22. Ocak. Perşembe günü sosyal demokratların sevgili hocası, dürüstlüğün ve erdemliliğin simgesi dostumuz, yoldaşımız, öğretmenimiz sevgili Aydın Güven Gürkan’ı sevgi ve saygı ile anıyoruz.
Acımız çok büyük. Bu güne dek Aydın Hoca’mızı onun niteliklerini ve onurlu kişiliğini anlatan birçok yazı yazıldı ardından.
Bunlardan birini de Gazeteci Özlem Buğday yazmıştı. Bugün o yazıdan bir bölümü sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum:
“Bu dünyadan hiçbir hayatı kirletmemiş olarak gidiyor olmanın o çok az bulunan ve çok özel olan ayrıcalığına sahip olabilmişse,
İşte öyle özel insanlardan biriyse giden,
Yok oluş mümkün değil.
Yok olmak, tükenmişliğe dair bir kavram gibi geliyor bana.
Tükenmek ya da tüketmek lazım yok olabilmek için.
Oysa Aydın Hoca, yaşadığı sürece ne bir tek gün tükendi insan olmaktan, ne de tüketti insanları.
Hani gülmek, genel olarak iyidir, hoştur, güzeldir
...de,
Yine de bazı insanlara gülmek bir başka yakışır.
Gülümseyişiniz kucaklaşır onlarınkiyle.
İçiniz açılır yüzüne baktığınızda.
İfadesi huzur ve güven verir.
İşte Aydın Hoca öyle bir insandı.
Çocuk sayılabilecek bir yaşta onunla tanıştığım günden beri hiç değişmeyen fikrimle,
O,
Gerçek bir beyefendi olmasının yanı sıra ve hatta belki de ötesinde, benim tanıdığım en tonton siyaset adamıydı.
O yüzden de şu an, onun önemli siyasi geçmişine ya da devlet adamlığına ilişkin içimden geçenleri değil de, bu yönünü yazma isteği ağır basıyor.
Daima gülümseyen yüzünü,
İnsancıllığını, hiç ama hiçbir zorlama olmaksızın özünden gelen kibarlığını,
Zaman zaman şaşırmama dahi sebep olan hümanizmasını
Ve gönlümde taht kurmasındaki en büyük etken olan tevazuunu anlatmak istiyorum.
Kimileri, geldiği mevki ya da oturduğu koltuklar hasebiyle bir şeyler olduğunu düşünür.
Öyle de düşünülsün diye uğraşır.
Eğretidir halleri.
Kimileri de,
O makam ve koltuklara kişilik ve anlam katar.
İşte, Aydın Güven Gürkan,
Yani Aydın Hoca, milletvekilliği ve bakanlık da dahil olmak üzere, üstlendiği tüm görevlerde bir tek gün dahi,
Ne oldum demeyen.
Zaten ne olduğunu bilen, son derece dürüst, çalışkan ve alçakgönüllü bir siyaset ve devlet adamıydı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olduğunda kutlamak için aramıştım onu.
\'Aman çocuklar durun. Ne kutlaması! Daha kutlanacak hiçbir şey yapmadım. Çok zorlu bir yol. Çok ciddi sorunları var ülkenin. Aşmak için toplumun tümüne ihtiyacımız var. Hepimiz, herkes çok akıllı olmak zorundayız ve çok çalışmamız gerekiyor.”
Hiçbir zaman ve hiçbir konuda “Ben” dediğine rastlamadım. İfadeleri hep çoğuldu. “Biz… Beraber… Toplumla birlikte…” Ne de olsa o bir hocaydı”
Gazeteci Özlem Buğday’ın kaleminden sevgili hocamızı anımsarken elimde olmadan düşündüm:
Bu gün ülkeyi yönetenlerin veya yönetme iddiası ile siyasete yön verenlerin hangisi için bu özellikleri sayabiliriz?
