Savcıların neyi ön plana aldıklarını bilmiyorum...
Elbette bazı tespitler ve belgelerle İlker Başbuğ tutuklandı...
Fakat ben, iddianamelerin ve dosyaların labirentlerinde kaybolacağımı bildiğimden, kim kime ne demiş, nasıl demiş, niye demiş doğruyu yakalayacağımı şaşıracağımdan, olayların resmini “sosyal ilişkiler, dengeler ve vücut duruşu” okumalarından çıkartmaya çalışıyorum...
Hilmi Özkök Paşa için de öyle olmuştu...
İlker Başbuğ için de...
***
İlker Başbuğ’la ilgili kimin ne söylediğini, hakkındaki tanıklıkların ne derece gerçeği yansıttığını bilmiyorum...
Ancak İlker Başbuğ’u Genelkurmay Başkanı iken yakından izlediğimde “Bana bu görevi yaparken, bir taraftan da ‘darbe yapacak, ya da hükümeti demokrasi dışı yollarla yıkmaya çalışacak’ bir komutan” havası vermediğini biliyorum...
Döneminin “bulunduğu yerdeki ruhuna uygun davranışlara müsamaha gösterdi mi” bilmem, fakat, o davranışların müsebbibi değildi, öyle düşünüyorum...
Başkanlığı sırasında tutuklu generalleri ziyareti, “bir siyasi yol arkadaşlığından ve ittifaktan değil, bir komutanın insani sahiplenişi ve meslek büyüğü olarak göstermesi gerektiğine inandığı kucaklayıcı tavırdan” kaynaklanıyordu...
İnsaniyetle siyaseti birbirine karıştırmamaya çalışıyorum...
İlker Başbuğ’un davranışlarını o günlerde öyle okumuştum...
Bugün de aynısını düşünüyorum...
***
Sonuçta siyasi olarak aynı yerde durmadığımız, tutuklu bazı gazeteci arkadaşlarımız için gösteridiğimiz dayanışma, paylaşma, tutukluğa itiraz, insan haklarının genişletilmesinden yana tavır, demokrasinin ve özgürlüklerin çoğalması için beraberlik ve arkadaşlık mülahazasının verdiği ortaklık, bizleri gazeteci olarak nasıl davranmaya itiyorsa, İlker Başbuğ da komutanlığı esnasında silah arkadaşlarıyla ilgili aynı duygularla hareket ediyordu sanırım...
Tanık ifadelerinin labirentlerinde neyin neden söylendiğini, ne kadarının belirtildiğini bilemem...
Rahmetli kardeşim Ufuk Güldemir’in sosyal matematik adını taktığı kavramın bana gösterdiği vücut dili gerçekliğinde, İlker Başbuğ’un bir darbe örgütünün gizli üyesi olmayacağı kanaatini taşıyorum...
Elbette benim tanıklığımın hukuki bir geçerliliği yok...
Vücut dilinin ifade ettiği dışsal gerçeklikten yola çıkıyorum...
Bunun da mütevazı kayıtlarını hayatın tanıklığına geçirmekte yarar görüyorum...
Vicdanım ‘öyle yap’ diyor çünkü...
Yapmazsam sızlayacak o vicdan kendi kendine...
*****
GS-FB MAÇI ÖNCESİ YAPILANLAR...
Galatasaray ile Fenerbahçe bu hafta sonu maç yapacaklar...
Bu bir hazırlık maçı değil...
Bir kupa maçı...
Böylesi bir maç öncesi, iki kulübün birbirini şikecilikle itham etmesi, karşılıklı olarak “kulüp tarihlerinin şeceresini ortaya döküp, mahkemelerin kesinleştirmediği devr-i sabıkları! deşifre etmeye çalışması” neye yol açar, farkındalar mı?..
Yarın taraftarlar arasında olaylar çıkarsa, buna ‘istenmeyen olaylar’ adını mı takacaklar?..
Futbol yöneticiliği, gündemi zekice değiştirmek, hedefi ve okları başka yönlere çekmek olduğu kadar, şiddeti ve düşmanlığı yok etmek, futbolu bir keyif ve neşe unsuru haline getirmek amaçlarını da gütmez mi?..
***
Fenerbahçe’deki bazı yöneticiler neden durup dururken bugün Galatasaray’ı tarihindeki “şikeciliklerle itham ederek” bir polemik açmaya gayret ediyorlar...
