Başbakana göre Türkiye’nin bütün sorunlarının kaynağı medya! Kürt sorununda duvara çarpılmışsa, Suriye sorununda işler iyice sarpa sarmışsa, Alevilerle kanlı bıçaklı hale gelinmişse, hükümetin politikalarında bir sorun yok, sorun olayları çarpıtan medyada!
O medya ki, 15 gündür Şemdinli’de süren savaştan anlamlı, okuyanın izleyenin, gerçeğe dair bir şeyler algılayacağı bir satır bile yazmıyor, göstermiyor; tersine tümüyle “iliştirilmiş”, bir dezenformasyon medyası olarak hareket ediyor.
Genelkurmaydaki gizli toplantıda Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının kayıtlarını ele geçiren, hükümetin gizil yazışmalarını anında yakalayan, karanlıkta kara toprakta yürüyen kara karıncayı fark eden, diktatör Esad’ın en yakınındakilerin sırlarını deşifre eden medya, 15 gündür Şemdinli’de tankla, topla süren savaşta ne olduğunu bilmiyor gibi davranıyor. Koca koca manşetler ve arşivden savaş fotoğraflarıyla süslenen sayfalarda verilen sadece hükümetin ya da resmi yetkililerin ağzından çıkan birkaç cümle. Ötesi “şehit haberi” ya da hamasi bir Vatan-millet ve kahramanlık edebiyatı!
Buna rağmen Başbakan çıktığı bir haber kanalında söze; medyayı böyle bir zamanda ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar vermekle, “bazı basın” diyerek daha ileri gidip düşmanla iş birliği yapmakla suçlayarak başlıyor. Yani medyanın artık fıkralara konu olan (Yaygın fıkraya göre, Napolyon Erdoğan’ı ziyaret etmiş de, “Eğer sizdeki basın o zaman benim elimde olsaydı, Waterlo’daki yenilgimi Fransız halkı duymazdı!” demiş) biatçılığı ile yetinmiyor, tümüyle yandaş basın gibi hükümetin ağzından çıkanda keramet keşfeden bir medya olmasını istiyor. Bu yüzden de Başbakan ve hükümet erkanı basının karşına geçtiklerinde medyayı suçlamaya başlayıp, gazetecileri bir suçluluk psikolojisi içine iterek, hem haberciliği baskı altına alıyorlar hem de kendilerine istenmeyen soruların sorulmasını da engellemek istiyorlar.
Hükümet medyayı olduğu gibi muhalefetin de gerçekleri dile getirmesini teröristlerle iş birliği ya da onların propagandasına destek vermekle suçluyor. Öyle ki, BDP ve CHP’nin bu “Şemdinli’de olanları Mecliste görüşelim” diye Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmaları bile Hükümet ve AKP tarafından, “Ne konuşacağız. Her şey kontrolümüz altında. Meclis toplanarak sanki yeni bir şey varmış havası uyandırmak, terör örgütüne destek anlamına gelir” şeklinde karşılanıyor.
Oysa, Başbakan “Olağandışı bir şey yok, her şey kontrolümüz altında!” derken, Şemdinli’de hatta tüm Hakkari sathında bir savaş sürüyor ve bizzat Bakan, “girilemeyen vadilerden, mezra köylerden” söz ediyor. Dahası Hakkari Valiliği bir çok bölgeyi çatışma alanı ilan ederek iki ay süreyle bu bölgelere girişi çıkışı yasakladı.
Suriye’deki gelişmeler de dikkate alındığında, hükümetin Kürt sorununun çözüm politikası ve Suriye politikasının nasıl bir açmaza sürüklendiği ortadadır. Bu yüzden de Meclisin toplanarak bunları sorgulaması, kendi Kürtleriyle barışmak ve sorunları onlarla çözmek yerine Barzani’yle, Obama’yla görüşerek çözme ya da komşularıyla emperyalist çıkarlar uğruna kapışmanın Türkiye’yi nasıl bir iç ve dış politika kulvarına sürüklediğini tartışmak, “Sorunlarını barış içinde çözen, kendi Kürtleriyle gönüllü birliğini sağlamış, komşularıyla dost olmayı esas alan bir Türkiye’ye nasıl varırız”ı tartışmak elbette Meclisin hakkıdır. AKP ve MHP’nin büyük çoğunluğunu oluşturduğu bu Meclisin böyle bir tartışmayı yapamayacağından bağımsız olarak bu böyledir.
AKP Hükümeti ve Başbakan, izlediği politikalar amaçlarının tam zıddı sonuçlar verdikçe hırçınlaşmakta, daha çok silahı, daha çok askeri gücü öne çıkararak sorunları çözmeyi esas alan bir yönelişte ısrar etmektedir. Ancak burada ısrar ettikçe de komşularıyla sorunlar büyümektedir. En son Kerkük skandalıyla Irak’la da işler Suriye ile ilişkiler düzeyine doğru gitmektedir. Bayramda Bahçeli’nin de Kerkük’e gidip “soydaşlarla görüşeceği” açıklanmıştır. Bu bile hükümetin her tür provokasyona açık bir dış politika kulvarına girdiğini açıkça göstermektedir.
Cumartesi günü de ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton da Türkiye’de olacak. Türkiye ile “Esad’ın devrilmesi ve sonrası Suriye‘yi” konuşacaklarmış. Yani Clinton ile Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ABD ile bölgedeki müdahalelere, bölgenin haritasının nasıl olacağına “ayar” verecekler!
Bu son gelişmeler bile, Türkiye’nin bugün Barzani yönetimi ve ABD dışında dostu kalmadığının göstergesidir. Bir ülkenin, bir hükümetin iç ve dış politikasının temellerinin çökmesi başka nasıl tezahür eder ki?
Bölgenin büyük patronu emperyalistin “bölgesel gücü” olmak böyle oluyor demek ki!
|