hareket etmek durmundadır. Kürt sorununu görmezden gelmek gibi bir lükse sahip değillerdir. Kürtler arasında da var olan dindar/dini grup ve cemaatlerin de ümmet içinde, radikal etnik milliyetçi/ çatışmacı değil birleştirici, barışa hizmet eden köprü rolü gören, ılımlı bir çizgi takip etmeleri elzemdir. Arap aleminde ise, Mısır'da iktidara gelip, Suriye'de iktidar adayı olan Müslüman Kardeşler hareketi Kürt sorununu görmeme, kürtleri ötekileştirme, Arap milliyetçliği refleksleriyle davranma hakkına sahip değildir. Sonuç itibariyle, Kürtler Ortadoğu'nun Korkulu Rüyası değil, Barış ve Huzurun Öncüsü ve Teminatı haline gelmelidir.
|