Galatasaray’daki bazı “agresif yöneticiler” niye Fenerbahçe’nin henüz kesinleşmemiş şike mahkumiyetlerini bugün gündeme getirerek bir pozisyon kazanmaya çalışıyorlar...
Kupayı almak için mi?..
Yoksa en kolay şeyi yapıp okları daha sezon başından rakibe yönelterek, kendilerine zaman mı kazanmak istiyorlar?..
Bunun bedelinin ne olacağının farkındalar mı?..
Bunu kulüpleri için yaptıklarını söyleyecekler söylemesine...
Peki bizim buna inanmamızı mı bekliyorlar?..
***
Futbolda hedef saptıran manipülasyonların nelere yol açtığının farkına varmadı mı hala birileri?..
Bunların fayda etmeyeceği bir ‘ortak akla’ sahip oluyoruz yavaş yavaş...
O ortak aklın da farkında olmadıklarını sanıyorum ben onların...
*****
TERÖRİZME KARŞI AVATAR FİLMİNİN KOLLEKTİF BİLİNCİ...
“Teröristlerin sağlam inanç yapıları vardır...
Bu onların gerçek gücüdür...
Onların bu yıkıcı yoğunluğunu dağıtabilmek, ancak bizim sevgiden yapılmış aynı güçteki inanç yaratabilme yeteneğimizle mümkündür...
Onlar bizim de kendi açımızdan inançlı olmamızdan nefret ederler...
Onlar nefret ettikçe daha fazla nefret ortaya çıkartırlar...
Bizler sevdikçe daha fazla sevgi ortaya çıkartırız...
***
Hiç kimse mükemmel değildir...
Dolayısıyla hiçbir grup da mükemmel değildir...
Ralph Waldo Emerson ‘milliyetçilik’ şeklinde çıkan gölgenin, kendisini ‘vatanseverlik’ kisvesinde tanıttığını söyler ve şöyle devam eder:
‘Bir grup kendi yasalarını en çok ihlal ettiğinde, bu ihlali kendi iyilikleri için yaptığını ateşli bir şekilde savunur...
Gölge asıl amacını şeytani bir kurnazlıkla gizler...
Bunu yaparken tehlikeye atılmak için yanıp tutuşan insanları dini bir inancı ya da emperyalist düşünceleri gizlemek için ‘vatanperverlik’ duygularını kullanır...
Bir toplum vatanına olan sevgisini en yüksek perdeden haykırıyorsa, ben onun ellerinin temizliğine ve kalbinin saflığına bakmalıyım...’
***
Ortak gölge, bizleri dibe vurdurabilirken, kollektif ışık bizleri en yükseğe çıkartabilir...
Herhangi büyük bir ebedi yapıt, peri masalları gibi popüler yapıtlar, ‘Avatar’ gibi filmler, ‘Harry Potter’ gibi kitap serileri, gerçek dini ve spiritüel egzersizlerdir...
Avatar filminde çağdaş Amerika’nın ‘ortak gölgesi’ gözler önüne serilir...
Yağmacı kapitalizmle Amerikan askeri gücünün birlikteliği, spiritüel ilkelere saygı duyulmasına izin vermeyen kibirli düşünce yapısı...
Çevrenin kutsallığına burun kıvıran kendini beğenmişlik...
Sadece istediği için, arzuladığı her şeye sahip olmayı kendisinde hak gören emperyalist yatkınlık...
Amerikan Gölgesi’nin bütün kirli yüzü bu filmin spotları altında gün yüzüne çıkartılır...
Gerçek bilgelik düzeyini hedef yapan filmin hikayesini daha da değerli yapan şey, ışığın gölgeye hiç de uzak olmadığını insanlara anlatabilmesidir...
***
Marthin Luther King Jr ‘Evrenin ahlak yayı uzundur’ der, ‘Fakat o hep adalete doğru bükülür...’
Biz gerçeği unutabiliriz...
Fakat evren asla unutmaz...”
Marianne Williamson’un Sadece Işık Karanlığı Dağıtabilir isimli çalışmasından...
Marianne uluslararası üne sahip spiritüel bir ustadır...
2006 yılının Aralık ayında, Newsweek dergisinin yaptığı ankette, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1946-1965 yılları arasında doğan en etkili 50 kişi arasında yer aldı...
Time dergisine göre, Yoga, Kabala ve Marianne Williamson Hıristiyanlığa sıkı bir şekilde bağlı olmadan Tanrı ile iletişime geçme yollarını arayan insanların en çok etkilendiği üç şey olma özelliğini taşıyor...)
|