Bugünlerde kim iki satır yazı yazsa ya da demeç verse söze nasıl başlıyor? Ramazan ayının insanlarda yaratmış olduğu “hoşgörü” ve “vicdan” katsayısında bir yükseliş olduğu kurulan ilk cümlelerden birisi oluyor.
İftarlar veriliyor, yoksullar doyuruluyor.
Allah için kimse lüks iftarlar düzenlemiyor. Düzenlese bile haber değeri olmuyor.
Parti genel başkanları uyarılarda bulunuyor. “Lüks iftarlardan kaçının, halkın arasında olun” talimatları geliyor.
Kentin valisi, belediye başkanı, milletvekilleri, siyasi parti il başkanları her akşam bir yoksulun evinde yer sofrasında mütevazi menülerle orucunu açıyor.
Ertesi gün gazete ve görsel medyada biz talimatlara uyulduğunu izliyoruz.
Gerçi bazen ufak-tefek kazalar oluyor.
Mudanya’da, AKP’nin düzenlediği iftara yemek siparişi vermeyi unutması gibi ama sorun değil, oluyor arada böyle küçük unutkanlıklar.
İnsanın hoşuna gidiyor. “Ne güzel yoksulların, fakirlerin halini Ramazan ayında daha fazla hissediyoruz” diye düşünmeye başlıyoruz.
Hele kentin valisi, belediye başkanı, milletvekilleri, siyasi parti başkanlarının bu kadar yoksulları düşünüyor olması daha bir iyi geliyor bize.
Bunlar gördüklerimiz, daha doğrusu bize gösterilenler.
Peki ya bizden, vicdanlarımızdan gizlenenler ne olacak?
Uzatmayacağım.
Aynı valinin, belediye başkanının, milletvekillerinin ve il başkanlarının burnumuzun dibinde, Yenişehir’deki 2 bin 500 geçici tarım işçisinin çadırlarda susuz ve elektriksiz süren çalınmış hayatlarına, duyarsızlıklarına ne diyeceğiz?
Ne diyeceksiniz?
YENİŞEHİR’DE ÇALINMIŞ HAYATLAR
Şimdi yazacaklarım hoşunuza gitmeyecek biliyorum.
Benim de hoşuma gitmiyor.
Ama burnumuzun dibinde bir gerçek, bir trajedi bu hayatlar.
Biliniz ki bu satırlar “fakirlik edebiyatı” yapmak için yazılmıyor. Benim de içinde olduğum şu “iki yüzlü dünya” ile yüzleşmek için yazılıyor.
Ramazan ayında vicdanımız ne kadar titreyecekse o kadar titresin diye yazılıyor.
Tabii titreyecek “sahici vicdanlarımız” kaldı ise.
Diyarbakır, Mardin, Batman, Urfa gibi bölge illerinden mevsimlik işçi olarak çalışmak için her yıl Bursa'nın Yenişehir İlçesi'ne bağlı Çardak Köyü'ne 300 aileden oluşan yaklaşık 2 bin 500 kişi geliyor.
Tarlalarda çalışmak için Bursa'ya gelen aileler, Bursa'da zor şartlar ile mücadele etmek zorunda kalıyor. İşçiler, çadırkentte elektrik ve su gibi temel doğal ihtiyaçların olmamasından dolayı zor şartlar altında yaşıyorlar.
Günde 20 TL yevmiye ile tarlalarda çalışan işçiler, biz klimalı odalarımızda zorlanırken sadece tarlalarda çok sıcak hava ile mücadele etmiyor, aynı zamanda çalışma dışında kaldıkları çadırkentte de çok zor şartlara karşı mücadele ediyorlar.
2 bin 500 kişinin kaldığı çadırlarda, özellikle kadınlar ve çocuklar sabah saat 05.00'da tarlalara gidip yaklaşık 40 derece sıcaklık altında akşam 18.00'e kadar çalışıyorlar.
İşçiler, çadırkentte su olmadığı için sondaj ile yerin yaklaşık 7 ile 20 metre altından su çıkarıyor; ancak çıkardıkları su da hem çamurlu hem de hemen yanı başlarında kurdukları tuvaletlerden sızan su karıştığı için birçok hastalığa da davetiye çıkarıyor.
İşçilerin kullandığı suya sadece tuvalet suyu da karışmıyor. Çadırkentin hemen yanı başında bulunan tarlalarda gübreleme için kullanılan kimyasal maddeler de karışıyor. Çadırkentte su olmadığı halde çeşmelerin yapılması da ayrı bir tuhaflık, çadırkent sakinlerinin tepkisine neden oluyor, çadırkentteki elektrik sorunu da jenaratörler ile karşılanıyor.
