Tezer Özlü, böyle diyordu: Burası bizim yurdumuz değil ki; bizi öldürmek isteyenlerin yurdu... Bu hissi kanserli bir hücre gibi yayan ne çok gelişme yaşadık son bir haftada... Son bir ayda, son bir yılda, son yüzyılda...
Burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu! Malatya’dan Ayazağa’ya; Muğla’dan Altınoluk’a... “Ölüm” diye böğüren sürüler kadar; yaşadığımız suskunluk da artırıyor bu hissi.
“Ölüm” diye biten sloganlar dışında iki ses baskın çıkıyor bu sessizlikte. Biri “tekbir”... Diğeri İstiklal Marşı... Son yüzyılın özeti biraz da bu iki seste...
“Allahu Ekber (Tanrı uludur)” diye bağırıyorlar. Sopa gibi sallıyorlar “inanç”larını... Karşısındakinin inancı aynıymış, benzermiş; düşünmüyorlar bile üzerine. “Korkma” diye başlayan İstiklal Marşı’nı, “Mezarlıktan geçerken türkü söyleyen korkaklar” gibi, korkularını yenmek için söylüyorlar aslında... Bir dizede üç kez ‘o benim’ diyen sözleri söyledikçe; “Daha güvende olacaklarına” dair bir sanrı bu.
Emperyalist “medeniyet”e karşı bir öfkeyle yazılmış marş ve “Tanrıya inanmanın simgesi” bir söz; nasıl oluyor da “Silaha dönüşüyor” azdırılmış sürülerin elinde... Kentin zenginliğinin göbeğindeki barakada ekmek kavgası veren Kürt işçi; Sürgü’de üç beş dönüm toprakta ekmeğini arayan Alevi köylü ya da turizm zengini bir beldedeki garson mudur; bu haykırışların hedefi?
Ne komşusuna “Allahu ekber” diye bağırarak öfkesini kusanın; ne de inşaat işçisine “O benimdir o benim” diye bağıranın imanını, memleket sevgisini sorgulayacak halimiz yok! Sorguya hacet de yok; gün gibi ortada... Söylediklerinin anlamının yanından bile geçmedikleri...
Defalarca yazıldı, ama hatırlatalım... 2011 Türkiye Değerler Araştırması çok şeyi gösteriyor. “Herkesin hayatından memnun olduğu”, “Hükümete güvendiği”, “kendini ‘sağcı’ görenlerin oranının Türkiye tarihinin en yüksek seviyesine çıktığı” gibi... Ve bu “Hükümetine güvenen, mutlu ve sağcı insanlar”; nedense “nefret” ile yüklü... Halkın yüzde 77’si “mutlu” olan bu ülkede; yüzde 84 eşcinseller, yüzde 74 AIDS’liler, yüzde 68 nikahsız çiftler, yüzde 64 ateistler, yüzde 54 şeriatçılar, yüzde 48 Hristiyanlar ile komşu bile olmak istemiyor. Liste uzuyor; yüzde 39 başka dinden insanlar, yüzde 39 yabancı işçiler.... “Kızları şortla doşanlar” başlığı bilhassa dikkat çekici; her dört kişiden biri “Kızı şortla dolaşanlar” ile komşu olmak istemiyor bu “Mutlu insanlar” ülkesinde... Bunun önemli gündemi oruç da listede var elbette; her beş kişiden biri de “Oruç tutmayanlar” ile komşu olmak istemiyor.
“Din” herşeyin ilacı ya; bu yanıtı veren “yurdum insanı”nın yüzde 81’i kendini “dindar” olarak tanımlıyor. Ve “dindar ve mutlu” insanlar olarak, kendine benzemeyen herkese “nefret” dolu... Hangi kutsal kitapta yazar bu nefret? Yunus der ya hani; “Sen sana ne sanırsan (istersen) / Ayruğa (yabancıya) da onu san / Dört kitabın manası / Budur eğer var ise”...
Veriler bitmiyor. Ülkenin yarısı ramazan da bütün lokantaların kapatılmasını istiyor; yüzde 61’i bile mayo giymeye karşı. Yüzde 77; ki bu “mutlu” oranıyla aynı; “Bilim ile din çelişirse, her zaman din doğrudur” diyor açıkta...
Giderek açık sözlü de oluyorlar; “Yaşlılar toplum üzerinde büyük bir yük” diyor; her üç kişiden biri... Yeri gelmişken bir başka araştırmaya göre; toplumun yüzde 70’inin “engelli” komşu istemediğini ekleyelim...
