Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü Beldesi’nde bir Alevi aileye oruç tutmadığı için saldırıldı. Bazı gazeteler Alevi ailenin, evlerinin önünde gece yarısı davul çalınmasına itiraz ettiği için olayların başladığını yazıyor. Bu tür haberler, olayı yumuşatmaya ya da saldırganları haklı çıkarma çabasıyla yapılmış, habercilik hileleri. Belli ki, Sürgü’de Sünni bir çoğunluk var ve içlerindeki Alevi’leri tek tek biliyorlar ve onlara karşı içten içe bir husumet besliyorlar. Böyle zamanlarda da, kendilerini en haklı hissettiklerinde, fırsat bu fırsat deyip saldırıya geçiyorlar.
Ramazan ayında Sürgü’deki kadar kitlesel olmasa da, benzer saldırılara çok sık rastlanıyor. Her gün bir olay duyuyoruz. Daha geçen hafta, Rıfat Ilgaz’ ın torunu gazeteci Elif Ilgaz Mecidiyeköy’ün göbeğinde bir kafede arkadaşları ile otururken saldırıya uğradı.
Saldırganlar, oruç tutmayanlara tahammül edemiyor. Ellerinden gelse, Suudi Arabistan’daki gibi yapacaklar. Suudi Arabistan’da namaz vakti kimsenin sokaklarda dolaşmasına izin verilmiyor. Ya camiye gideceksin, ya da evine kapanacaksın.
Suudi Arabistan bir din devleti. Türkiye’nin ise laik olduğu iddia ediliyor yönetenler tarafından. Laik bir rejimde devlet azınlıkta kalan dinleri, mezhepleri, inanmayanları çoğunluğun baskısına karşı korur. Devlet bütün dinlere, mezheplere, inançlara ve inanmayanlara eşit mesafededir. Hiç biri için ayrıcalık yapmaz. Hiç birinin dini ibadetlerine ve dinini ve inancını yayma ve dinsizlik propagandasına karışmaz, müdahale etmez; ama karışacağı, müdahale edeceği bir durum vardır. Bu da, baskı gören, aşağılanan, saldırıya maruz kalan, mahalle baskısına uğrayan din, mezhep, inanç ve inanmayanları diğerlerine karşı korumaktır.
AKP Hükümeti, laikliğin gereğini yerine getiriyor mu? Dini nedenlerle baskı görenleri koruyor mu? Tam tersine, baskının bir kısmı, AKP tarafından gündeme getiriliyor.
Başbakan, Bilgi Üniversitesi yetkililerine telefon edip, üniversite bahçesinde düzenlenen bir festivalde bira içilmesini engelliyor. Beyoğlu’da on yıllardır sokaklara taşan birahane, meyhanelerin masa ve sandalyelerini kaldırtıyor. Sokaklara taşan iki üç masa ve sandalyenin kaldırılmasının gerekçesi güya sokaklardan insanların geçişinin engellenmesine son vermek. Fakat, ramazan ayı boyunca hemen hemen bütün kentlerin bütün meydanlarına iftar çadırları kurarak yaya geçişlerini engelleyenler de kendileri. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle sokaklarda iftar yapma uygulaması yok.
İftar çadırları, ramazan davulları, ezanlarda ses cihazlarını en yüksek seviyede kullanmak, namazlarda içeride konuşulanları yine ses cihazları ile dışarıya vermek vb. Sünni-Hanefi dininin bu dine mensup olmayanlar üzerinde baskısını kurmayı hedefleyen eylemler.
Medyanın baskısına hiç değinmiyorum. O daha uzun bir konu.
Sünni-Hanefi devletinin baskısına boyun eğersek, Türkiye yarın Suudi Arabistan gibi olur. Bırakın ramazanda oruç tutmamayı, namaz vakti sokakta dahi dolaşamayız.
Avrupa’ da yaşayan milyonlarca Müslüman davul çalmadan da sahura kalkıp orucunu tutuyor. Hatta, Müslümanların çoğunlukta olduğu çok sayıda ülkede de insanlar davulla uyandırılmıyor. Yine Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman sonuna kadar açılmış ses cihazlarından okunan ezan sesleri olmadan da namazını kılıyor. Bizde, masumane dini bir gereklilik gibi sunulan bu uygulamalar aslında birer baskı aracı olarak kullanılıyor.
Hükümet, hâlâ laiklik iddiasında ise, Malatya saldırısını şiddetle kınamalı ve herkesin oruç tutmak zorunda olmadığını, oruç tutanların tutmayanlara tahammül etmesi gerektiğini, aksi tutum takınanların aynı zamanda suç işlediğini açıklamalıdır. Böyle bir açıklama yapmayan Hükümet, saldırıyı onaylamış, saldırganların tutumunu paylaşmış sayılır.
|