Türk askerinin kademeli olarak Kıbrıs’tan çekilmesi ve 100 bin Rum’un Türk topraklarına yerleşmesini öngören Annan Planı referanduma sunulacakken Tayyip Erdoğan konu ile ilgili bir konuşma yaptı...
Erdoğan, “Kuzey Kıbrıs’tan Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Sayın Rauf Denktaş’ın oğlu Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş tam yetkiyle görüşmelere katıldılar. Görüşmelerde ayrıca Genelkurmay Başkanlığı’nı da temsilen bir tuğamiral bulundu ve orada en geniş manada Dışişlerimizin tüm teknokratları görüşmeler yaptı. Zaman zaman da Sayın Denktaş ile telgraflarla yazışmalar yapılmıştır. Atılan adımlardan herkesin haberi oldu. Kimse ’benim haberim yoktur’diyemez. Buna hâlâ estek-köstek olmak inanıyorum ki tarihin affetmeyeceği bir durumu ortaya çıkaracaktır. Kimse bunu, yok ver kurtul, yok şuymuş, yok buymuş buralara çekmeye kalkmasın” dedi...
***
Bir defa Rauf Denktaş’ın New York’a gitmesi ve Annan’a boşlukları doldurma yetkisi tanıyan anlaşmayı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla imzalaması, büyük bir hataydı. Denktaş, anlaşmayı sadece Erdoğan’ın talimatı ile değil Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ile telefonla konuşarak ve onların da onayını alarak imzaladığını söyledi ama, sonunda o da New York’a gitmenin hata olduğunu kabul etti. Hatta Denktaş bir televizyon konuşmasında, “Müsteşar, bana Ankara’dan gelen talimatı verince mecburen imzaladım” diyecek oldu. “Böyle olacağını bilseydim New York’a gitmezdim” de dedi...
Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından da anlaşılıyordu ki, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök de görüşmelere gönderdiği tuğamiral vasıtasıyla Kıbrıs’tan Türk askerinin çekilmesi kararına ortak olmuştu!
***
O sırada Hurşit Tolon Paşa, kamuoyunu rahatlatmak için mi ver kurtulcu hainlerden bahsediyordu? Yoksa, bütün Kuvayı Milliye, Müdafaa-i Hukuk hareketleri, hatta eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın milli güçlere yönelik olarak “Gücünüzü sıklet merkezine yığın” demesi de oyunun bir parçası mıydı? Herkes bir yerde toplansaydı, tutuklamak daha kolay mı olurdu acaba?
***
Kıbrıs’ta verilen taviz üzerine 2 Nisan 2004 tarihinde “Kıbrıs’ın verilmesi, Türk Milleti’nin, İstiklal Savaşı’ndan sonraki ilk ricat harekatı olacaktır. Genelkurmay Başkanı ise Türk Milleti’nin başkomutanıdır... Eğer, hükümetin tavizlerini durdurmak mümkün değilse, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dış güdümlü politikalara alet etmemenin bir yolu da istifa etmektir! Birinci Körfez Savaşı öncesinde Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay, ABD’nin Irak politikasına alet olan Turgut Özal’ı engelleyebilmek için istifa etmişti. Yanıldığımız, bilemediğimiz, eksik bildiğimiz bir durum varsa Sayın Hilmi Özkök, Türk Milleti’ne bilgi vermek durumundadır” değerlendirmesini yapmıştım.
Neyse ki daha sonra Rumlar Annan planını reddetti..
Hilmi Özkök’ün cevabı ise başka bir yazımdan dolayı dava açmak oldu!
***
Hilmi Özkök, 2005 yılında da “Türkiye halkının yüzde 99’u Müslüman’dır, ancak Türkiye ne bir İslam devleti ne de bir İslam ülkesidir” diye başladıktan sonra, “Ilımlı İslam Projesi” ne karşı sözler sarf etmişti. Kaş yaparken göz çıkarmıştı..
Evet, Türkiye bir “İslam devleti” , yani “din devleti” değildi. Din devleti değilse, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Papa’nın heykeli altında Avrupa Birliği anlaşmasına imza atmamalı, bir Hıristiyan Birliği’ne girmek için çırpınmamalıydı. “Devlet politikası” diye bunlar yapılıyorsa, yani Türkiye’nin Hıristiyanlaştırılması devlet politikası oluyorsa, bu durumda laiklik nerede kalıyordu!
Evet, Türkiye “İslam devleti” değildi ama, bu ülkenin yöneticileri, attıkları imzalarla, devleti hızla bir “Hristo-Yahudi devleti” ne dönüştürmekteydi! Bu nasıl laiklikti, bu nasıl Atatürkçülüktü?
Türk Milleti, asıl bu konuda devletten bir tavır beklerken, “Türkiye bir İslam ülkesi de değildir” demek, hem tarihi gerçeği yansıtmıyor, hem de maksada uygun düşmüyordu. Türkiye bir “İslam ülkesi” değilse, İslam Konferansı Örgütü’nün başına neden bir Türk seçilmişti? Bir İngiliz’i de seçebilirler miydi?
İşte biz Hilmi Özkök’ü bu sebeplerle eleştiriyorduk.
|