BİR TUVALETE 70 KİŞİ
Kadınlar kazdıkları yerlere yerleştirdikleri tandırlar ile ekmek pişirmeye çalışırken, çamaşır ve bulaşıklar da sondajlanan kirli sularla yıkanmaya çalışılıyor. Bir tuvaleti kadınlı-erkekli yaklaşık 70 kişinin kullandığı çadırkentte, mutfak ve banyolar ise aynı yerde bulunuyor.
Ramazan nedeniyle oruç tutanlar iftarlarını karanlıkta açarken, namaz kılanlar ise, abdestlerini sondajla çıkan kirli su ile almak zorunda kalıyor..
Diyarbakır'dan mevsimlik işçi olarak gelen bir yoksul koşullara isyan ediyor. Bursa'ya gelerek perişan olduklarını söylüyor ve içi çamurlu su bulunan bidonu kaldırarak, \'Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum; eğer siz bu suyu içecekseniz ben de içerim. Hepimiz bu su yüzünden hasta olduk. Ben Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na, CHP'ye, Bursa'da bulunan mülki amirlerin hepsine yazı yazdım; ama kimse bize yardımcı olmadı. Bir sokak lambası bile yok. Çocuklarımız geceleri korkuyor dışarı çıkamıyor. Bize diyorlar ki, 'size elektrik vereceğiz, ama her çadır başı 2 bin 500 TL para vereceksiniz.' Ben nereden bulayım o parayı; ama kimsenin umurunda değil. Bizim hayvandan farkımız yok, yük hayvanı gibi iş yapanı çalıştırıyorlar, iş yapamaz oldu mu diyorlar sen öl. AKP diyor ki 'biz kardeşiz.' Ne kardeşi bizim burada anamız ağladı\' diye konuşuyor.
\'Eğer bize sahip çıkılsaydı, hiç buraya gelmezdik. Aç kalıyoruz, susuz kalıyoruz, çocuklarımızın hepsi hasta oldu. Temiz su olmadığı için bu kirli suyu hem içiyoruz hem bu su ile banyo yapıyoruz hem de abdest alıyoruz. Ne yapalım mecburuz\' diyor.
‘YETKİLİLER ÇOK DUYARSIZ’
Yenişehir Kaymakamı ile görüşüyorlar ve kaymakam işçi çavuşları üzerinden “çadırlarda yaşayan her aileden 2 bin lira depozito aldıktan sonra elektrik verebileceklerini” söylüyor.
Çadırkente yaşayan insanların çoğunluğunun kirli su nedeniyle hasta olduğu geçen yıl Bursa Tabip Odası'nın da yaptığı araştırmalarda tespit edilmişti.
Bursa'daki yetkililerin korkuları farklı. Çadırkentte yaşayan insanlara elektrik ve su verilmesi ile insanların Bursa'ya yerleşilmesinden korkuyorlar.
ÇOCUKLAR OKULLARINI BIRAKIYOR
Çocukların kirli sular içinde yalınayak hayatları başka bir dram. Mevsimlik işçi olarak gelenlerin çoğunluğu da çocuklar.
Bu çocuklar okulu bırakıp, çalışmaya geliyorlar. Hem de günde 20 lira için. Hem de 12 saat hem de 40 derece sıcaklık altında çalışarak alabiliyorlar bu 20 lirayı.
Bursa Valiliği’nin şöyle bir mantığı var, “biz burada elektrik ve suyu verdiğimizde yerleşim yeri açmış oluruz. Burada yerleşmelerini istemiyoruz”.
Hemen yanı başındaki arsaları 49 yıllığına yabancılara ve yandaşlarına kiraya veren hükümet, bu ülkenin vatandaşı Kürt yoksullarına ise burada bir elektriği ve suyu fazla görüyorlar. Çünkü bu insanlar buraya gelip hizmet versinler ve gitsinler istiyorlar. Gelsinler. Çünkü bu insanlar gelmezse buradaki mahsuller hep toprakta kalır. Gitsinler. Çünkü işleri bitince onları burada istemiyoruz.
Bunun adı da “kentsel vicdan” oluyor, öyle mi?
Ramazan'ın kutsal günleri akıp gidiyor. Kentin valisi, belediye başkanı, milletvekilleri, il başkanları her gün “devlet kesesinden” yoksullara iftar yemekleri düzenliyor. Bizlerde büyük şükranla izliyoruz onları.
Yenişehir’deki dram yerel medyada nedense yer almıyor.
Çadırkent sakinleri yaşadıkları bu durumla ilgili olarak, tek suçlarının Kürt olmak olduğunu düşünüyor.
Biz Ramazan ayının “hoşgörüsünü” ve “vicdanını” yazıp-çiziyoruz, konuşuyoruz.
Ruhum sıkıldı. Söz bitti.
|