Hikayeyi BengüTürk TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Murat İde gönderdi. Hikaye ama “yaşanmış” olanlarından. 24 Temmuz Basın Bayramı, Ferai Tınç’ın TGC Basın Özgürlüğü Ödülleri töreninde yaptığı konuşma filan derken döndük dolaştık yine “gazetecilik nedir, nasıl yapılmalıdır” tartışmasında bulduk ya kendimizi... İde tersten bakıp “gazetecilik nasıl yapılmaz” sorusuna cevap teşkil eden bir iddiayı paylaşmış yazısında:
“Sıkça kullandığımız bir slogandır; “Haber, habercinin namusudur. Ve namus menfaatle takaslanmaz
İşimize duyduğumuz saygının ürünüdür bu söz. “Haber nasıl kullanılmaz?” sorusuna da en net yanıttır.
Tam da bu sözün ilgi alanına giriyor öykümüz. Kahramanımız (!) Deniz Gökçe. Ekonomide o var, sporda o var, kültürde o var. Bir nevi bir bilen. Bodrum’un Gündoğan beldesinde bir yazlığı var. Sitenin giriş yolu yetersiz kalıyor ve belediyeye müracaat ediyorlar; “Yeni bir giriş ve yol istiyoruz.”
Belediye, talep üzerine gerekli etüdü yapıyor ve bu makul talep için yasal prosedürü işletiyor. Kamulaştırma kararı alınıyor. Karar mahkemeye taşınıyor.
Buraya kadar her şey normal...
Ancak geçtiğimiz hafta Gökçe bir grup site sakinini de alarak Gündoğan Belediye Başkanı’nı ziyarete gidiyor. Yol talebi yineleniyor. Başkanın cevabı net:;
-Kamulaştırma davası bitmeden herhangi bir adım atamayız. Bu yasal olmaz.
Gökçe tüm ısrar ve baskısına rağmen “yasalar” diyen belediye başkanına:
-Sana Cuma gününe (27 Ağustos 2012) kadar süre, yolu açtın açtın, açmadın gazetelerde televizyonlarda haber yaptırırım.
Sitenin yolu, kamulaştırma davası, yasal prosedür vs. benim ilgi alanım değil. Ben yalnızca meslek ahlakı ile, haberin namusuyla ilgileniyorum. Gazeteci olduğu iddiasındaki birinin, şahsi bir meselesinde “haber”i silah gibi kullanmaya kalkmasını sorguluyorum. Haber, biz gazeteciler dahil tüm toplumun ortak malıdır, “şahsi menfaatlerin” yağlı kurşunu değil.
Şimdi Cuma gününü bekliyorum. Yasaların gereğini yapan bir belediye başkanı mı, yoksa plaza gazetecisi mi kazanacak?”
Hatırlıyor musunuz; Vatan gazetesi Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak hakkında tefrikaya başladığında “Ya başkanlar da itirafa başlarsa” diye bir yazı yazmıştık:
“Bu vesileyle bütün belediye başkanlarına çağrı yapalım;
Bugüne kadar hangi medya patronuna imar izni verdiniz, hangi medya patronuna maden arama, işletme ruhsatı verilmesine yardımcı oldunuz, hangi gazetecileri villacık sahibi yaptınız, hangi gazeteciler altın değerinde arsalara kondu, üç kuruş maaşla çalışırken kimler nasıl son model ciplere binmeye başladı?..
(...)
Belediye Başkanını överek, Beykoz’da çivi dahi çakmanın yasak olduğu Kentsel Sit alanı içinde, boğaz manzaralı milyon dolarlık yalılara “konan” köşe yazarları var mı, yok mu?
İmar izni almak istedikleri belediyelerle, gazetelerinin logosunun basılı olduğu antetli kağıtlarla yazışıp, 1. derece Doğal Sit Alanı’nda yazlık sahibi olan Genel Yayın Yönetmenleri var mı, yok mu?
Bedrettin Dalan döneminde “gazetecilikten müteahhitliğe yükselen” muhabirler var mı yok mu?
“Medya Mahallesi” sakinlerinden, Şile’de, Bahçeşehir’de, Levent’te villacık kazananlar var mı yok mu?
İstanbul’da, belediye arazilerinin üzerinde, başkanların jestleriyle yükselen “medya plazalar” var mı, yok mu?
Ankara’nın değerli arazilerini kat karşılığı alıp inşaat yapan, trilyonluk ihaleler alan Ankara temsilcileri var mı, yok mu?”
Gökçe hakkında ortaya atılan iddialar ne ki!
Bir tek belediye başkanı çıkıp da anlatmaya başlasa var ya; Gökçe’nin “yaptırırım” dediği iddia edilen o “baskı haberleri”ni yayınlayacak gazeteci de, televizyoncu da kalmaz piyasada!
“Gerçek demokrasilerde insanlar, hak ve özgürlüklerinin peşinde koştukları için ödüllendirilmezler.”
Ferai Tınç
TGC 2012 Basın
Özgürlüğü Ödülleri
Töreni
+++
Anneye veda...
Gazeteci Nedim Şener’in annesi Hüsniye Şener, geçirdiği kalp krizi sonucu Almanya’da vefat etti. Şener’in cenazesi dün Pendik Esenyalı Medine Camii’nde kılınan ikindi namazı sonrası Aydınlı Köyü Mezarlığı’na defnedildi.
Nedim Şener’e başsağlığı, Hüsniye Şener’e rahmet
diliyoruz..