Bugün komşu istemeyenin, yarın “Bu mahalleden gitsin” diye sokağa dökülmeyeceğinin garantisi yok. Yaşıyoruz işte; sokağa çıkan yüz iki yüz kişi belki; ama arkasında ezici çoğunluğun suskunluğuna yaslanarak yapıyor bunu. Herhangi bir olayda duymuyoruz; “Araya giren vatandaşlar” diye bir tabir. Dardakinin yanında durana dair bile küçük emare geçmiyor haberlerde... Avrupa’nın göbeğinden kalkan ölüm trenlerini nasıl seyrettiyse; “ezici çoğunluk”; öyle seyrediyor işte... O gün kim direndiyse, bugün onlar ses çıkarıyor. Ama yetmiyor, yetemiyor şimdilik....
Evet, hiç lafı dolandırmaya gerek yok Nazi kafasıdır bu. İnsanlık tarihinde; bu kadar sistemli bir “nefret politikası” uygulamış, bunu açıkça itiraf da etmiş tek bir sistem var: Faşizm. Eşcinseller, farklı inanıştan olanlar, hastalar, yaşlılar, etnik kökeni farklı olanlar...
Ve şimdi başa dönelim; tüm bu nefret iklimi “Burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu” olduğundan değil. Zaten nefret edilenleri toplasan; nefret edenlerden fazlası çıkıyor. Yani, nefret edilen, aynı zamanda nefret edene dönüşebiliyor çünkü.
Kürt derdini kendi başına yaşıyor; Alevi kendibaşına; eşcinsel, ateist, Ermeni, Çingene, engelli, hasta, yoksul, gecekonducu, kadın, “Kızı şort giyen”, “Oruç tutmayan” da...
Büyük çoğunluğun, büyük bir “konsensüs” ile kendisini oluşturanlardan “nefret” edebildiği bir denklem bu.
Evet, bu topraklar belki tarihin hiçbir döneminde “hoşgörü” diyarı olmadı elbette, ama bu kadar alçaldığı bir başka dönem var mı acaba?
Görünen açıkça bu. Ya gerçek? İstiklal Marşı, bayrak, tekbir gibi simgelerle “Ayyuka çıkan” saldırılar bize ne gösteriyor? “Bunları yakın” diye böğürerek saldıranlar; Sivas göndermesi yapıp “Yanacaksınız” tehdidi savuranları nasıl açıklayacağız?
Gerçek nerede? Ya da yeniden sorarsak, “Biz nasıl bu hale geldik?” Bunca nefret, acı arasında aynaya bakıp, nasıl “Mutluyuz” diyebiliyoruz hâlâ...
Aynı araştırmada bir yıl içinde işini kaybedip, bir daha iş bulamamaktan korkanların oranı yüzde 68 ise nasıl bu kadar mutlu insanlar? Yüzde 15’i “Son bir yıl içinde yeterli yemek bulamadım” diyorsa, nasıl bir “din” sağaltır acıları? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir din olabilir mi, bunca nefretin nedeni? “Büyük Türk milleti” diye büyük nutuklara konu olan “millet”, kendini oluşturanlardan bile bunca nefret ederken, nasıl “birleştirici unsur” olabilir?
Saldırgan kalabalıkların dilindeki iki simge demiştik; tekbir ve İstiklal Marşı... “Tek din, tek millet” fikri üzerine kurulmuş yüz yıllık rejiminin temelini hatırlatıyorsa eğer bu nefretin “simgeleri”; sorularımızın yanıtı da orada! Bu simgelerin “gerçek” anlamları başka olabilir; ama bugün o saldırı anında gösterdikleri budur!
Uzatmayalım; bizi öldürmek isteyenler bu yurdun insanları değil; “kendini bu yurdun sahibi” sanan sistemden ve o sistemin sahiplerinden başkası değil. Tüm bu “nefret” ve “bölünmüşlük” arasında uğruna savaşlar sürdürülen “tek din ve tek millet” zihniyeti, Sünni Türk’ün de çıkarına değil çünkü... Bu yurt, o öyle sansa bile; ona ait değil... Bunca yalan söyleniyorsa; Nâzım ustanın dediği gibi, “...Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız / bu ölümlü, bu yaşanası dünyada / bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir”
Bu ülkeyi yöneten egemen sınıfın, ülkeyi istediği gibi yönetebilmek için, 100 yılda bulabildiği yegane çözüm, bu nefret iklimidir ki, bu yüzden bitmek bilmiyor. Bunca kırım, bunca acının yegane sebebi de bu.
Yine de umut var. Nazi faşizmi yükselirken de vardı, bugün de var... İnsanlık dışı bu nefrete karşı durmak için, ne Kürt, ne Alevi olmaya gerek var. Bizim bildiğimiz “asıl fark” hangi sınıfa ait olduğumuzda...
Bu zulüm düzeni devam ettikçe, Sünni Türk de ezilmeye devam edecek, şüphe yok. Zaten, kendini “bu yurdun sahibi sananlar”ın amacı da bu değil mi? Elbet bir gün öğreneceğiz, kendimiz için ne istiyorsak kardeşimiz için de onu istemeyi. Ve o gün birleşeceğiz; burası bizim yurdumuz ve bizi öldürmek isteyenlere yer yok
|