BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, dün partisinin grup toplantısında yaptığı açıklamalarla birlikte son krizde Suriye’ye nasıl bir karşılık vereceği, hangi adımları atacağı konusunda önemli bir çerçeve ortaya koymuş oldu.
Konuşmanın, bütün sert söylemine, kuvvetli retoriğine karşılık, kısa dönemde Suriye’ye bir askeri misilleme yapılacağına ilişkin bir işaret verdiği söylenemez. Başbakan’ın açıklamalarından ilk aşamada önceliğin daha çok uluslararası camianın aydınlatılmasına ve bu yöndeki diplomatik çabalara verileceğini anlıyoruz.
SEN ORADA OTURDUKÇA BİZE HUZUR YOK
Kanımızca konuşmanın en önemli yönü, Erdoğan’ın Suriye konusunda orta ve uzun vadede meseleyi artık “kökünden halletme” seçeneğine yöneldiğini göstermesidir. Erdoğan, açıkça Beşar Esad yönetimini bir “açık ve yakın tehdit” olarak nitelendiriyor, bu rejiminin düşürülmesi, ortadan kaldırılması hedefine odaklandığını saklamıyor.
“Suriye halkına diktatör ve çetesinden kurtuluncaya kadar gereken her türlü desteğin verileceği”
yolundaki sözlerini, Başbakan’ın bugüne dek Esad karşısındaki en ileri beyanı olarak görmemiz gerekiyor.
“Her türlü desteğin” içine muhalefete silah vermek, para yardımı yapmak da girer, yabancı istihbarat unsurlarına Suriye’ye sızmaları için her türlü lojistik desteği sağlamak da...
Türkiye’nin Suriye muhalefetine silah yardımı yaptığı yolundaki haberler daha önce kategorik bir şekilde yalanlanırken, Başbakan’ın dünkü açıklamasıyla birlikte bu yalanlamalar geçerliğini kaybetmiştir.
Aslında Erdoğan’ın sözleri, geçen hafta The New York Times ve The Guardian’da çıkan, Türkiye’nin CIA’nin sınırda Suriye’ye dönük bazı faaliyetlerine ev sahipliği yaptığı, ayrıca muhalefete silah sevkıyatında rol aldığı, bunun finansmanına katkı sağladığı, bu çerçevede Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte hareket ettiği yolundaki haberlerin bir teyidi olarak da görülebilir.
SURİYE’YE BİR ŞEY YAPILACAK...
Görüleceği gibi, Başbakan, Suriye’deki iç savaşta taraf tuttuğunu, açıkça müdahil olduğunu saklama ihtiyacını duymuyor. Bu tutumu bir dönem Turgut Özal’ın Irak’ta Saddam Hüseyin’i defterden silmesine, açıkça gitmesi yönünde kendisini bağlamasına benzer bir tutumu gösteriyor.
Ancak bu durumda,
Erdoğan, Esad rejimine destek veren Suriye’deki Alevileri, Hıristiyanları ve Kürtlerin önemli bir bölümünü ve her şeye rağmen bu rejimle kader birliği içindeki bazı Sünni kesimleri de karşısına almış oluyor.
Ayrıca, bu konuşmanın tonundan -zamanı geldiğinde- Suriye’ye askeri bir karşılık vermek anlamında “bir şey yapılacağını” da sezmek mümkün. Ama sanki bunun için Suriye’nin bir açık vermesi beklenecek gibi gözüküyor. “TSK’nın Suriye’ye dönük angajman kurallarının değiştirilmesinden” bunu anlamalıyız.
Getirilen esneklik, havada, denizde, karada potansiyel bir çatışma durumunda en son adımı atma, yani silahın tetiğine basma eşiğine daha çabuk geçileceği anlamına geliyor.
BASINA HAKSIZLIK
Konuşmanın kanımızca en sorunlu bölümü Erdoğan’ın Türk basınına getirdiği çok ağır eleştirilerdir. Başbakan’ın “satılmış kalemler”, “sanki bu memleketin evladı değil bunlar” gibi sözleri, son derece ağır, haksız, kabul edilemez beyanlardır.
Türkiye bir demokrasiyse pekala hükümetin dış
politikasının da eleştirilebilmesi gerekir. Zaten Beşar Esad’ın kendisini “oyaladığını, verdiği sözleri tutmadığını”, özetle yanılttığını Başbakan söylüyor. Demek ki, kendisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun, izlediği politika sonuç getirmemiştir. Zamanında Esad’la bu kadara yakınlaşmasının hatalı olduğunu söyleyenler bu durumda haksız mı çıkmışlardır? Onlar şimdi bu memleketin evladı değil mi?
Türkiye kendisine yol olarak demokrasiyi seçmişse, hükümetin dış politikasının, izlediği kriz politikalarının sorgulanmasından daha doğal bir şey olamaz. Demokrasilerde eleştiri hakkını kullanan gazetecilere liderler tahammül ederler, hemen “satılmış” etiketini yapıştırmazlar.
Türkiye’yi bulunduğu bölgede Beşar Esad gibi rejimlerden ayıran taraflardan biri de zaten budur. Ya da öyle olması gerekir...
|