+++
PKK’nın, ilk fırsatta sınıra bayrak çekeceğini, Ankara’nın öngörmemiş olması mümkün mü?
Öngöremediyse ayrı zaaf; öngörerek politika ürettiyse ayrı...
Şimdi ayıkla pirincin taşını...
Can Dündar / Milliyet
+++
Bahçeli de örgüt
propagandası mı yapıyor
Masanın çevresinde ikisi profesör, ikisi yurt dışında yaşayan doktor, biri mühendis, biri büyük bir işletmede müdür, biri edebiyat dünyasından bir editör, hepsi yaşadığımız olayları yakından izleyen insanlar.
O sırada acı haber geliyor: Askeri helikopter
düştü...
Masadakilerin aynı anda ortak tepkisi: “Düştü mü, düşürüldü mü, kim bilir hangisi?”
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in helikopter düşüşüyle ilgili, soru işaretleri karşısında, “düşürüldü iddialarının örgüt propagandası olduğunu” söylemesi kalıplaşmış bir yalanlama mekanizması.
(...)
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de aynı kuşkuya kapılmış olmalı ki, “helikopterin düşüşüyle ilgili soruşturma açılmasını” istiyor.
Devlet Bahçeli de örgüt propagandası mı yapıyor?
Yalçın Doğan / Hürriyet
+++
Suriyeli müstevliler!
Gaziantep’in İslahiye ilçesinde de bayrak indirip bayrak asma eylemi oldu.
Bu defa indirilen Türk bayrağı, yerine asılan ise Suriye bayrağıydı.
Bu eylem, ülkemize sığınmış olan “Suriyeli muhalifler”in marifetiydi.
Adamlar güya Beşşar Esad’a muhalifler.
Ama bakınca görüyorsunuz ki, pekâlâ da kendilerine kucak açmış Türkiye’ye muhalifmişler.
Adamlar Türkiye’ye minnettar falan değiller, bulundukları bölgenin konuğu da değil, efendileri konumundalar.
Gaziantep’in İslahiye ilçesindeki kamplarının denetimi olması gerektiği gibi, bizim yetkililerde değil, onlarda; kampa Türkmenlerin gelip yerleştirilmesi üzerine öfkelenip, etrafı yakıp yıkmışlar.
***
Olayın münferit olduğunu sananlar, yanılmaktadır.
Olay münferit değil.
Kilis’te sınır kapısı yakınındaki konteyner kentte kalan “Suriyeli mülteciler!” (dilerseniz buna “Suriyeli müstevliler” yani işgalciler de diyebilirsiniz) marketlerde işlemlerin ağır yürütüldüğü, yeterli kadar klima, buzdolabı ve su verilmediği iddiasıyla eylem yapıp çevreye saldırmış bulunmaktadırlar.
Hatay’da da durumun gergin olduğu, müstevli davranışı içindeki bu mültecilerden halkın rahatsızlığının doruk noktasına çıktığı, herkesin malumu artık.
TIR’larımızı yakan, halkımıza saldıran, polislerimizi döven Suriyeli muhalifler!..
ABD’nin bölgedeki yapıyı önce bozup, yeniden kendine göre düzenlemesine methaldar olmak adına Türk halkına reva görülen muamelenin bir yüzü de budur.
İnsan ister istemez aynı güçlerin Libya’da oynadıkları oyun yüzünden, Türkiye’deki hastanelere, otellere yerleştirilen, gittikleri her yerde halkın başına dert olup olay çıkaran Libya asıllı Arapları hatırlıyor.
“Bölgede ve dünyada itibar sahibi Türkiye!” nin her bir perdesinde kazık yediği oyuna katılmasından kendisine ve halkına düşen pay da budur.
Bizi şu duruma duçar eden, Erdoğan - Davutoğlu diplomasisinin bütün sorumlularına A’dan Z’ye koca bir “Aferin” göndermek gerek buradan.
Ali Sirmen / Cumhuriyet
+++
Bu kafa yine yakar
AKİT midir, Vakit midir bir gazete var ya... Durup dururken yine kaşıdı Sivas katliamını... Üst üste manşet attı: “Sivas’ta ölenler yanarak ölmedi, ölenlerde kurşun yarası çıktı”.
***
Aslında her şey gözler önünde oldu: Toplandılar... Perdeleri tutuşturdular...
“Yak lan yak” diye bağırdılar...
İçlerinden biri bile çıkıp “tekbir eşliğinde adam yakmaya çalışmak da neyin nesi, dağılın lan” demedi, diyemedi.
Ve şimdi tutmuşlar “yanarak ölmediler / dumandan öldüler” diye pişkinlik yapıyorlar, otelde katledilen bir genç kadının fotoğrafındaki saç örgüsünü “işte kurşun izinin kanıtı” diye yayınlıyorlar.
Adamlarda... İnsanlık yok. Vicdan yok. Çekinme yok. Arlanma yok. Utanma yok. Sıkılma yok.
“Acaba orada yanlış bir iş mi yapıldı?” diye en ufak bir tereddüt bile yok. Ya ne var? Kusturucu bir arsızlık var.
***
Bu kusturucu arsızlık ürkütüyor insanı...
Ürkütüyor çünkü...
Bu kafa yine otel perdelerini tutuşturur, bu kafa yine “yak lan yak” diye bağırır, bu kafa yine tekbir eşliğinde bina kundaklar, bu kafa yine yaktığı ateşi seyre dalar...
Ahmet Hakan Hürriyet
|