Ve yine,
24 Ocak Cumartesi günü, 11.00’de Zincirlikuyu Mezarlığında, Türkiye’de siyasete; kaliteyi, estetiği, zarafeti, çağdaşlığı getiren beyefendi kişiliğiyle belleklerde yer eden Sosyal Demokratların yüz akı sevgili dostum İsmail Cem’i de başımız önde Demokrasi şehidi Uğur Mumcu ile birlikte anacağız.
İsmail Cem, “Ben Böyle Veda Etmeliyim” adını verdiği kitabının tanıtım yazısında bakın bizlere neler önermişti:
”Bundan sonra benim söyleyebileceğim; insanlarımız, Türkiye’nin geleceğine güvensinler; daha dikkatli olsunlar, kendilerine daha çok inansınlar. Geçmişe, kültürümüze sahip çıksınlar. Ama bunların tek başına yetmeyeceğini, dünyaya açıldığımız bir çağda yaşadığımızı da bilsinler. Dileğim toplumun, bireyin bu doğrultuda gelişmesi... Kavgayla hiçbir şeyin çözülemeyeceğinin bilinmesi... Sonuçta biz çok uzun mesafeden geliyoruz; nereden geliyoruz, nereye gitmekteyiz, bizim insanlık âlemine getirebileceğimiz özgün katkı nedir? Bunları hep değerlendirmek ve düşünmek gerekiyor. Biz bunları yapabiliriz, ben buna güveniyorum, topluma güveniyorum, insanıma ve insana güveniyorum. Teşekkür ederim.”
Evet, sevgili okur… Bu değerli ve onurlu insanların gittiğini bilirsiniz… Onların geri gelmeyeceğini de bilirsiniz;
Ama kaybettiğiniz bu değerli insanlara duyulan ihtiyaç o kadar fazladır ki elinizde olmadan onlara:
“Haydi, dostlar kalkın… Sizlere olan ihtiyacımız her zamankinden daha fazla… Çünkü ülkemiz üzerine kurulmuş olan tezgâh çok büyük...
Bizler bir türlü bu kirli oyunu, tehlikeli komployu çözemiyoruz!” dersiniz.
Çünkü bizler karanlıktan kurtulmak isterken zifiri karanlığa esir ediliyoruz.
Yıllarca mücadele edilen hukuk dışı yöntemler ve kontrgerilla gibi ABD patentli ve NATO organizeli oluşumlardan kurtulmak isterken ortalık bir anda savaş alanına dönüştürüldü.
Gerçek suçluların yanında ömürlerini bağımsızlık/özgürlük ve toplumun refahı/kalkınması/ demokratikleşmesi uğruna harcamış gerçek yurtseverler “kim vurduya” gidiyor...
Planlı ve sistemli bir şekilde ilmek AKP iktidarının karşıtlarının boynuna geçirilmeye çalışılıyor.
Hatta çuval bu seferde gerçek yurtseverlerin başına geçirilmeye çalışılıyor.
Ve bu çuvala çete artıkları, mafya babaları ile birlikte ömrü bu ülkenin ve toplumun aydınlığa çıkması için mücadele etmiş insanların başına geçirilmeye çalışılıyor.
İktidar ve iktidar nimetleriyle palazlanan bazı çevreler ve iktidarın oluşturduğu hatta sahibi olduğu düşünülen yandaş medya; intikam mangaları gibi cadı avına çıkmış bir şekilde bu ülkenin onuru ve namusu olan birçok insanı yok etmeye çalışıyor.
İşte bu nedenle diyorum ki;
Geçmişte faşist cuntaya kurban verdiğimiz üç fidanı bizler nasıl unutmadıysak, acısını içimizde hissedip çocuklarımızın veya torunlarımızdan birinin adını mutlaka “Deniz” koyduysak…
Bu günlerde peş peşe andığımız bu onurlu ve şerefli gerçek kahramanları da unutmayacağız..
Onlara bir kez olsun hep birlikte “Uğurlar Olsun” diyoruz…
Güler Buğday.
|