Bu yazıyı dün gönderene dek New York'ta halkın izlediği TV ve gazetelerde bir aydır Türkiye’yle ilgili hiç bir haber çıkmadı. Zaten biliyoruz ki, çok ölümlü olay olmadıkça ABD kamuoyunda bize karşı ilgi nerdeyse sıfır düzeyinde. Yirmiye yakın insanımızı yitirdiğimiz son Hakkari baskını da, CNN'in dış dünya yayınında Cumhurbaşkanı Gül'ün on saniyelik açıklamasıyla geçiştirildi. Aslında bu durumun artık hiç de önemi kalmadı. Çünkü ABD başta dünyaya egemen olmak isteyen büyüklerin, bizim gibi ülkelerle ilişkisini, halkların eğilimi değil, küresel sermayenin çıkar odakları belirliyor. ABD'den Japonya'ya kadar o ülkelerin yönetimleri de, onların kararlarını uygulamaya çalışıyor. O nedenle, Amerika ve Avrupa'nın batı yakası halkları, özellikle Müslüman ülkelerde olanlardan haberli olsa da olmasa da, hiç bir sey değişmiyor. Halklar zaten, kendi günlük yaşamlarının ötesiyle hiç meşgul değiller. Kasımda yapılacak seçim için New York'ta, Los Angeles'ta ya da Miami'de medyanın gündemindeki öncelikli konu, yine başta işsizlik olmak üzere ekonomik konular. Dolayısıyla, Başkan Obama ve rakibi cumhuriyetçi aday Romney'in de gündeminde yalnızca halkın günlük ekonomik yaşamıyla ilgili sorunlar ve beklentiler var.
Ben şimdi niye bu herkesin bildiği gerçeklerle yazıma başladım? Çünkü bizdeki durum özellikle son üç yıldır tam tersi. Bizim Başbakan, başta Araplar çevre halklar indinde meşhur olmak için her hafta yeni bir gündem yaratmaya devam ediyor. Yazılı ve görsel medyamız da, halkın gerçek gündemi 'aş-iş'i bir yana bırakmış durumda. Sabah akşam, R. T. Erdoğan'ın uluslararası şöhret sevdasını izlemek ve izletmek için kendi aralarında kıyasıya bir rekabet içindeler. Kolay bir açıklama da buldular; 'Patronlarımız böyle istiyor' diye!
Davos'ta 'one minut'le başlayan, Mavi Marmara'yla devam eden Arap halklarının ‘kahramanı’ olma hevesi, artık gerçekten belli başlı büyük kentlerin caddelerine ulaşmış! Dönmeme iki gün kala, New York'ta karımla gideceğimiz adresi konuşurken bindiğimiz taksinin şöförü, 'hangi ülkedensiniz' diye sordu. 'Türkiye'deniz'. Aramızda ingilizce muhabbet başlayıverdi; 'İstanbul?', 'hayır Ankara, sen nerelisin?' 'Mısır'. Önce Kahire mi yoksa İstanbul mu büyük, derken onun sorusuyla Arapça ve Türkçe ad benzerliğine girdik. Ümmügülsüm, Hasan, Abdullah vs. gibi ortak adları karşılıklı saydık. Ben torunlarımın adını, o da iki çocuğu Ömer ile Fatma'yı sıraladık. Adresimize vardık ve ücreti ödedim. İnerken birden, \'Tayyip Erdoğan'a Selamünaleyküm\' demesin mi! Ben de, Başbakanımız adına, \'Aleykümselam' dedim.
Hani, Mavi Marmara'dan sonra Filistin başta, çevre Arap ülkelerinin çocukları, R. T. Erdoğan'ın posterleriyle sokaklara dökülmüştü ya, gördüm ki posterler ağızlarda New York'ta şoförlere kadar ulaşmış! Zaten bizim medyaya göre, anketlerde de 'Devlet Adamlığı’ yarışını da Basbakanımız Erdoğan önde götürüyor ya! Anlaşılan, New York'taki Mısırlı şöför Hamadi'nin de oyunu almış. Bu arada Davos öncesi, hemen bütün cevremizle sıfır sorunluyken, artık sorunsuz hiç bir komşumuz kalmadı, kimin umrunda. Nasıl olsa kendi yaptırdıkları bir ankete bakarak, Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç demiyor mu ki, \'kurban olduğum Allah,verdikçe veriyor!\'
|